16 Mayıs 2013 Perşembe

erkek kısmı



Ahmet Altan’ında bir kitabında anlattığı gibi; kadınlar geçmişi ve geleceği düşündüklerinden huzursuz, erkekler bugünü düşündükleri için anlayışsız olurlar. Ne var ki, doğanın kanunu gereği bu iki zıt insan birlikte yaşamak zorundadırlar. Peki, kadın ve erkeğin hiç tartışmadan, hayatı birbirlerine zindan etmeden yaşamaları mümkün değil mi? Mümkün, hiç olmazsa bunu en aza indirgemek mümkün. Gerekli olan onları biraz olsun tanıyabilmek ve çoğu zaman da oldukları gibi kabullenmek. 
 
 Erkek kısmı, yalnızca bir biyolojik tanımın ötesinde, tarihsel yüklerin, kültürel beklentilerin ve içsel çatışmaların taşıyıcısıdır. Toplum, erkeği çoğu zaman bir rolün içine hapseder: güçlü olmalı, susmalı, korumalı, yön vermeli. Bu roller, bireyin öz benliğiyle değil; dışsal bir normlar dizgesiyle şekillenir. Erkek olmak, çoğu zaman bir kimlik değil; bir performanstır. Ve bu performans, ne kadar başarıyla sergilenirse sergilensin, ardında çoğu zaman bir sessizlik, bir yorgunluk ve bir yabancılaşma bırakır.

Erkek kısmı, duygularını bastırmakla yüceltilmiş; kırılganlığı inkâr etmekle tanımlanmıştır. Oysa insan, duygularıyla bütündür; bastırılan her duygu, bir eksiklik değil, bir yaradır. Erkekliğin bu tek yönlü inşası, bireyi kendi içsel hakikatinden uzaklaştırır. Çünkü gerçek güç, susmakta değil; konuşabilmekte, gösterebilmekte, paylaşabilmektedir. Erkek kısmı, bu paylaşımı çoğu zaman tehdit olarak algılar—çünkü ona öğretilen, duygunun değil, dayanıklılığın makbul olduğudur.

Erkek olmak, bir varoluş biçimi değil; bir beklentiler bütünü hâline getirildiğinde, birey kendi içsel ritmini kaybeder. Bu kayıp, dışarıdan fark edilmez; çünkü erkek kısmı, çoğu zaman sessizce çöker. Onun çöküşü, bir çığlıkla değil; bir suskunlukla gelir. Ve bu suskunluk, yalnızca bireyin değil; toplumun da kaybıdır. Çünkü erkek kısmı, kendini ifade edemediğinde, yalnızca kendini değil; etrafını da eksiltir. Duygudan yoksun bir erkeklik, insanlıktan da yoksun kalır.

Sonuçta erkek kısmı, yeniden tanımlanmalıdır—güçle değil, hakikatle; sessizlikle değil, sesle; rol ile değil, varlıkla. Erkek olmak, bir kalıba girmek değil; o kalıpları sorgulayabilmektir. Çünkü insan, ancak kendini tanıdığında başkasını da tanıyabilir. Erkek kısmı, bu tanımanın eşiğinde durur: ya içe dönecek ve kendini yeniden kuracak, ya da dışa kapanıp kendi yankısında kaybolacaktır. Ve belki de en büyük cesaret, bu dönüşü başlatabilmektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder