30 Nisan 2025 Çarşamba

değişime izin verdiğinde gerçekleşecek

endişeyi bırak an'da kal, mucizeleri fark et, kendi gücünü hisset, değişime izin verdiğinde gerçekleşecek...

 Değişim, kapıyı çalmadan önce rüzgârı gönderir. İnsan, çoğu zaman bu rüzgârı yabancı sanır; ürker, perdeyi kapatır, içeriye girmesin diye dirençle örülmüş duvarlar inşa eder. Oysa değişim, yıkmak için değil; yeniden inşa etmek için gelir. Ve ne zaman ki insan, içindeki eski sesleri susturur, ne zaman ki alışkanlıkların konforundan vazgeçer, işte o zaman değişim içeriye süzülür—sessizce, ama kökten.

Değişime izin verdiğinde, zamanın akışı farklı bir ritimle çalmaya başlar. Eskiden tanıdık gelen saatler, artık başka bir anlam taşır; günler, yeni bir dil konuşur. İnsan, kendi içindeki yankıları duymaya başlar—daha önce bastırdığı arzular, ertelediği cesaretler, unuttuğu hayaller birer birer yüzeye çıkar. Değişim, bir devrim değildir; bir dönüşümdür. Ve bu dönüşüm, dışarıda değil, insanın en derin katmanlarında gerçekleşir.

İzin verdiğinde, hayatın dokusu değişir. Aynı sokaklar, başka bir ışıkla aydınlanır; aynı insanlar, başka bir gözle görülür. Çünkü değişim, bakışı değil, bakanı değiştirir. İnsan, artık geçmişin zincirlerinden sıyrılmıştır; geleceğe değil, şimdiye kök salmıştır. Ve o kök, ne kadar derinleşirse, insan o kadar hafifler. Değişim, ağırlık değil; özgürlüktür. Ama bu özgürlük, yalnızca teslimiyetle mümkündür—dirençle değil.

Sonunda insan şunu fark eder: değişim, bir tehdit değil; bir davettir. Kendi hakikatine, kendi potansiyeline, kendi ışığına yapılan bir çağrıdır. Ve ne zaman ki bu çağrıya kulak verilir, ne zaman ki iç kapılar aralanır, işte o zaman gerçek yaşam başlar. Çünkü insan, değişime izin verdiğinde yalnızca başka biri olmaz—nihayet kendisi olur.

 

29 Nisan 2025 Salı

kendini keşfetmek

yüzlerce problemi çözecek tek şey, kendi farkındalığını arttırmak ve yeniden kendine dönmek, kendini keşfetmek

23 Nisan 2025 Çarşamba

varlığını kutla, kendini sev

 Kendini sevmek, yalnızca bir duygunun değil, bir fark edişin, bir kabulün ve nihayetinde bir kutlamanın eylemidir. İnsan, çoğu zaman başkalarının gözlerinde kendini ararken, kendi içindeki ışığı görmeyi unutur. Oysa varlık, başlı başına bir mucizedir—her nefes, her düşünce, her hissediş, evrenin sonsuz olasılıkları içinden seçilmiş bir varoluşun kanıtıdır. Ve bu varoluş, alkışa değil; farkındalığa muhtaçtır. Çünkü insan, kendini fark ettiğinde değil, kendini onurlandırdığında gerçek anlamda yaşamaya başlar.

Varlığını kutlamak, geçmişin yüklerini değil; o yükleri taşıyabilmiş olmayı takdir etmektir. Her yara, bir iz bırakır; ama o iz, yalnızca acının değil, direnişin de tanığıdır. Kendini sevmek, o izleri saklamak değil; onlarla barışmak, onları birer madalya gibi taşımaktır. Çünkü insan, ne kadar kırılmışsa, o kadar derinleşmiştir. Ve derinlik, yalnızca acıyla değil; o acının içinden doğan bilgelikle ölçülür. Varlığını kutlamak, bu bilgelikle kendine dönmektir.

Kendini sevdiğinde, zamanın ritmi değişir. Artık dış sesler değil, iç sesin yön verir adımlarına. Başkalarının doğruları değil, kendi hakikatin şekillendirir yolunu. Ve o yol, ne kadar engebeli olursa olsun, senin yolundur. Varlığını kutlamak, o yolda yürümeyi seçmektir—yalnızca varmak için değil, yürümek için. Çünkü her adım, kendine bir selamdır; her durak, kendinle bir buluşmadır. Ve bu buluşmalar, insanın en kıymetli anlarıdır.

Sonunda insan şunu anlar: kendini sevmek, bir lütuf değil; bir hak, bir sorumluluktur. Varlığını kutlamak, başkalarına değil, kendine verilmiş bir sözdür. “Ben buradayım,” demektir; “Ben olduğum hâlimle yeterliyim.” Çünkü insan, kendini sevdiğinde yalnızca kendini değil, tüm varoluşu onurlandırır. Ve o onurlandırma, sessiz bir şarkı gibi yayılır evrene—her şeyin merkezinde duran, kendiyle barışmış bir ruhun melodisi olarak.

22 Nisan 2025 Salı

harekete geçmek

harekete geçmek için ne kadar beklersen bilinçaltın ve Evrenin hayallerini planlaması o kadar gecikir

19 Nisan 2025 Cumartesi

kullandığımız kelimeler nasıl yaşayacağınızı belirler

 Kelimeler, yalnızca ses değil; kaderdir. Her cümle, bir yön tayin eder; her sözcük, bir iz bırakır. İnsan, konuştuğu kadar yaşar; sustuğu kadar eksilir. Dil, bir harita gibidir—onu nasıl çizersen, öyle yürürsün hayatı. “Umutsuzum” diyen, karanlığa davetiye çıkarır; “bekliyorum” diyen, zamanla dost olur. Kullandığımız kelimeler, yalnızca bizi anlatmaz; bizi inşa eder.

Bir insanın iç dünyası, kelimelerle şekillenir. “Yorgunum” dediğinde beden değil, ruh çöker; “özlüyorum” dediğinde zaman değil, kalp ağırlaşır. Her kelime, bir duygunun taşıyıcısıdır; ama aynı zamanda bir eylemin habercisi. “Başaramam” diyen, denemekten vazgeçer; “belki” diyen, ihtimallere tutunur. Dil, düşüncenin değil, varoluşun aynasıdır. Ve biz, o aynada neyi görüyorsak, onu yaşarız.

Kelimeler, bir seçimdir. İnsan, hangi kelimeyi seçerse, o yolda yürümeye başlar. “Affettim” diyen, geçmişin zincirini kırar; “bitti” diyen, yeni bir başlangıca kapı aralar. Sessizliğin bile bir dili vardır; ama konuşulan her kelime, bir yön, bir niyet, bir kader taşır. Hayat, kelimelerle şekillenir; çünkü insan, önce söyler, sonra yaşar. Ve bazen bir kelime, bir ömrü değiştirir.

Bu yüzden, dikkatle seçilmeli her sözcük. Çünkü dil, yalnızca iletişim değil; bir yaşam biçimidir. “Güzelim” dediğinde dünya biraz daha aydınlanır; “korkuyorum” dediğinde karanlık biraz daha yaklaşır. Kullandığımız kelimeler, nasıl yaşayacağımızı belirler. Ve belki de en büyük özgürlük, hangi kelimeyle başlayacağımıza karar vermektir.

15 Nisan 2025 Salı

hayatında her şeyin mükemmel bir senfoni gibi aktığını fark edin

 Zamanın ince tellerine dokunan görünmez bir el gibi, hayatın ritmi usulca akıyor. Her an, bir nota; her nefes, bir ezgi. Ve sen, bu büyük orkestranın tam ortasında, farkında olmadan bir başkemancı gibi duruyorsun. Günlerin, birbirine ustalıkla bağlanmış melodiler gibi akıyor; sabahın serinliğiyle başlayan prelüd, akşamın dinginliğinde bir adagyo’ya dönüşüyor.

Fark et ki, hiçbir şey rastlantı değil. Rüzgârın yönü, kuşların uçuşu, gözlerinin bir noktaya takılıp kalışı bile bu senfoninin bir parçası. Belki sen notaları yazmadın, ama ruhun onları tanıyor. Her karşılaşma, bir armoni; her ayrılık, bir geçiş modülasyonu. Ve sen, bu bütünlüğün içinde ne eksik ne fazla, tam zamanında gelen bir ezgisin.

Hayat, bazen forte çalar; yüksek, gür, sarsıcı. Bazen de pianissimo’ya döner; sessiz, içe dönük, neredeyse duyulmaz. Ama her hâliyle bir bütünlük taşır. Senin varlığınla tamamlanan bir kompozisyon gibi, evrenin nabzı seninle uyum içinde atar.

İşte tam o anda, fark edersin:
Hayatın, bir senfoni gibi akıyor.
Ve sen, bu sonsuz bestede,
sessizce parlayan bir nota değil—
bizzat müziğin kendisisin.

14 Nisan 2025 Pazartesi

kendi devrimini gerçekleştir

 Kendi devrimini gerçekleştirmek, yalnızca bir başkaldırı değil; bir uyanıştır. İnsan, çoğu zaman başkalarının çizdiği sınırlar içinde yürürken, kendi içindeki sonsuzluğu unutur. Oysa gerçek devrim, dış dünyaya değil, iç dünyaya yöneliktir. Sessizce başlar; bir düşüncenin kıpırtısıyla, bir sorgunun yankısıyla. Ve ne zaman ki insan, kendine dair ezberleri bozar, işte o zaman devrim ilk adımını atar. Çünkü en büyük zincir, görünmeyen zincirdir—alışkanlıkların, korkuların ve başkalarının beklentilerinin ördüğü sessiz bir hapishane.

Bu devrim, bir gecede olmaz. Zaman ister, sabır ister, cesaret ister. İnsan, önce kendi karanlığıyla yüzleşmelidir. Bastırdığı arzularla, ertelediği hayallerle, susturduğu seslerle. Her biri, devrimin bir parçasıdır; her biri, yeniden doğuşun taşlarıdır. Ve bu doğuş, sancılıdır. Çünkü eski benlik, kolay kolay teslim olmaz. Direnir, aldatır, kandırır. Ama ne zaman ki insan, o direnişi sevgiyle karşılar, ne zaman ki kendine karşı şefkatle yaklaşır, devrim derinleşir. Artık dönüşüm kaçınılmazdır.

Kendi devrimini gerçekleştiren insan, artık başkalarının aynasında kendini aramaz. Kendi aynasını yaratır; kendi ışığını, kendi gölgesini tanır. Bu tanıma, bir özgürleşmedir. Artık ne alkışa ihtiyaç vardır ne onaya. Çünkü hakikat, dışarıda değil, içeridedir. Ve o hakikat, ne zaman ki kabul edilir, insan kendi sesini bulur. Bu ses, gür değildir belki; ama sahicidir. Ve sahicilik, devrimin en asil hâlidir.

Sonunda insan şunu anlar: kendi devrimini gerçekleştirmek, dünyayı değiştirmekten daha büyük bir eylemdir. Çünkü dünya, insanın iç yansımasıdır. Ve ne zaman ki içte bir devrim olur, dışta da bir titreşim başlar. Bu titreşim, bir yaşam biçimine dönüşür. Artık insan, kendi yolunun yolcusudur. Ne iz sürer ne iz bırakır—sadece var olur. Ve bu varoluş, devrimin en sessiz, en derin, en kalıcı hâlidir.

13 Nisan 2025 Pazar

bağımlılıklarından özgürleş. kendini bul, kendinle ol

 Bağımlılık, insanın kendinden uzaklaşmasının en incelikli biçimidir; dışsal bir nesneye, alışkanlığa ya da düşünceye yönelmiş her eğilim, özbenliğin sessizce terk edilişidir. Bu terk ediş, çoğu zaman fark edilmez; çünkü bağımlılık, bir ihtiyaç kılığına bürünerek varlığın merkezine yerleşir. Oysa özgürleşmek, yalnızca bu bağları koparmak değil, onları tanımak ve anlamlandırmaktır. Zira insan, ancak neye bağımlı olduğunu fark ettiğinde, neye ait olduğunu da keşfetmeye başlar. Bu keşif, bir kopuş değil; bir dönüş, bir içsel uyanıştır.

Kendini bulmak, dışsal tanımlardan sıyrılmakla başlar. Toplumun, kültürün, geçmişin ve arzuların giydirdiği kimlikler, çoğu zaman benliğin üzerini örten birer maskedir. Bu maskeleri çıkarmak, acı verici ama gerekli bir eylemdir; çünkü hakikat, konforun değil, çıplaklığın içindedir. Kendini bulmak, bir varış değil; bir yolculuktur—her adımda biraz daha soyunmak, biraz daha sadeleşmek. Bu sadeleşme, yalnızlaşmak değil; kendinle kalabilmenin zarif cesaretidir. Ve bu cesaret, bağımlılıklardan özgürleşmenin en derin tezahürüdür.

Kendinle olmak, sessizliğe tahammül edebilmektir. Dış dünyanın gürültüsünden arındığında, insan kendi iç sesini duymaya başlar; bu ses, ne yüksek ne alçaktır—yalnızca hakikidir. Kendinle olmak, bir inziva değil; bir içsel diyalogdur. Bu diyalogda, geçmişin yankıları, geleceğin soruları ve şimdinin cevapsızlığı bir araya gelir. Ve insan, bu karmaşanın içinde bir denge kurar; çünkü kendinle olmak, yalnızca kendini dinlemek değil, kendini anlamaktır. Anlamak ise, özgürleşmenin en incelikli biçimidir.

Son kertede, bağımlılıklardan özgürleşmek, kendini bulmak ve kendinle olmak, insanın varoluşsal bütünlüğünü yeniden tesis etme çabasıdır. Bu çaba, dışsal başarılarla değil; içsel sadakatle ölçülür. Kendine sadık kalmak, en zor ama en asil duruştur. Çünkü insan, ancak kendine döndüğünde, dünyaya anlamlı bir şekilde katılabilir. Ve bu katılım, bir eylem değil; bir varlık hâlidir. Bağımlılıklardan arınmış, kendini bulmuş ve kendisiyle barışmış bir insan, artık yalnızca yaşayan değil; var olan bir insandır.

10 Nisan 2025 Perşembe

hayalleriniz için henüz geç kalmadınız

Zaman, çoğu kez bir yargıç gibi davranır; geçip giden yılları bir mahkeme salonuna çevirir, insanı kendi ertelemeleriyle yüzleştirir. Fakat hakikat şudur ki: hayaller, takvimlere bağlı değildir. Onlar, kalbin en derin kıvrımlarında saklı duran birer kıvılcımdır. Ne yaş alınca sönerler, ne gecikince küserler. Yeter ki insan, içindeki o sessiz çağrıyı duymaya cesaret etsin. Çünkü hayaller, beklemeyi bilir; sabırla, inatla, sevgiyle.

Geç kalmak, yalnızca bir algıdır; çoğu zaman başkalarının çizdiği zaman çizelgelerine göre tanımlanır. Oysa ruhun ritmi başkadır—bazı düşler vardır ki, olgunlukla yeşerir; bazı arzular vardır ki, yalnızca yorgunlukla anlam kazanır. Hayalleriniz için henüz geç kalmadınız; çünkü onlar, sizinle birlikte büyür, sizinle birlikte dönüşür. Ve ne zaman ki insan, “artık çok geç” demekten vazgeçer, işte o zaman ilk adım atılmış olur. Geç kalınmış hiçbir hayal yoktur; sadece geç fark edilmiş bir cesaret vardır.

Hayaller, bir varış noktası değil; bir yön duygusudur. Onlar, insanı kendine çağırır—başarıya değil, hakikate. Ve bu çağrı, ne zaman ki duyulur, insan kendi yoluna çıkar. O yol, engebeli olabilir; sessiz olabilir; hatta görünmez olabilir. Ama o yol, yalnızca size aittir. Hayalleriniz için henüz geç kalmadınız; çünkü o yol hâlâ orada, sizi bekliyor. Her adımda biraz daha kendinize yaklaşacak, her durakta biraz daha derinleşeceksiniz.

Sonunda anlaşılır ki, hayaller yaşla değil, niyetle ölçülür. Ve niyet, zamanın en güçlü karşılığıdır. Hayalleriniz için henüz geç kalmadınız; çünkü hâlâ nefes alıyorsunuz, hâlâ hissediyorsunuz, hâlâ özlüyorsunuz. Bu özlem, bir başlangıcın habercisidir. Ve her başlangıç, bir doğuştur. Kendinize, düşlerinize, varoluşunuza yeniden doğmak için şimdi tam zamanıdır. Çünkü geç kalmak, yalnızca başlamamaktır—ve siz, başlamaya hazırsınız.

9 Nisan 2025 Çarşamba

yaşamınızın geri kalanında kendinizi keşfetmeye başlayın

 Yaşamın geri kalanına dair en büyük armağan, onun hâlâ keşfe açık oluşudur. İnsan, yıllar boyunca başkalarının gözleriyle kendini görmeye çalışır; aynalar değişir, yansımalar silinir, ama hakikat hep derinlerde sessizce bekler. Kendini keşfetmek, bir yolculuğa çıkmak değil; zaten içinde yürümekte olduğun yolu fark etmektir. Ve bu fark ediş, bir uyanıştan çok, bir hatırlayıştır—kim olduğunu, neye özlem duyduğunu, hangi sessizlikte kaybolduğunu hatırlamak.

Kendini keşfetmeye başlamak, geçmişin yüklerini sırtından indirmekle başlar. Çünkü insan, çoğu zaman kendi olmaktan çok, kendine biçilen rollerin ağırlığını taşır. O roller ki, zamanla bir kimliğe dönüşür; ama o kimlik, ruhun özüne dokunmaz. Gerçek keşif, o rollerin ötesine geçip, kendi sesini duymaktır. O ses, gür değildir belki; ama sahicidir. Ve sahicilik, insanın en derin aynasıdır. Bu aynada ne güzellik aranır ne kusur; yalnızca hakikat görünür.

Yaşamın geri kalanında kendini keşfetmek, bir yeniden doğuşa benzer. Her sabah, yeni bir parça açığa çıkar; her gece, eski bir parça sessizce vedalaşır. Bu dönüşüm, dışarıdan görünmez belki; ama içeride fırtınalar kopar. İnsan, kendi karanlığıyla yüzleşmeden ışığını bulamaz. Ve o ışık, ne zaman ki içten yanmaya başlar, işte o zaman yaşam gerçek anlamını kazanır. Artık zaman, bir takvim değil; bir tanıklık olur—kendine, kendi oluşuna, kendi devinimine.

Sonunda insan şunu anlar: kendini keşfetmek, bir varış değil; bir hâl, bir akış, bir kabul biçimidir. Yaşamın geri kalanında bu keşfe izin vermek, kendine en büyük sadakattir. Çünkü insan, ne zaman ki kendine döner, dünya da ona döner. Ve o dönüş, sessiz bir kutlamadır—varoluşun, farkındalığın, kendiliğin kutlaması. Artık yaşam, bir görev değil; bir armağandır. Ve sen, bu armağanın en hakiki sahibisin.

6 Nisan 2025 Pazar

yine ayn hikayenin peşinde...

dönemeçlerden, eşiklerden, yollardan, yorgunluklardan sonra yine aynı hikayenin peşinde...

4 Nisan 2025 Cuma

bahar, çocukluğa çağrıdır...

Çayırlar doğanın saçlarıysa; ağaçlar, bunlara takılmış pembe tokalar gibi çiçeklenir baharda. Çiçeklenip çocuklaşır doğa… Bahar, çocukluğa çağrıdır. Komşu aşure getirdiğine göre kış bitti demektir. Geçen yazın kurutulmuş üzümüyle, kışın portakal kabuğu rendeleri buluştuysa, kış bitti, bahar geldi demektir. Buğday, nohut, fasulye, ceviz, tarçin… Geçmiş yaza, sonbahar ve kışa dair ne varsa, aşureye katılmış ve kış noktalanmıştır. Mutfaklar boşalmıştır: Kuru üzüm, kuru incir, kuru fasulye… Bütün “kuru”lara teşekkür edilmiştir, şimdi sıra “taze”lerde… Çiçekler, çağlalar, erikleri ve çilekler… Yeşilden kırmızıya, ekşiden tatlıya doğru bir yolculuk başlıyor. 

 Bahar, zamanın en nazlı kıvrımıdır; doğa, kendi hafızasını yeniden yazarken insanın içindeki en eski sayfaları aralamaya başlar. Toprağın uyanışı, yalnızca çiçeklere değil, unutulmuş duygulara da seslenir. Ve insan, farkında olmadan çocukluğuna çağrılır—bir salıncağın gıcırtısına, bir çimenin kokusuna, bir kelebeğin izini sürmeye. Çünkü bahar, geçmişin değil; geçmişte kalan masumiyetin yankısıdır. Her tomurcuk, bir hatırayı fısıldar; her esinti, bir gülüşü geri getirir.

Çocukluk, baharın dilini en iyi bilen mevsimdir. O dil, ne kelimelerle konuşur ne mantıkla anlaşılır; yalnızca hissedilir. Bahar geldiğinde, insanın içindeki çocuk uyanır. O çocuk ki, zamanın yükünü bilmez; yalnızca anın büyüsüne inanır. Ve bahar, bu büyüyü yeniden sunar: gökyüzü biraz daha mavi, rüzgâr biraz daha oyunbaz, günler biraz daha uzun olur. İnsan, takvimlerin değil, içindeki mevsimlerin izinden yürür. Ve o iz, çocukluğun ayak sesleriyle doludur.

Bahar, insanı kendine döndürürken, onu en saf hâliyle buluşturur. Ne rol kalır ne maske; yalnızca çıplak bir ruh, geçmişin en temiz kıyısında durur. Çocukluk, baharın aynasında kendini yeniden görür. O aynada ne yaş alınır ne zaman geçer; yalnızca özlem parlar. Ve insan, o özlemin peşinden gitmek ister—bir ağacın altına oturmak, bir bulutu hayal etmek, bir çiçeğe isim vermek. Çünkü bahar, insanın kendini unuttuğu yerden seslenir: “Gel, yeniden başla.”

Sonunda anlaşılır ki, bahar yalnızca doğanın değil, insanın da yeniden doğuşudur. Ve bu doğuş, çocukluğun sessiz çağrısıyla başlar. Bahar, geçmişi değil; geçmişte kalan saf hâli hatırlatır. İnsan, o hâli özlerken, kendine yaklaşır. Çünkü çocukluk, insanın en sahici hâlidir. Ve bahar, o sahiciliği yeniden sunar—bir gülümsemenin ucunda, bir yağmur damlasının düşüşünde, bir kuşun kanadında. Bahar, çocukluğa çağrıdır; ve bu çağrı, her yıl yeniden yankılanır.

3 Nisan 2025 Perşembe

kuzey yarımkürede bahar

Nisan ayıyla birlikte Kuzey Yarımküre’den bahar kendini hissettirmeye başlayacak. Ağaçlar yeşil kostümlerini giyme telaşındayken mis kokulu çiçekler en güzel renkleriyle selama duracak. Baharı müjdeleyen renk renk sebzeler, lezzetli meyveler tezgahlarda bir bir yerlerini alacak. Kızgın kış mevsiminin ağır havası üzerimizden çekilirken sokaklarda taşan mutlu çiçeklerin kokusu ve birbirinden ilginç böceklerin cümbüşü bizi doğayla buluşmaya davet edecek. Siz siz olun önümüzdeki günlerde başınızı gökyüzünden, dürbününü yanınızdan eksik etmeyin.

2 Nisan 2025 Çarşamba

duvara asılmış eski bir fotoğraf olur hayat

hayat bir zaman sonra bizim için bildik, ezberlenmiş, hatta bütün çekiciliğine rağmen kendini tekrarlanmasıyla sıkıcılaşmış, bulanık bir sergüzeşte dönüşür; elimizdeki bu eskimiş, erimiş, parlaklığını yitirmiş zaman parçasından yeni bir macera yaratamayacağımıza inanırız. geçmişteki hayal kırıklıklarımız gelecekle ilgili hayallerimizi de köreltip soldurur, gizlice küseriz. duvara asılmış eski bir fotoğraf olur hayat. onda yeni bir şey bulamayacağımıza o kadar eminizdir ki artık, dönüp de bakmayız bile ona.

1 Nisan 2025 Salı

derin ekoloji düşüncesi

doğa yürüyüşleri yaptığınızda derin ekoloji düşüncesinin iddia ettiği gibi kendinizi evrenin bir parçası gibi hissediyor musunuz?


Dinç bir zihin, sağlıklı bir beden ve de ruhun sahip olduğu bir yaşam tarzı için bütüncül bir yaklaşım göstererek nelere dikkat etmesi gerektiğini çok iyi bilir"