Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
29 Ocak 2014 Çarşamba
23 Ocak 2014 Perşembe
anoreksi
🧠 Anoreksiyanın Temel Özellikleri
- Bozulmuş beden algısı: Kişi aynaya baktığında gerçek dışı bir beden imgesi görür; zayıf olsa bile kendini şişman hisseder⁽¹⁾.
- Yeme davranışında aşırı kontrol: Kalori takibi, sık tartılma, yemeklerden kaçınma, aşırı egzersiz yapma gibi davranışlar sık görülür⁽¹⁾⁽²⁾.
- Fiziksel sonuçlar: Hormonal dengesizlikler, bağışıklık sisteminin zayıflaması, kalp ritmi bozuklukları ve organ yetmezliği gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir⁽¹⁾⁽³⁾.
- Psikolojik kökenler: Düşük özgüven, mükemmeliyetçilik, çevresel baskılar ve duygusal travmalar anoreksiyanın temelinde yer alabilir⁽¹⁾.
🩺 Tedavi Süreci
Anoreksiya tedavisi, yalnızca kilo alımını değil, aynı zamanda kişinin beden algısını ve duygusal dünyasını yeniden yapılandırmayı hedefler. Bu nedenle psikoterapi, beslenme desteği ve tıbbi gözetim içeren çok yönlü bir yaklaşım gereklidir⁽³⁾. Erken müdahale, hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyebilir.
22 Ocak 2014 Çarşamba
çörekotu
21 Ocak 2014 Salı
sen bakarken soyunamıyorum
Arzu ettiğin şeyler, beklemekten
vazgeçtiğin anda gerçekleşir. Bu, hayatın “Sen bakarken soyunamıyorum” deme
şeklidir.
Vazgeçtiğin topraklar senindir. Çünkü
kaybetme korkunu yitirmişsindir.
Olmamasından korkmaktan vazgeçmektir olmasını
sağlayan…
Arzu, insanın varoluşsal boşluğuna yönelttiği en mahrem sorudur; neye özlem duyduğumuz değil, neyin bizi özlem duymaya zorladığıdır esas mesele. Beklemek, bu sorunun cevabını dışsal bir zamana havale etmektir; sanki zaman, arzunun kefaretini ödeyebilecek bir tanrıymış gibi. Oysa beklemek, çoğu zaman arzunun kendisini sakatlayan bir eylemdir. Çünkü arzu, gözlem altında soluklaşır; bakışın ağırlığı, onun çıplaklığını örter. Hayat, bu yüzden çoğu zaman susar; çünkü biz çok dikkatli bakarız.
Hayatın “Sen bakarken soyunamıyorum” deyişi, arzunun mahremiyetine yapılan müdahalenin reddidir. Tıpkı bir sahnenin, seyirciyle kurduğu mesafede anlam kazanması gibi, hayat da kendi oyununu ancak gözlerden uzak oynayabilir. Beklemek, bu oyunu izlemeye çalışmaktır; ama arzu, izlenmekten hoşlanmaz. O, kendiliğindenlik ister; gözün değil, sezginin tanıklığını. Bu yüzden en çok vazgeçtiğimizde gerçekleşir; çünkü o an, arzu artık bir hedef değil, bir yankı olur.
Vazgeçmek, arzunun inkârı değil; onun üzerindeki denetimi kaldırmaktır. Bu eylem, pasif bir teslimiyet değil, aktif bir özgürleşmedir. Arzunun gerçekleşmesi, onun peşinden koşmakla değil, onunla aramıza koyduğumuz mesafeyi kaldırmakla mümkündür. Çünkü arzu, bir nesneye yönelmiş istek değil; bir varoluş biçimidir. Onu beklemek, onu nesneleştirmek; vazgeçmek ise onu özgür bırakmaktır.
Ve nihayet, hayatın en derin armağanları, gözümüzü başka yöne çevirdiğimizde gelir. Çünkü hayat, teşhir değil, ifşa ister; gösteri değil, içsel bir açıklık. “Sen bakarken soyunamıyorum” cümlesi, yalnızca bir mahcubiyet değil, bir hakikatin dile gelişidir. Hayat, arzunun en çıplak hâlini ancak gözlerden uzak sunduğunda gerçek olur. Ve biz, o anlarda, beklemenin değil, bırakmanın kudretini anlarız.
20 Ocak 2014 Pazartesi
çikolatalı fudge kurabiyeler
Çikolatalı fudge kurabiyeler, yalnızca bir tatlı değil; duyuların, belleğin ve arzunun iç içe geçtiği bir deneyimdir. Dış yüzeyindeki çatlaklar, zamanın dokusunu andırır; içindeki yoğun kıvam ise bastırılmış duyguların, söylenmemiş cümlelerin karşılığı gibidir. Bu kurabiye, sıradan bir tatlı olmaktan çok, insanın içsel boşluklarını doldurma arzusunun somutlaşmış hâlidir. Her lokma, geçmişin bir parçasını çağırır; çocukluk, özlem, ve belki de hiç yaşanmamış bir huzurun hayali.
Fırında pişerken yayılan kakao kokusu, yalnızca bir mutfağı değil, bir evin ruhunu sarar. Bu koku, zamanın yavaşladığı, dış dünyanın keskinliğinin yumuşadığı bir an yaratır. Çikolata, burada yalnızca bir malzeme değil; karanlığın içindeki tatlılığı temsil eder. Fudge dokusu ise, yüzeyin altında saklanan derinliği simgeler. Tıpkı insan gibi: dışarıdan sert, içeriden yumuşak; dışarıdan sıradan, içeriden karmaşık.
Bu kurabiyenin yapımı, sabır ve dikkat gerektirir. Ölçülerin hassasiyeti, ısının dengesi, hamurun kıvamı… Hepsi, bir tür ritüel gibidir. Bu ritüel, modern yaşamın hızına karşı bir dirençtir; çünkü gerçek lezzet, zamanla ve özenle ortaya çıkar. Kurabiye, burada bir tat değil, bir düşünce biçimidir: aceleyle değil, farkındalıkla yaklaşılması gereken bir varlık. Onunla geçirilen zaman, yalnızca mutfakta değil, zihinsel bir alanda da derinleşir.
Ve nihayet, kurabiye soğuduğunda, dokusu oturduğunda ve ilk ısırık alındığında, insan yalnızca bir tat almaz; bir anı yaşar. Bu anı, geçmişin izlerini taşır, geleceğe dair bir özlemi fısıldar. Çikolatalı fudge kurabiye, bu yönüyle bir tatlıdan çok bir anlatıdır: yoğun, derin, ve sessizce konuşan bir anlatı. Onun dili, damakta değil, ruhta yankılanır.
19 Ocak 2014 Pazar
madonna
Madonna Louise Ciccone—dünyanın tanıdığı adıyla Madonna—pop müziğin kraliçesi, kültürel devrimci ve sahne sanatlarının sınırlarını zorlayan bir ikon. 1958’de Michigan’da doğan Madonna, 1978’de New York’a taşınarak dans kariyerine başladı; kısa sürede müzik dünyasında yıldızlaştı. 1983’te çıkardığı ilk albümünden itibaren, “Like a Virgin”, “Material Girl”, “Vogue”, “Frozen” gibi hitlerle hem müzik listelerini hem de toplumsal normları altüst etti⁽¹⁾⁽²⁾.
Madonna’nın gücü yalnızca müzikte değil; kendini sürekli yeniden icat etme becerisinde yatıyor. Cinsellik, din, kadın kimliği ve özgürlük gibi temaları cesurca işleyerek hem hayranlık hem de tartışma yarattı. MTV çağının görsel devriminde klipleriyle öncü oldu; sahne performansları ise teatral, provokatif ve daima unutulmazdı. Aynı zamanda bir iş kadını, yazar, yönetmen ve hayırsever olarak da etkili oldu⁽¹⁾.
Bugün hâlâ aktif olan Madonna, 2026’da çıkarmayı planladığı yeni dans albümüyle müzik sahnesine geri dönmeye hazırlanıyor. Bu albümde, 2005’teki “Confessions on a Dance Floor”un prodüktörü Stuart Price ile yeniden çalışıyor⁽³⁾⁽⁴⁾. Warner Records ile yaptığı yeni anlaşma, kariyerinde nostaljik bir dönüşü simgeliyor ve hayranları arasında büyük heyecan yaratmış durumda.
Madonna yalnızca bir sanatçı değil; bir çağın sesi, bir kuşağın aynası. Onun etkisi, müzikten modaya, toplumsal cinsiyet tartışmalarından aktivizme kadar uzanıyor. Bugün bile, yaşa ve cinsiyete dair önyargılara karşı duruşuyla gündem yaratıyor. Kırk yılı aşkın kariyeri boyunca, popüler kültürün en güçlü kadın figürlerinden biri olmayı başardı—ve hâlâ sınırları zorlamaya devam ediyor.
18 Ocak 2014 Cumartesi
babamız özal annemiz madonna 80 kuşağı
Bu kuşak, bir yandan Özal’ın “köşe dönme” ideolojisiyle girişimciliğe ve bireysel başarıya yönelirken, diğer yandan Madonna’nın sahne performanslarında cisimleşen özgürlük ve beden politikalarıyla tanıştı. Televizyonun yaygınlaşması, özel radyoların doğuşu, ithal malların cazibesi ve pop müziğin evlere girmesiyle birlikte, 80 kuşağı hem yerel hem küresel bir kimlik inşa etti. Bu kimlik, çoğu zaman çelişkiliydi: hem arabesk dinleyip hem Michael Jackson hayranı olmak, hem milliyetçi söylemleri benimseyip hem MTV izlemek gibi.
Edebiyat ve sanat çevrelerinde “80 Kuşağı” terimi, aynı zamanda 1980 sonrası ortaya çıkan yeni şiir ve yazı anlayışını da ifade eder. Bu kuşak, İkinci Yeni’nin soyut dilinden ve 70’lerin toplumcu gerçekçiliğinden uzaklaşarak bireysel, ironik ve postmodern bir söylem geliştirdi. Şairler ve yazarlar, ideolojik yüklerden arınmış, daha kişisel ve biçimsel arayışlara yöneldi. Dergilerde, özellikle Gösteri, Üç Çiçek, Poetika gibi yayınlarda bu kuşağın sesi duyulmaya başladı⁽¹⁾.
Dolayısıyla “Babamız Özal, annemiz Madonna” ifadesi, yalnızca bir mizahi slogan değil; aynı zamanda 80 kuşağının kültürel DNA’sını çözümleyen bir anahtardır. Bu kuşak, hem yerli hem küresel, hem geleneksel hem modern, hem içe dönük hem dışa açık bir sentezin çocuklarıdır. Onların hikâyesi, Türkiye’nin geç kapitalistleşme süreciyle küresel kültürün kesişim noktasında yazılmıştır.
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)