8 Şubat 2013 Cuma

After a Rainy Night in my Garden











Yağmurlu bir gecenin ardından bahçeye adım attığımda, doğa suskunluğuyla konuşuyordu. Toprak, gece boyunca içtiği suyun ağırlığıyla derinleşmiş, her yaprak kendi hikâyesini damlalarla mühürlemişti. Sessizlik, bir eksiklik değil; bir doluluğun yankısıydı. Bahçem artık yalnızca bir mekân değil, geceyle kurduğu gizli ittifakın tanığıydı. Ve ben, bu tanıklığın önünde eğilmekten başka bir şey yapamazdım.

Her çiçek, geceyi kendi dilinde yaşamıştı. Gül, biraz daha ağır başlıydı; yasemin, sanki bir rüyanın içinden çıkmış gibiydi. Yağmur, onları yıkamamış; onları yeniden yazmıştı. Bahçemdeki her köşe, bir içsel çözülmenin izini taşıyordu. Çünkü yağmur, yalnızca doğayı değil, insanı da dönüştürür. Ve bu dönüşüm, gürültüsüz, gösterişsiz, ama derin bir biçimde gerçekleşir.

Sabahın ilk ışıkları, geceyi örtmeye değil, onu görünür kılmaya gelmişti. Işık, yağmurun ardından gelen bir açıklıktı; bir iç hesaplaşmanın son cümlesi gibi. Bahçemdeki taşlar bile daha ağır görünüyordu; çünkü gece, onların üzerine bir anlam bırakmıştı. Yağmur, doğaya bir hafıza kazandırır. Ve bu hafıza, yalnızca gözle değil, kalple okunur. Bahçemdeki her damla, bir düşün iziydi artık.

Ve nihayet, o sabah anladım ki, yağmurdan sonra bahçeye bakmak, kendine bakmaktır. Doğa, gece boyunca sustuğu yerden konuşmaya başlar; ama bu konuşma, kelimelerle değil, varlıkla olur. “After a Rainy Night in My Garden” yalnızca bir zaman dilimi değil; bir içsel uyanıştır. Bahçem, artık bir yer değil; bir hâl olmuştu. Ve ben, o hâlin içinde, sessizce var olmayı öğrendim.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder