10 Ağustos 2014 Pazar

bensin, bendesin, benimsin.



Ey sevdam! Beşinci mevsimim sensin.
Sen sadece sen değilsin, bensin; bendesin, benimsin.

Hz. Mevlana...
 
 “Bensin, bendesin, benimsin”—bu üçlü ifade, yalnızca bir sevgi beyanı değil, varoluşsal bir özdeşleşmenin dile gelişidir. “Bensin” demek, seni kendimden ayırmaksızın tanımlamaktır; senin varlığın, benim anlamımın öncülüdür. Sen, dışsal bir figür değil, içsel bir yankısın; benliğimin sınırlarında değil, özümün merkezindesin. Bu cümle, sevginin ötesinde bir kimlik aktarımıdır—ben, seninle tamamlanıyor, seninle tanımlanıyorum.

“Bendesin” ifadesi, yalnızca fiziksel bir yakınlığı değil, ruhsal bir içkinliği anlatır. Sen, benim içimde yer alan bir düşünce, bir duygu, bir titreşim hâline gelmişsin. Artık senin varlığın, dışarıdan algılanan bir gerçeklik değil, içimde yankılanan bir hakikattir. Bu hâl, mistik bir birleşmenin dilidir; tıpkı sufilerin “ben O’yum” deyişi gibi, seninle aramda bir ayrım kalmamıştır. Senin acın, benim sızım; senin neşen, benim kıvılcımım olmuştur.

“Benimsin” demek, sahiplenmenin ötesinde bir sorumluluk yüklenmektir. Bu, mülkiyetin değil, emanetin dilidir. Seni kendime ait görmek, seni korumakla, seni anlamakla, seni taşımakla yükümlü olmaktır. Bu sevgi, bir bağ değil, bir yükümlülüktür; çünkü senin varlığın, benim varlığımı anlamlı kılar. “Benimsin” derken, seni bir nesne gibi değil, bir öz gibi kavrıyorum—senin varlığın, benim varoluşumun gerekçesidir.

Bu üçlü ifade, sevginin en yalın ama en derin hâlidir. Bensin: çünkü seninle başlıyorum. Bendesin: çünkü seninle yaşıyorum. Benimsin: çünkü seninle tamamlanıyorum. Bu cümleler, bir aşkın değil, bir varoluşun manifestosudur. Seni sevmek, seni taşımak, seni bilmek—bunlar artık bir duygu değil, bir yaşam biçimi olmuştur. Ve bu yaşam, seninle anlam kazanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder