21 Eylül, takvim yapraklarında sıradan bir tarih gibi görünse de, zamanın iç kıvrımlarında saklı bir eşiktir. Ne yazın tam ortasında ne sonbaharın derinliğinde; bir geçiştir, bir ara duraktır. Güneş hâlâ sıcaklığını sürdürürken, rüzgâr artık başka bir dil konuşmaya başlar. Bu gün, doğanın hafifçe eğildiği, insanın iç sesini daha net duyabildiği bir andır. Çünkü 21 Eylül, mevsimlerin değil, ruh hâllerinin değiştiği bir sınır çizgisidir.
Bu tarih, geçmişin yankısını taşıyan bir sessizlikle gelir. Yazın telaşı geride kalmış, sonbaharın hüznü henüz tam anlamıyla çökmemiştir. İnsan, bu arada kalmışlıkta kendini bulur. Hatıralar, birer gölge gibi uzanır günün içine; ne tamamen silinir ne de tam anlamıyla belirginleşir. 21 Eylül, düşüncenin derinleştiği, duyguların inceldiği bir gündür. Ve bu incelik, insanı kendi iç mevsimine çağırır—bir sorguya, bir kabule, belki de bir vedaya.
Doğa, bu günde başka türlü susar. Ağaçlar, yapraklarını dökmeye hazırlanırken, gökyüzü bir geçişin rengini taşır. Ne mavidir ne gri; bir arada, bir geçici. İnsan da bu geçicilikte kendi kalıcılığını arar. 21 Eylül, zamanın durmadığı ama yavaşladığı bir andır. Ve bu yavaşlık, insanın içindeki sesleri duyabilmesi için bir fırsattır. Belki bir mektup yazılır bugün, belki bir karar alınır, belki de yalnızca bir iç çekişle geçilir.
Sonunda anlaşılır ki, 21 Eylül yalnızca bir gün değil; bir hâl, bir eşik, bir iç geçiştir. Takvimdeki yerinden çok, ruhtaki yeridir kıymetli olan. Çünkü bu gün, ne başlangıç ne son; bir ara duraktır. Ve insan, en çok bu duraklarda kendine yaklaşır. 21 Eylül, zamanın fısıldadığı bir şiirdir—duymak isteyen için, hatırlamak isteyen için, yeniden başlamak isteyen için.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
21 Eylül 2025 Pazar
Bir Günün Hafızası
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder