8 Şubat 2016 Pazartesi

JEAN PAUL SARTRE, SIIMONE DE BEAUVOIR


50 yılı aşkın bir süre yarattıkları yepyeni bir felsefe çerçevesinde yaşadılar aşklarını. Yazar, filozof ve devrimci bir kişi, Sartre ve de Beauvoir, evlilik v tekeşlilik kıskacına girmeden sürdürdüler ilişkilerini. Her şeyi anlattılar birbirlerine, her şeyi paylaştılar. Yataklarına giren insanları bile. Çağının en önemli filozoflarından Legion d’Honneur ve 1964 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi sol akımın önde gelen düşünürlerinden biri olan Sartre’ın cenazesini taşıyan araba,  yazarın Paris’teki “mahallesi” Left Bank’tan, arkasında birbirinden habersizce toplanmış 50 bin kişi tarafından uğurlandı. Sartre’ın 50 yıllık aşkı ve en yakın dostu olan filozof-yazar Simone de Beauvoir bu ölüm üzerine şunları yazdı: Onun ölümü bizi ayırdı. Ben ölünce tekrar birleşeceğimize inanmıyorum. Ama zaten en önemlisi, yaşamı, fevkalade bir uyum içinde paylaşmış olmamız. Kuramını hazırladıkları ve hayata geçirdikleri Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) akımına göre herhangi bir kozmik plan ya da üstün otorite yoktu. Devlet, toplum yada aile gibi kavramları reddediyor, bireyin kendi kaderini kendisinin tayin ettiğini savunuyorlardı. Özgürsün, bundan dolayı seçimini kendin yapabilirsin diye yazıyordu Sartre. Bu cümle daha sonra 60’larda yaşanacak çılgın, özgür seksi savunan, bir anlamda deneysel yaşam tarzının atasözü haline geldi. Sartre ve de Beauvoir bu felsefenin kuramını geliştirmekle kalamayıp, hayatlarını da bu çizgide sürdürdüler. Sorumluluk ve özgürlük arasındaki tansiyonu azaltabilmek için de, kendi içlerinde garip ilişki düzeni kurdular. Evliliği,  tekeşliliği ve birlikte yaşamayı reddediyor buna karşılık ilginç bir mahremiyeti içinde barındırıyordu ilişkileri.... Her ikisi de Paris’in Left Bank banliyösünde doğdular, ölene dek orada yaşadılar. 1905 yılında doğan Sartre, dul annesiyle aynı odayı paylaşıyordu. Bir keresinde “Her şeyi, ama her şeyi ona anlatırdım” diye yazmıştı. Büyükbabası tarafından bir dahi olacağına inandırılarak yetiştirilmişti, annesi ise küçük oğlunun büyük bir yazar olmasını istiyordu. İlk başlarda küçük dahi çocuğu oynamak çok hoşuna gidiyordu. Sartre’ın. Ancak sonraları başkalarının gözünde “bir şey” olmanın saçmalığı fikrine vardı ve tüm bu dönemi “sahte” diye tanımladı. De Beauvoir Sartre’dan üç yıl sonra doğdu. Çocukluk yıllarında “çocuk” diye adlandırılmaktan nefret etti. Şiddete yönelebilen bir zalimliği vardı ve ailesi tarafından kontrol edilemeyen bu tutumlarını “Sıradışılığın, o zaman tanımlayamadığım kökenleri” diye anlattı sonraları. Küçücük yaşta ateist olmaya karar verdiğinde, travmatik bir boşluk yaşadı. Bu sıkıntılı dönem küçük kızın hayatında bir dönüm noktası oldu. Aynen Sartre gibi, de Beauvoir da Tanrı’yı reddedikten  sonra yepyeni bir felsefi sistem arayışına başladı. Genç kızlık döneminde, her hangi  bir yetişkin kadının “sıkıcı” ihtiyaçlarından yola çıktı: Seks, iş ve özgürlük... Bu üç konudaki tüm gelenekleri yıkarak, ileride herkes tarafından kabullenilecek “Feminizm’in Anası” rolüne soyunmuştu. 1949’da yazdığı “İkinci Cins” uluslararası alanda best-seller oldu ve 70’lerdeki kadın hareketinin önünü açtı. Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi yaparken ona “le  Castor” (Kunduz) adını taktılar. Çünkü aynen kunduz misali, çok sağlam çalılık inşa edebilmek için kendi gibi olanlarla birlikte çalışmayı biliyordu. Sartre’la da öğrenciliğinin son döneminde, 1929’da tanıştı. Tanıştıktan çok kısa bir süre sonra, hayata aynı açılardan baktıklarını fark ettiler: Burjuva değerlerini çöpe atarak, yepyeni bir felsefe yaratmaya yönelik cesaretle yaşamak... Birlikte ama özgür olun. Evliliği, aynen sadakat gibi göz ardı edin. Bu fikirler Sartre için çok uygundu; genç ve güzel kızların çekiminden kurtulamayan bir seks anarşistiydi.  Aralarındaki ilişkide tekeşlilik, sadakat kavramlarının yerine,  yaşadıkları “her şeyi” birbirlerine anlatarak “saydam” olmayı koymuşlardı. İkili bu dürüstlüğü, ilişkileri için evlilikten çok daha büyük bir güvence olarak görüyordu. 1933’te birlikte gittikleri bir Londra seyahatinde Sartre genç kadını “Cynara” filmine götürdü. Filmin en ünlü cümlesi “Sana, kendimce hep sadık kaldım”, artık çiftin felsefesini tanımlıyordu. 1938’de ikili, sanatçıların buluştuğu Montparnasse’ı kendilerine mekan seçtiler. Hotel Mistral’in değişik katlarında tuttukları odalarda yaşamaya, yazılarını da bügün Paris’in en ünlü cafe’leri olan “Cafe de Flore” ve “Deux Magots”da yazmaya başladılar. Bu süreçte, de Beauvoir’ın da büyük desteğiyle Sartre’ın “Bulantı” romanı büyük bir başarı kazandı. Kitap, “Kunduz”a ithaf edilmişti. Sartre’ın hayal kahramanlarından oluşan küçük hikayelerini topladığı ve yazar Andre Gide tarafından “bir başeser” diye tanımlanan “Duvar” kitabı ise, Olga’ya imzalanmıştı. Sartre bir süre sonra Olga’nın kızkardeşi Wanda’yla ilgilenmeye başladı. Beauvoir Sartre’ın eski öğrencisi Jacques-Laurent Bost ile ilişkiye girdi. Bu adam aynı zamanda Olga’nın sevgilisiydi. 3 Eylül 1939’da savaşın ilanıyla birlikte Sartre askere çağrıldı ve Paris’ten ayrıldı. 1941’de birtakım sahte kağıtlar sayesinde kamptan kaçtı, Nazi işgali altındaki Paris’te Simone’la buluştu ve hemen  Left Bank’ta bir karşı cephe oluşturma için çalışmalara başladı. Tam da bu dönemde “aile” ilk trajedisini yaşadı: Natalie Sorokin’in 19 yaşındaki Musevi erkek arkadaşı Alman subayları tarafından vuruldu. Savaş iki sevgiliyi politikayla yakından ilgilenir hale getirmişti. Bireyin özgürlüğünden yola çıkan felsefelerini şimdi de topluma uyarlamak üzere çalışıyorlardı. Sartre’ın 1945’te kaleme aldığı “Les Temps Modernes (Modern Zamanlar), dönemin en etkili sol yazın oldu. Beauvoir’in “İkinci Cins” kitabı artık 40’larına geliş olan yazara büyük bir ün getirdi. “Kadın doğulmaz, olunur” cümlesi de kitabın sürükleyici cümlesi oldu. Varoluşçu inancı ona kişinin toplumun kendisine biçtiği rolü oynadığını, kimsenin belli kimlikle doğmadığını söylüyordu. Bu kitap feminist düşünceleri beslemek amacıyla değil, tamamen genç kadının kedi takıntılarını anlatmak adına yazılmıştı. Ama öyle bir damara basmıştı ki, tüm dünyadan milyonlarca kadın bu kitabı bir klasik haline getirdi. Kitap kutsal annelik rolünü, ikincil kişi olmayı, silik kişiliği ve parazit gibi yaşama dürtüsünü anlatıyordu; umulduğu üzere, Vatikan’ın kara listesine girdi. Beauvoirr bu kez de Claude Lanzmann isimli, 27 yaşındaki yazarla gönül ilişkisine girdi. 1961’de iki sevgili Cezayir’in özgürlük savaşına karşı Fransa’ya tepki göstermeye başladılar. O kadar radikal çalışmalar yapıyorlardı ki, 5000 Fransız askeri Champs Elysee’de bir yürüyüş yaptılar ve saatlerce “Sartre’a ölüm!” diye bağırdılar. Aynı günlerde ünlü yazarın evi iki kez bombalandı. İkilinin Mao, Castro, Guevara, Khrushchev ve Tito’yla el sıkışırken görüldükleri fotoğraflar ortalıkta dolaşmaya başladı. Sartre 28 yaşındaki Musevi asıllı Cezayirli bir kızı Arlette El-Kaim’i evlat  edinince kıyamet koptu. Kız Sartre’ın sekreterliğini yapıyordu. Daha sona 1981’de, de Beauvoir da Sylvie le Bon’u evlat edindi. Basın uzun süre bu evlatlık işinin “aile”nin bir üyesi olmakla aynı olup olmadığını sorup  durdu. De Beauvoir ise bu tip soruları, bu ilişkinin kimsenin anlayamayacağı kadar özel bir “aile” üyeliğinden farklı olduğunu söyleyerek geçiştirdi. 1970’de iki sevgili Mao’cu bir yayın olan “La Cause du Peuple”ü dağıtma suçundan tutuklandılar. Sartre artık neredeyse kör olmuştu ve yazı yazması yasaklanmıştı. De Beauvoir’ın tüm karşı çıkışlarına rağmen her gün daha fazla alkol tüketiyordu. 15  Nisan 1980’de Sartre’ın ölümüyle birlikte kendisi de çok ağır  bir zatürreye yakalandı. Ömrünün geri kalanında, yani 14 Nisan 1986 yılına kadar,  Sartre’ın küllerinin gömüldüğü Montparnasse’daki mezarlığa bakan evde yaşadı.  Tüm Fransa radyo ve televizyonları yayınlarını keserek, bu ölümü duyurdular. Ömür boyu süren sıradışı aşkları, ölümde de ikiliyi bir araya getirdi. Simone, Jean-Paul’un yanına gömüldü.
Sen en muhteşem, en entelektüel, en iyi ve en coşkulu kadınsın. Sen sadece hayatım değil, hayatımdaki tek dürüstlüksün.
60’lardaki ahlaki çöküntünden sorumlu tutuldu Sartre. Buna yanıtı ilginç oldu: Özgürlük, cesaret ve sorumluluk gerektirir. Her hareket geleceği yaratır, kolay değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder