Yazı yazmanın insanı rahatlattığı ve birçok insanın bunu günlük tutarak başardığı bilinen bir gerçek. Kendinizi daha iyi tanımak ve aslında bilinçaltının derinliklerine ittiğiniz bazı yaşanmışlıkları daha iyi analiz edip üzerine düşünmek için, bir otobiyografi yazmaya başlamak size iyi gelebilir. Üzerinden zaman geçmiş ve artık farklı gözle bakabileceğiniz olayları kağıda dökmek, size geleceğe daha güçlü bakabilmek için aradığınız motivasyonu verecektir.
 Otobiyografi, yalnızca yaşanmışlıkların kronolojik bir dizimi değildir; ruhun kendi izini sürme çabasıdır. İnsan, kendini anlatmaya başladığında aslında kendini yeniden kurar. Her cümle, bir yüzleşme; her paragraf, bir kabulleniştir. Ve bu yazma eylemi, dışa değil içe dönük bir yolculuktur. Çünkü insan, kendi hikâyesini kaleme aldığında, başkalarına değil, en çok kendine seslenir. O ses, yıllarca susturulmuş bir iç yankının nihayet kelimelere dökülmesidir.
Otobiyografinizi yazmaya başlamak, geçmişin tozlu raflarını aralamak değil; o raflarda unutulmuş duyguları yeniden solumaktır. Bir çocukluk anısı, bir kırılma noktası, bir suskunluk… Hepsi, birer taş gibi dizilir satırlara. Ama bu taşlar, bir duvar örmez; bilakis bir geçit açar. Çünkü insan, kendini anlatırken yalnızca olanı değil, olması gerekeni de düşünür. Ve bu düşünce, bir iç devrimin habercisidir. Kalem, yalnızca yazmaz; dönüştürür.
Her kelime, bir aynadır. Ve insan, bu aynalarda kendini tanımaya başlar. Otobiyografi, bir övünme değil; bir arınmadır. Eksiklerin, hataların, susmaların ve geç kalmaların içtenlikle kabulüdür. Bu kabul, bir özgürleşme biçimidir. Çünkü insan, kendini anlatabildiği ölçüde kendini affedebilir. Ve affetmek, geçmişi değil; geçmişteki kendini kucaklamaktır. Otobiyografi, bu kucaklaşmanın en sessiz ama en derin biçimidir.
Sonunda anlaşılır ki, otobiyografinizi yazmaya başlamak, yaşamın geri kalanına bir selamdır. “Ben buradaydım,” demektir; “Ben hissettim, yanıldım, sevdim, sustum.” Ve bu demek, bir iz bırakmaktır. Zamanın içinde silinmeyecek bir iz. Çünkü insan, kendi hikâyesini yazdığında yalnızca bir anlatıcı olmaz; bir tanık, bir şahit, bir özne olur. Ve bu özne, artık başkalarının hikâyesinde kaybolmaz. Kendi cümlesinde, kendi noktasında, kendi sesinde var olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder