8 Ekim 2016 Cumartesi

zürafa kadınlar


Birmanya’da kadınların sürdürdüğü bir gelenek var; boyunlarının, taktıkları halkalarla gerilmesini, uzamasını sağlamak. Zürafa kadınların miniminnacık olduklarını görmek bizi bir hayli şaşırtıyor. Bu küçük kadınların adımları da küçücük; ayak bileklerine geçirdikleri halkalar yürümelerini engelliyor. Küçük eller de gümüş bilekliklerin hakimiyeti altındaymış izlenimini veriyor. Ve son olarak, 25 cm uzunluğundaki boyunda yer alan tek bir halka. Zürafa kadın olmak, çocukluktan itibaren hareket imkanını kısıtlayan bir cehennem azabını mı yoksa soylu bir ayrıcalık kazandıran bu özgürlüğün verdiği hazzı mı getirir beraberinde? Paris’teki Guimet Müzesi’nin Uzakdoğu Kütüphanesi’ndeki araştırmamızın sonucunda, zürafa kadınların varlığının, ilk kez 19.yüzyılın sonlarına doğru İngiliz etnologlar tarafından saptandığını öğrenmiştik. Bu halkların kökenine indikçe, o döneme ait topladığımız bilgilerde farklılıklar olduğu gördük. Bugün de halkların kökeni belirli bir sebebe dayandırılamıyor. Bir rivayete göre halkalar, zina suçu işlemiş kadınlar için; bi diğerini göre; tarlada çalışan kadınlar, boyunlarını olası kaplan saldırılarından korumak için takıyorlarmış. Halkaların takılma gerekçeleri bu kadarla kalmıyor; bir söylentiye göre erkekler, eşlerinin başka bir erkek tarafından beğenilip, akıllarının çelinmesini engellemek için onları bilinçli olarak çirkinleştirmek istiyor; ya da yine erkekler, bu defa, zenginliklerini göstermek amacıyla eşlerinin boyunlarına halka geçiriyorlar. Halkaların incelttiği baldırlar, daralttığı yüzler, düşük omuzlar ve bozulan köprücük kemikleri... Sakatlıklara  yol açan bütün bu deformasyonların zürafa kadınları durgun, mutsuz, hastalıklı tembel kıldığını düşünüyoruz, ister istemez. Oysa gerçekler hiç de öyle değil: Yılmadan tarlalarda boy gösterdiklerini, meyve topladıklarını, çeltik yetiştirdiklerini, dikiş diktiklerini ve dans ettiklerini öğrenmek bizi bir kez daha hayrete düşürüyor. Dikkatimizi çeken bir başka şey de, ateşin üstünde sürekli kaynayan, içine çeşitli otların atıldığı çorba. Yemeklerini hep birlikte değil, adeta gizlenircesine tek başına yiyorlar. Yanlarına yaklaşınca nefeslerinden yayılan sarımsak ve zencefil kokusunu duyuyoruz; pembe dişetleri neredeyse boş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder