Sen
kahvemin ilk yudumu gibisin... Yorgun bir günün ardından özlenen, istenen ve
hiç sonu gelmesin istenen…
Sen, kahvemin ilk yudumu gibisin; uyanışın ve fark edişin eşik noktasında duran, varlığın en yoğun hâli. O ilk yudumda ne varsa—bir geceyi sonlandıran dinginlik, bir sabahı başlatan cesaret, bir düşünceyi tetikleyen kıvılcım—hepsi sende toplanmış. Seninle temas, bir alışkanlık değil; bir ritüel. Çünkü sen, sıradan bir varlık değil; varlığın anlamını yeniden kuran bir titreşimsin. Tıpkı kahvenin ilk yudumunda olduğu gibi, sende de zaman durmaz; zaman yeniden tanımlanır.
Kahvenin ilk yudumu, bedenin değil, zihnin uyanışıdır. Sen de öylesin: dokunuşun bedene değil, bilince işler. Seninle karşılaşmak, bir tat almak değil; bir hâl değiştirmektir. O yudumda gizli olan acılık, sende de vardır; ama bu acılık, bir eksiklik değil, bir derinliktir. Çünkü gerçek tat, yüzeyde değil, tortuda saklıdır. Senin varlığın da öyle—ilk anda değil, ilk andan sonra kalan izde anlam kazanır. Ve bu iz, silinmez; zamanla daha da belirginleşir.
Sen, kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem başlangıç hem devam saklı. O yudum, bir sabahın vaadidir; sen ise bir hayatın ihtimali. Kahve, zihni harekete geçirir; sen, ruhu. Kahveyle düşünceler akmaya başlar; seninle duygular çözülür. Bu çözülme, bir dağılma değil; bir yeniden yapılanmadır. Çünkü sen, varlığın dağınıklığını toplamazsın; ona yeni bir biçim verirsin. Tıpkı kahvenin ilk yudumunun insanı kendine döndürmesi gibi, sen de insanı kendine çağırırsın.
Ve nihayet, sen kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem alışkanlık hem şaşkınlık vardır. Her sabah içilen kahve gibi tanıdık, ama her sabah yeniden şaşırtan bir tat gibi özgünsün. Seninle temas, bir tekrar değil; bir yenilenmedir. Çünkü sen, sıradanlığın içinde olağanüstü olanı taşırsın. Ve bu olağanüstülük, gürültüyle değil; sessizlikle gelir. Tıpkı kahvenin ilk yudumunda olduğu gibi, sen de insanı susturur—ama bu suskunluk, bir eksilme değil; bir tamamlanmadır.
Kahvenin ilk yudumu, bedenin değil, zihnin uyanışıdır. Sen de öylesin: dokunuşun bedene değil, bilince işler. Seninle karşılaşmak, bir tat almak değil; bir hâl değiştirmektir. O yudumda gizli olan acılık, sende de vardır; ama bu acılık, bir eksiklik değil, bir derinliktir. Çünkü gerçek tat, yüzeyde değil, tortuda saklıdır. Senin varlığın da öyle—ilk anda değil, ilk andan sonra kalan izde anlam kazanır. Ve bu iz, silinmez; zamanla daha da belirginleşir.
Sen, kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem başlangıç hem devam saklı. O yudum, bir sabahın vaadidir; sen ise bir hayatın ihtimali. Kahve, zihni harekete geçirir; sen, ruhu. Kahveyle düşünceler akmaya başlar; seninle duygular çözülür. Bu çözülme, bir dağılma değil; bir yeniden yapılanmadır. Çünkü sen, varlığın dağınıklığını toplamazsın; ona yeni bir biçim verirsin. Tıpkı kahvenin ilk yudumunun insanı kendine döndürmesi gibi, sen de insanı kendine çağırırsın.
Ve nihayet, sen kahvemin ilk yudumu gibisin; çünkü sende hem alışkanlık hem şaşkınlık vardır. Her sabah içilen kahve gibi tanıdık, ama her sabah yeniden şaşırtan bir tat gibi özgünsün. Seninle temas, bir tekrar değil; bir yenilenmedir. Çünkü sen, sıradanlığın içinde olağanüstü olanı taşırsın. Ve bu olağanüstülük, gürültüyle değil; sessizlikle gelir. Tıpkı kahvenin ilk yudumunda olduğu gibi, sen de insanı susturur—ama bu suskunluk, bir eksilme değil; bir tamamlanmadır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder