23 Şubat 2025 Pazar

Aslında oturup devamlı eskiyi düşündüğüm yok ama yine de aklım kalıyor, bu doğru.

 Geçmiş, insanın peşinden yürüyen sessiz bir gölge gibidir; ne ses verir ne iz bırakır ama varlığı her adımda hissedilir. Oturup onu düşünmek gerekmez, çünkü o zaten oturulan her yerde bir köşeye sinmiştir. Hafızanın kıyısında bekleyen bir anı, bir kelime, bir bakış… Her biri, zamanın içinden sızarak bugüne dokunur. Ve insan, farkında olmadan geçmişin yankısıyla konuşur, onunla susar, onunla yürür. Düşünmediğini sanır ama düşüncenin dokusu çoktan geçmişle örülmüştür.

Aklın kalması, bir özlemden çok bir tanıklıktır. Yaşanmış olanın içimizde bıraktığı iz, zamanla silinmez; yalnızca şekil değiştirir. Bir sokak köşesinde, bir şarkının ilk notasında, bir rüzgârın yönünde kendini hatırlatır. İnsan, geçmişi aramaz ama geçmiş onu bulur. Çünkü bazı anlar vardır ki, yaşanıp bitmez; içimizde yaşamaya devam eder. Ve biz, o anların sessiz misafiriyiz—ne kovabiliriz ne ağırlayabiliriz, yalnızca varlıklarını kabul ederiz.

Eskiye dönmek istememek, ondan kurtulmak anlamına gelmez. Bilakis, bu bir barış hâlidir. İnsan, geçmişiyle savaşmayı bıraktığında, onunla yaşamayı öğrenir. Aklın kalması, bir zayıflık değil; bir insanlık hâlidir. Çünkü hatırlamak, yalnızca düşünmek değildir—bazen bir duygunun içinden geçmek, bazen bir sessizliğin içinde kalmaktır. Ve bu kalış, insanın kendiyle kurduğu en derin bağlardan biridir.

Sonunda anlaşılır ki, geçmiş ne zincirdir ne kanat; o, yalnızca bir izdir. Ve o iz, bugünün toprağında filizlenir. İnsan, eskiyi düşünmeden de onunla yaşar; çünkü bazı şeyler düşünceyle değil, varlıkla sürer. Aklın kalması, geçmişe dönmek değil; geçmişin sende hâlâ bir yerinin olduğunu bilmektir. Ve bu bilme, bir yük değil; bir tanıklık, bir kabul, bir sessiz sevgi biçimidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder