10 Eylül 2013 Salı

eylülde gel demiştim...

Eylülde gel demiştim; çünkü eylül, zamanın en düşünceli kıvrımıdır. Ne yazın taşkın ne kışın ketum hâlidir; arada, geçişte, duraksamada bir mevsim. Bu çağrı, bir buluşma değil; bir yüzleşme teklifiydi. Eylül, hafızanın en kırılgan yapraklarını dökerken, ben de senden dökülenleri toplamaya hazırdım. Gelmeni istemek, yalnızca bir özlem değil; bir anlam arayışıydı. Çünkü bazı gelişler, varlığın değil, yokluğun ağırlığını taşır. Ve ben, senin yokluğunun en çok eylülde konuştuğunu biliyordum.

Eylül, zamanın içe döndüğü, doğanın kendiyle hesaplaştığı bir eşiktir. Bu eşikte seni çağırmak, mevsimin kendisine bir mektup yazmak gibiydi. Rüzgârın hafifliğiyle, sararan yaprakların sessizliğiyle seni beklemek, bir ritüeldi. Çünkü eylülde gelen, yalnızca bir beden değil; bir anlamdır. Senin gelişin, geçmişin çözülmesi, geleceğin yeniden kurulmasıydı. Ama sen gelmedin. Ve eylül, bu eksikliği kendi sessizliğiyle mühürledi. Artık her sararan yaprak, senin gelmeyişinin bir yankısıdır.

Zaman geçti; takvimler değişti, mevsimler döndü. Ama eylül, hep aynı kaldı. Çünkü bazı aylar, yalnızca zaman değil; bir hâl, bir ruh hâlidir. Eylülde gelmeyen, başka hiçbir ayda tamamlanmaz. Senin yokluğun, eylülün içinde bir boşluk değil; bir anlamdır artık. Her yıl yeniden gelen bu ay, bana seni değil, seni bekleyişimi hatırlatır. Ve bu bekleyiş, bir umut değil; bir kabulleniştir. Çünkü insan, bazı eksiklikleri tamamlamaz; onları taşır.

Gelmeni istemek, seni sahiplenmek değil; seni anlamaktı. Eylülde gel demek, bir çağrı değil; bir teslimiyetti. Çünkü eylül, geleni değil, gelmeyeni anlatır en iyi. Ve ben, bu anlatının içinde kendimi buldum. Artık seni değil, seni bekleyişimi seviyorum. Çünkü beklemek, varlığın en sessiz biçimidir. Ve eylül, bu sessizliği en iyi taşıyan mevsimdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder