Beni sevmediğin zamanlarda, kelimeler anlamını yitiriyordu; çünkü sevgi, sözcüklerin değil, sessizliğin içinde yankılanan bir hâldi. O anlarda, konuşmak bir direnç değil, bir boşluktu—ve ben, bu boşluğun içinde susmayı öğrendim. Susmak, yalnızca bir tepkisizlik değil; varlığın en derin savunmasıydı. Çünkü sevgi eksildiğinde, sesin yankısı değil, sessizliğin ağırlığı kalır geriye. Ve ben, bu ağırlığı taşımayı, onunla yaşamayı, onun içinde kendimi yeniden kurmayı seçtim.
Alışmak, zamanla değil, kırılmayla başlar. Senin sevgisizliğin, bir eksiklik değil; bir aynaydı bana. O aynada, kendi suretimi değil, yokluğunun biçimlendirdiği hâlimi gördüm. Suskunluğum, bir kabulleniş değil; bir içsel direnişti. Çünkü sevgiye dair her beklenti, senin sessizliğinde eriyip gitti. Ve ben, bu eriyişin içinde, sesimi değil, anlamımı kaybettim. Alışmak, bu kaybı tanımakla mümkündü—ve ben, tanıdım.
Susmak, çoğu zaman unutulmakla karıştırılır. Oysa ben, unutmadım; yalnızca anlatmaktan vazgeçtim. Çünkü anlatmak, karşılık bekleyen bir eylemdir; ve senin sevgisizliğinde, karşılık yoktu. Bu yokluk, beni susturdu. Ama bu suskunluk, bir eksilme değil; bir derinleşmeydi. Her kelimenin yerine bir düşünce koydum, her cümlenin yerine bir içsel yankı. Ve bu yankılar, beni senin yokluğundan daha çok tanımladı. Artık ses değil, sessizlik konuşuyordu içimde.
Son kertede, beni sevmediğin zamanlarda alıştım susmaya; çünkü susmak, varlığımı korumanın en zarif biçimiydi. Sevginin eksildiği yerde, ben kendimi çoğaltmadım—azaldım, sadeleştim, derinleştim. Bu hâl, bir vazgeçiş değil; bir dönüşümdü. Senin sevgisizliğin, beni susturdu ama yok etmedi. Ve ben, bu suskunlukta kendimi yeniden kurdum—daha sessiz, daha ağır, ama daha hakiki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder