8 Nisan 2014 Salı

Aşık olduğun kişi hep başkasına aşıktır...



Aşık olduğun kişi hep başkasına aşıktır.
Zaten sen de hiçbir zaman sana aşık kişiye aşık olmazsın ki...
 
 
Aşk, çoğu zaman karşılıklılığın değil, yönelimin trajedisidir. İnsan, arzunun nesnesini seçerken, çoğu kez kendine yönelmez; çünkü kendine yönelmek, tanıdık olanın sıradanlığına teslim olmak gibidir. Oysa aşk, bilinmeyene duyulan özlemdir; ulaşılmaz olanın cazibesiyle beslenir. Bu yüzden âşık olunan kişi, daima başka birine yönelmiştir—çünkü onun yönelimi, onu daha da ulaşılmaz kılar. Ve bu ulaşılmazlık, arzunun en verimli toprağıdır.

Sana âşık olanın bakışı, bir aynadır; ama bu ayna, senin kendini görmek istemediğin hâlini yansıtır. O bakışta, senin çıplaklığın, kırılganlığın, eksikliğin vardır. Ve insan, kendi eksikliğiyle yüzleşmektense, başkasının eksikliğini tamamlamaya yönelir. Bu yüzden sana âşık olanı sevemezsin; çünkü onun sevgisi, seni tanır. Oysa sen, tanınmaktan değil, keşfedilmekten hoşlanırsın. Aşk, burada bir kaçış biçimidir; tanınan değil, tanımayanın peşinden gidilir.

Bu döngü, yalnızca bireysel bir kader değil; aynı zamanda varoluşsal bir çelişkidir. İnsan, arzunun yönünü belirleyemez; çünkü arzu, mantığın değil, eksikliğin dilidir. Ve eksiklik, daima başkasında tamamlanmak ister. Bu yüzden aşk, çoğu zaman bir zincirdir: birinin peşinden giden, onun başkasına yöneldiğini görür; ve bu zincir, karşılıksızlığın estetiğinde sonsuzlaşır. Karşılıksız olan, tamamlanmamış olandır; ve tamamlanmamış olan, daima daha güzeldir.

Sonuçta, aşkın en derin hâli, karşılıksız olan değil; karşılık beklenmeyen olandır. Çünkü beklemek, arzunun yönünü sabitlemek ister; oysa aşk, sabitlenemez. Sana âşık olanı sevmemek, bir kusur değil; bir içsel dürtüdür. Ve âşık olduğunun başkasına âşık olması, bir tesadüf değil; arzunun doğasıdır. Bu doğa, insanı yalnızlaştırır ama aynı zamanda derinleştirir. Çünkü aşk, karşılıkta değil, yönelimde anlam bulur—ve yönelim, çoğu zaman seni değil, senden uzak olanı seçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder