Birmanya’da kadınların sürdürdüğü
bir gelenek var; boyunlarının, taktıkları halkalarla gerilmesini, uzamasını
sağlamak. Zürafa kadınların miniminnacık olduklarını görmek bizi bir hayli
şaşırtıyor. Bu küçük kadınların adımları da küçücük; ayak bileklerine geçirdikleri
halkalar yürümelerini engelliyor. Küçük eller de gümüş bilekliklerin hakimiyeti
altındaymış izlenimini veriyor. Ve son olarak, 25 cm uzunluğundaki boyunda yer
alan tek bir halka. Zürafa kadın olmak, çocukluktan itibaren hareket imkanını
kısıtlayan bir cehennem azabını mı yoksa soylu bir ayrıcalık kazandıran bu
özgürlüğün verdiği hazzı mı getirir beraberinde? Paris’teki Guimet Müzesi’nin
Uzakdoğu Kütüphanesi’ndeki araştırmamızın sonucunda, zürafa kadınların
varlığının, ilk kez 19.yüzyılın sonlarına doğru İngiliz etnologlar tarafından
saptandığını öğrenmiştik. Bu halkların kökenine indikçe, o döneme ait
topladığımız bilgilerde farklılıklar olduğu gördük. Bugün de halkların kökeni
belirli bir sebebe dayandırılamıyor. Bir rivayete göre halkalar, zina suçu
işlemiş kadınlar için; bi diğerini göre; tarlada çalışan kadınlar, boyunlarını
olası kaplan saldırılarından korumak için takıyorlarmış. Halkaların takılma
gerekçeleri bu kadarla kalmıyor; bir söylentiye göre erkekler, eşlerinin başka
bir erkek tarafından beğenilip, akıllarının çelinmesini engellemek için onları
bilinçli olarak çirkinleştirmek istiyor; ya da yine erkekler, bu defa,
zenginliklerini göstermek amacıyla eşlerinin boyunlarına halka geçiriyorlar.
Halkaların incelttiği baldırlar, daralttığı yüzler, düşük omuzlar ve bozulan
köprücük kemikleri... Sakatlıklara yol açan bütün bu deformasyonların
zürafa kadınları durgun, mutsuz, hastalıklı tembel kıldığını düşünüyoruz, ister
istemez. Oysa gerçekler hiç de öyle değil: Yılmadan tarlalarda boy gösterdiklerini,
meyve topladıklarını, çeltik yetiştirdiklerini, dikiş diktiklerini ve dans
ettiklerini öğrenmek bizi bir kez daha hayrete düşürüyor. Dikkatimizi çeken bir
başka şey de, ateşin üstünde sürekli kaynayan, içine çeşitli otların atıldığı
çorba. Yemeklerini hep birlikte değil, adeta gizlenircesine tek başına
yiyorlar. Yanlarına yaklaşınca nefeslerinden yayılan sarımsak ve zencefil
kokusunu duyuyoruz; pembe dişetleri neredeyse boş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder