İspanya, Orta Afrika ve Orta
Hindistan’da bulunan pre-historik duvar resimlerinde erkeklerin yüksek
yamaçlar, ağaç kovukları ve kayalardaki kovanlardan bal topladıkları görülüyor.
Ancak arıcılıkla ilgili ilk belgeler İ.Ö. 2400 yılına rastlıyor. Kahire
yakınlarındaki Sakhara’da Ne-user-re’nin yaptırdığı güneş tapınağında arı
kovanlarına rastlanıyor. Hatta Dokki müzesinde ikibin yıl sonrasına ait, içi
hâlâ balla dolu iki kap bal sergileniyor. Bronz devrinde ise arıcılığın yanı
sıra balmumundan kalıp mumu yapıldığı biliniyor. 
Arılar ve Çiçekler: Bal, bilimsel olarak
“Apis mellifera” diye anılan bal arılarının çiçeklerden topladıkları nektardan
yapılıyor. Nektar ise tozaklama gerçekleşsin diye çiçeklerin, kanatlıları
çekmek amacıyla kullandıkları tatlı bir sıvı. Bala dönüşürken yoğunlaşan bu
sıvı yaklaşık yüzde 80 şeker (früktoz ve glikoz), sukroz maltoz ve başka
kompleks şekerler içeriyor.
Nektarın Kaynağı:
Çiçek Balı: En
meşakkatli üretim. Bir bal üreticisinin tek çiçek balı üretebilmesi için
kovanları o yöreye taşıyıp kontrol altında tutması ve az miktarda bal üretmeyi
peşinen kabul etmesi gerekiyor. Karışık çiçeklerden üretilmiş balın rengi koyu
olurken, yaban çiçeklerinin uçuk, yoncanın ise yeşil-bej bir rengi oluyor. 
Baharat Balı: Biberiye
keskin ancak açık amber renginde bala yol açarken, kekik balı keskin ve yoğun
bir lezzetle altın sarısı bir renge sahip oluyor. Provence’ın karışık
baharatlarından elde edilen balın rengi uçuk bej, lavantadan elde edilen balın
ki ise açık sarı oluyor. Kekik bir şekilde harmana karışmışsa balın rengi
koyulaşıyor. 
Ağaç Balı: Birçok
ülkedeki nektarın kaynağı meyve ağaçları. Bu yüzden tomurcuklar açmaya
başlayınca üreticiler bazı ağaçların yoğunlaştığı yerlerde kovan kuruyorlar.
Macaristan akasya, Polonya misket limonu, İspanya portakal çiçeği, Avusturya
okaliptüs çiçeği balıyla ünlü... Elma çiçeğiyle aksaya balının lezzeti hafif,
rengi uçuk bej olurken portakal çiçeği balının lezzeti kuvvetli, rengi boz
oluyor. Çam balının rengi koyu, lezzeti ise çok daha kuvvetli oluyor.
Balın oluşum süreci, sabrın ve sürekliliğin bir alegorisidir. Arının çabasındaki düzen, çiçeğin sunduğu özdeki cömertlik ve kovandaki kolektif bilinç, balı yalnızca bir ürün değil, bir düşünce biçimi hâline getirir. Bu düşünce, doğanın insana sunduğu en zarif armağandır; çünkü bal, tüketilmek için değil, anlaşılmak için vardır. Onun altın rengi, yalnızca görsel bir güzellik değil; zamanın ve ışığın iç içe geçmişliğinin bir sembolüdür. Bal, bu yönüyle, doğanın felsefî bir cevabıdır: sabırla gelen, sessizlikle büyüyen, anlamla dolan.
Balın tadı, insanın içsel hafızasında yankı bulur; çocukluk sabahlarının ekmeğe sürülen sessizliği, hasta günlerin şifa arayışı, ve bazen bir şiirin son dizesinde gizlenen metafor. Bu tat, yalnızca damakta değil, zihinde de kalır. Çünkü bal, duyusal bir deneyimden çok, zamansal bir çağrışımdır. Onun tatlılığı, geçici bir haz değil; kalıcı bir huzurdur. Ve bu huzur, doğanın insanla kurduğu en derin ilişkilerden biridir—gösterişsiz ama anlamlı, sessiz ama etkili.
Son kertede bal, bir gıda değil; bir varoluş biçimidir. Onunla temas kurmak, yalnızca bir tat alma değil; bir düşünme, bir durma, bir hatırlama hâlidir. Bal, doğanın insanla kurduğu en şiirsel temaslardan biridir; çünkü onda hem çiçeğin zarafeti hem arının emeği hem de zamanın sabrı vardır. Bu üçlü, balda bir araya geldiğinde, insan yalnızca tat almaz; anlamla karşılaşır. Ve belki de en çok buna ihtiyacımız vardır: anlamı, tatlılığın içinde bulmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder