18 Haziran 2014 Çarşamba

çünkü her anı bir kahveyle başlar...



Uyandım ve bir kahve yaptım. Çünkü her anı bir kahveyle başlar.
 
 
Kahve, zamanın ritmini belirleyen sessiz bir eşlikçidir; yalnızca uyanışı değil, düşüncenin doğuşunu da temsil eder. “Her anı bir kahveyle başlar” demek, varoluşun en sıradan anlarında bile bir anlam arayışının izini sürmektir. Çünkü kahve, bir içecekten öte, bir duraksamadır—dış dünyanın telaşına karşı iç dünyanın davetidir. Fincanın kenarında bekleyen o ilk yudum, insanın kendine dönme cesaretidir; bir başlangıç değil, bir farkındalık eşiğidir.

Kahveyle başlamak, yalnızca güne değil; bir cümleye, bir sessizliğe, bir özleme de kapı aralamaktır. Onun kokusu, bellekte yankılanan bir çağrıdır; geçmişin izlerini bugüne taşıyan bir zaman köprüsü. Kahve, burada bir içsel ritüeldir—düşüncenin ağırlaştığı, duygunun yoğunlaştığı, kelimenin şekillendiği bir alan. Her yudum, bir içsel çözülmenin habercisidir; çünkü kahve, insanın kendini dinlediği en mahrem sessizliktir.

Bir kahveyle başlayan an, çoğu zaman bir yalnızlıkla örtüşür; ama bu yalnızlık, eksiklik değil, derinliktir. İnsan, kahveyle birlikte yalnız kalmaz; kendine eşlik eder. Bu eşlik, dışsal değil; düşünsel bir yakınlıktır. Kahve, burada bir dost değil; bir tanıktır—sessizce izleyen, sabırla bekleyen, yargılamadan eşlik eden. Ve insan, bu tanıklıkta kendi iç sesini duyar; çoğu zaman ilk kez, çoğu zaman geç kalmış bir biçimde.

Sonuçta kahve, bir başlangıç değil; bir geçiştir. Anın sıradanlığından anlamın derinliğine, gündeliğin yüzeyselliğinden varoluşun kıvrımlarına doğru bir geçiş. “Her anı bir kahveyle başlar” demek, aslında her anlamın bir duraksamayla doğduğunu kabul etmektir. Çünkü kahve, zamanın değil, düşüncenin ritmini taşır. Ve insan, bu ritimde yürürken, yalnızca bir anı değil; kendini başlatır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder