Sevinç, insanın dışa dönük hâlidir; bir tebessüm, bir yükseliş, bir taşkınlık. Ama sonbahar, içe dönük bir çöküştür. Renklerin solgunlaştığı, seslerin azaldığı, zamanın ağırlaştığı bir eşiktir. Bu eşikte sevinç, bir fazlalık gibi görünür; çünkü burada anlam, eksilmede saklıdır. Sonbahar oldum derken, yalnızca mevsimi değil, bir varoluş biçimini kastederim. Sevinci unuttum derken, yalnızca duyguyu değil, onun gerekliliğini sorgularım. Çünkü bazen unutmak, hatırlamaktan daha derin bir farkındalıktır.
Sonbaharın dili, suskunluktur. Bu suskunluk, bir boşluk değil; bir doluluk hâlidir. Sevinçten arınmış bir ruh, artık daha berrak, daha hakiki olur. Çünkü sevinç, çoğu zaman yanıltıcı bir parıltıdır; hakikatin üzerini örten bir örtü. Sonbahar ise örtüleri kaldırır, çıplaklığıyla konuşur. Ve ben, bu çıplaklığın içinde kendimi bulurum. Sevinci unutarak değil, onun yokluğunda kendimi tanıyarak var olurum. Bu varoluş, bir eksilme değil; bir derinleşmedir.
Son kertede, sonbahar olmak, zamanla barışmak demektir. Sevinci unutmak ise, onun yerine anlamı koymak. Çünkü her mevsim bir hâli taşır; ve sonbahar, insanın en düşünceli hâlidir. Bu hâlde ne coşkuya yer vardır ne telaşa; yalnızca düşünceye, yalnızca içsel bir sessizliğe. Ve ben, bu sessizlikte kendimi duyarım. Sonbahar oldum; çünkü artık dışarıda değilim. Sevinci unuttum; çünkü artık içimdeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder