Kadının
yaratılışı:
“Tanrı
yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, sisin
gözyaşını aldı; rüzgârın kararsızlığını, tavşanın ürkekliğini buna ekledi. Onların
üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını,
ateşin yakıcılığını, kışın soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun
sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadını yaptı. Yaptığı
kadını erkeğe armağan etti. 
Erkeğin
yaratılışı:
Tanrı,
kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini,
tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetinin aldı; sülüğün yapışkanlığını, kedinin
nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini onlara ekledi.
Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin
vızıltısını kattı ve erkeği yarattı. Yarattığı erkeği, adam etsin diye kadına
verdi”.
 Hint mitolojisinde kadın ve erkeğin yaratılışı, doğanın unsurlarından ilham alan sembolik bir anlatımla dile getirilir. Bu anlatım, hem şiirsel hem de felsefî bir derinlik taşır; çünkü burada yaratılış, yalnızca fiziksel bir oluş değil, karakterin ve ruhun da biçimlenmesidir.
🔸 Kadının Yaratılışı
Tanrı, kadını yaratırken doğanın en zarif, en çelişkili ve en etkileyici unsurlarını bir araya getirir:
- Yaprağın hafifliği, ceylanın bakışı, güneş ışığının kıvancı, sisin gözyaşı, rüzgârın kararsızlığı, tavşanın ürkekliği…
- Bunlara taşların sertliği, balın tadı, kaplanın yırtıcılığı, ateşin yakıcılığı, kışın soğuğu, saksağanın gevezeliği ve kumrunun sevgisi eklenir.
Tüm bu unsurlar karıştırılır, eritilir ve kadın yaratılır. Ardından Tanrı, bu kadını erkeğe armağan eder⁽¹⁾⁽²⁾.
🔸 Erkeğin Yaratılışı
Erkeğin yaratılışı ise daha sert, daha kaba ve daha çelişkili unsurlarla şekillenir:
- Kaplumbağanın yavaşlığı, boğanın bakışı, fırtına bulutlarının kasveti, tilkinin kurnazlığı, boranın dehşeti…
- Sülüğün yapışkanlığı, kedinin yaramazlığı, hindinin kabarışı, gergedan derisinin sertliği…
- Bunların üzerine ayının kabalığı, bukalemunun şıpsevdiliği ve sivrisineğin vızıltısı eklenir.
Tanrı, bu unsurları birleştirerek erkeği yaratır ve onu “adam etsin” diye kadına verir⁽²⁾.
Bu anlatım, Hint mitolojisinin doğayla kurduğu derin ilişkiyi ve insanı doğanın bir yansıması olarak görme biçimini yansıtır. Kadın ve erkek, burada yalnızca karşıtlıklarla değil; tamamlayıcılıkla da tanımlanır. Her biri, doğanın farklı yönlerini taşır ve birlikte varoluşun bütününü oluştururlar.
🔸 Kadının Yaratılışı
Tanrı, kadını yaratırken doğanın en zarif, en çelişkili ve en etkileyici unsurlarını bir araya getirir:
- Yaprağın hafifliği, ceylanın bakışı, güneş ışığının kıvancı, sisin gözyaşı, rüzgârın kararsızlığı, tavşanın ürkekliği…
- Bunlara taşların sertliği, balın tadı, kaplanın yırtıcılığı, ateşin yakıcılığı, kışın soğuğu, saksağanın gevezeliği ve kumrunun sevgisi eklenir.
Tüm bu unsurlar karıştırılır, eritilir ve kadın yaratılır. Ardından Tanrı, bu kadını erkeğe armağan eder⁽¹⁾⁽²⁾.
🔸 Erkeğin Yaratılışı
Erkeğin yaratılışı ise daha sert, daha kaba ve daha çelişkili unsurlarla şekillenir:
- Kaplumbağanın yavaşlığı, boğanın bakışı, fırtına bulutlarının kasveti, tilkinin kurnazlığı, boranın dehşeti…
- Sülüğün yapışkanlığı, kedinin yaramazlığı, hindinin kabarışı, gergedan derisinin sertliği…
- Bunların üzerine ayının kabalığı, bukalemunun şıpsevdiliği ve sivrisineğin vızıltısı eklenir.
Tanrı, bu unsurları birleştirerek erkeği yaratır ve onu “adam etsin” diye kadına verir⁽²⁾.
Bu anlatım, Hint mitolojisinin doğayla kurduğu derin ilişkiyi ve insanı doğanın bir yansıması olarak görme biçimini yansıtır. Kadın ve erkek, burada yalnızca karşıtlıklarla değil; tamamlayıcılıkla da tanımlanır. Her biri, doğanın farklı yönlerini taşır ve birlikte varoluşun bütününü oluştururlar.
 Hint mitolojisinden esinlenerek kadın ve erkeğin yaratılışını konu alan özgün, ağır ve edebi bir mitolojik anlatı:
---
Evren henüz sessizdi. Zaman, kendi nabzını duymaya yeni başlamış; varlık, biçimsiz bir öz olarak sonsuzlukta salınmaktaydı. Tanrı Brahma, yaratımın ilk kıvılcımını taşıyan düşüncesini evrenin boşluğuna bıraktığında, iki ayrı titreşim doğdu: biri yumuşak, akışkan ve sezgisel; diğeri sert, keskin ve yönelmiş. Bu iki titreşim, kadının ve erkeğin özünü taşıyordu—ama henüz biçimlenmemiş, henüz birbirinden habersizdi.
Tanrı, kadını yaratmak için doğanın en zarif çelişkilerini topladı. Güneşin sabah ışığını, ayın gece sessizliğini, rüzgârın kararsızlığını ve toprağın sabrını bir araya getirdi. Ceylanın ürkekliğini, tavşanın sezişini, balın tatlılığını ve ateşin yakıcılığını eriterek bir öz oluşturdu. Bu öz, hem kırılgan hem dirençliydi; hem sessiz hem yankılıydı. Kadın, bu özden doğdu—ve onun varlığı, evrene bir ritim, bir anlam kattı. Tanrı ona “Shakti” adını verdi: güç, ama içten gelen.
Erkeği yaratmak içinse Tanrı, doğanın yönelmiş ve dışa dönük unsurlarını topladı. Dağın sabitliğini, fırtınanın öfkesini, boğanın kararlılığını ve kaplanın gölgesini bir potada eritti. Tilkinin kurnazlığı, gergedanın direnci, boranın dehşeti ve yıldırımın ani parıltısı bu özün içine işlendi. Erkek, bu özden doğdu—ve onun varlığı, evrene bir yön, bir hareket kattı. Tanrı ona “Purusha” adını verdi: öz, ama dışa taşan.
Sonra Tanrı, Shakti’yi Purusha’ya sundu; ama bir armağan olarak değil, bir sınav olarak. Çünkü bu iki varlık, birbirini tamamlamak için değil; birbirini tanımak için yaratılmıştı. Kadın, erkeğin içini görsün diye; erkek, kadının dışını anlayabilsin diye. Ve böylece evrenin en kadim dansı başladı: yaklaşma ve uzaklaşma, dokunma ve çekilme, anlama ve unutma. Bu dans, hâlâ sürüyor. Çünkü yaratılış tamamlanmadı—her karşılaşma, bu mitin yeni bir kıvrımıdır.
---
Evren henüz sessizdi. Zaman, kendi nabzını duymaya yeni başlamış; varlık, biçimsiz bir öz olarak sonsuzlukta salınmaktaydı. Tanrı Brahma, yaratımın ilk kıvılcımını taşıyan düşüncesini evrenin boşluğuna bıraktığında, iki ayrı titreşim doğdu: biri yumuşak, akışkan ve sezgisel; diğeri sert, keskin ve yönelmiş. Bu iki titreşim, kadının ve erkeğin özünü taşıyordu—ama henüz biçimlenmemiş, henüz birbirinden habersizdi.
Tanrı, kadını yaratmak için doğanın en zarif çelişkilerini topladı. Güneşin sabah ışığını, ayın gece sessizliğini, rüzgârın kararsızlığını ve toprağın sabrını bir araya getirdi. Ceylanın ürkekliğini, tavşanın sezişini, balın tatlılığını ve ateşin yakıcılığını eriterek bir öz oluşturdu. Bu öz, hem kırılgan hem dirençliydi; hem sessiz hem yankılıydı. Kadın, bu özden doğdu—ve onun varlığı, evrene bir ritim, bir anlam kattı. Tanrı ona “Shakti” adını verdi: güç, ama içten gelen.
Erkeği yaratmak içinse Tanrı, doğanın yönelmiş ve dışa dönük unsurlarını topladı. Dağın sabitliğini, fırtınanın öfkesini, boğanın kararlılığını ve kaplanın gölgesini bir potada eritti. Tilkinin kurnazlığı, gergedanın direnci, boranın dehşeti ve yıldırımın ani parıltısı bu özün içine işlendi. Erkek, bu özden doğdu—ve onun varlığı, evrene bir yön, bir hareket kattı. Tanrı ona “Purusha” adını verdi: öz, ama dışa taşan.
Sonra Tanrı, Shakti’yi Purusha’ya sundu; ama bir armağan olarak değil, bir sınav olarak. Çünkü bu iki varlık, birbirini tamamlamak için değil; birbirini tanımak için yaratılmıştı. Kadın, erkeğin içini görsün diye; erkek, kadının dışını anlayabilsin diye. Ve böylece evrenin en kadim dansı başladı: yaklaşma ve uzaklaşma, dokunma ve çekilme, anlama ve unutma. Bu dans, hâlâ sürüyor. Çünkü yaratılış tamamlanmadı—her karşılaşma, bu mitin yeni bir kıvrımıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder