endişeyi bırak an'da kal, mucizeleri fark et, kendi gücünü hisset, değişime izin verdiğinde gerçekleşecek...
Değişim, kapıyı çalmadan önce rüzgârı gönderir. İnsan, çoğu zaman bu rüzgârı yabancı sanır; ürker, perdeyi kapatır, içeriye girmesin diye dirençle örülmüş duvarlar inşa eder. Oysa değişim, yıkmak için değil; yeniden inşa etmek için gelir. Ve ne zaman ki insan, içindeki eski sesleri susturur, ne zaman ki alışkanlıkların konforundan vazgeçer, işte o zaman değişim içeriye süzülür—sessizce, ama kökten.
Değişime izin verdiğinde, zamanın akışı farklı bir ritimle çalmaya başlar. Eskiden tanıdık gelen saatler, artık başka bir anlam taşır; günler, yeni bir dil konuşur. İnsan, kendi içindeki yankıları duymaya başlar—daha önce bastırdığı arzular, ertelediği cesaretler, unuttuğu hayaller birer birer yüzeye çıkar. Değişim, bir devrim değildir; bir dönüşümdür. Ve bu dönüşüm, dışarıda değil, insanın en derin katmanlarında gerçekleşir.
İzin verdiğinde, hayatın dokusu değişir. Aynı sokaklar, başka bir ışıkla aydınlanır; aynı insanlar, başka bir gözle görülür. Çünkü değişim, bakışı değil, bakanı değiştirir. İnsan, artık geçmişin zincirlerinden sıyrılmıştır; geleceğe değil, şimdiye kök salmıştır. Ve o kök, ne kadar derinleşirse, insan o kadar hafifler. Değişim, ağırlık değil; özgürlüktür. Ama bu özgürlük, yalnızca teslimiyetle mümkündür—dirençle değil.
Sonunda insan şunu fark eder: değişim, bir tehdit değil; bir davettir. Kendi hakikatine, kendi potansiyeline, kendi ışığına yapılan bir çağrıdır. Ve ne zaman ki bu çağrıya kulak verilir, ne zaman ki iç kapılar aralanır, işte o zaman gerçek yaşam başlar. Çünkü insan, değişime izin verdiğinde yalnızca başka biri olmaz—nihayet kendisi olur.