13 Ağustos 2014 Çarşamba

Seni sevmek,



Düşün, kör, sağır ve dilsiz çölde gidiyorlar ve sağır ölüyor. Dilsiz, köre sağırın öldüğünü nasıl anlatır? Seni sevmek, sadece dilsiz kalmak değil, dilsizin böylesi olmak işte!
 
Sevgi, bazen anlatılamayanın anlatımıdır; kelimelerin kifayetsiz kaldığı, sesin sustuğu, gözün göremediği bir hâl. Kör, sağır ve dilsiz bir çölde yürüyen üç varlık, insanın iletişimden mahrum kaldığı en uç noktayı simgeler. Sağırın ölümü, yalnızca bir bedenin çöküşü değil, ortak bir sessizliğin daha da derinleşmesidir. Dilsiz, bu ölümü köre anlatmak zorundadır; ama ne sesi vardır ne de göz teması. İşte sevgi, tam da bu noktada başlar—imkânsızın içinde bir anlam yaratma çabasıdır.

Dilsiz, köre sağırın ölümünü anlatamaz; ama belki bir dokunuşla, belki bir titreşimle, belki varlığının değişimiyle bunu hissettirebilir. Sevgi de böyledir: anlatılamaz, ama hissedilir; söylenemez, ama yaşanır. Seni sevmek, yalnızca susmak değil, suskunluğun içinde bir evren kurmaktır. Dilsizliğin sınırlarında dolaşmak değil, o sınırları aşan bir dil icat etmektir. Çünkü gerçek sevgi, dilin değil, varlığın kendisiyle konuşur.

Bu sevgi, bir eksiklik değil, bir fazlalıktır; çünkü kelimelerle anlatılamayan bir yoğunluk taşır. Dilsizin böylesi olmak, yalnızca konuşamamak değil, konuşmanın gereksizliğini fark etmektir. Seni sevmek, sana seslenmeden seni duymak; sana bakmadan seni görmek; sana dokunmadan seni hissetmektir. Bu, duyuların ötesinde bir bağdır—bir varoluşun diğerine temas ettiği, sessizliğin en yüksek sesle konuştuğu bir hâl.

Ve nihayet, bu sevgi, çölde yürüyenlerin hikâyesi gibidir: susuz, sessiz, ışıksız ama yine de ilerleyen. Sağırın ölümü, bir kayıp değil, bir dönüşümdür; dilsizin anlatımı, bir çığlık değil, bir titreşimdir; köre ulaşan anlam, bir görüntü değil, bir sezgidir. Seni sevmek, bu çölde yürümek gibidir—her şeyin yok olduğu yerde, yalnızca senin varlığınla anlam bulan bir yürüyüş. Bu sevgi, dilsizliğin en derin hâlidir; ve ben, o dilsizin en sessiz çığlığıyım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder