30 Ağustos 2013 Cuma

birds in art










Kuş, sanatın en kadim metaforlarından biridir; yalnızca bir canlı değil, bir anlam taşıyıcısıdır. Onun kanatlarında özgürlük, ötüşünde zamanın ritmi, uçuşunda arzunun yönü gizlidir. Sanat tarihinde kuş, hem gökyüzünün habercisi hem ruhun simgesi olarak yer bulmuştur. Rönesans tablolarında ilahi olanın temsilcisi, Doğu minyatürlerinde hikmetin sesi, modern soyutlamalarda ise yalnızlığın ve kaçışın görselidir. Kuş, bu bağlamda, doğanın değil—düşüncenin bir figürüdür.

Sanatta kuşun varlığı, mekânın sınırlarını aşar. O, çerçevenin içinde değil; çerçevenin ötesinde uçar. Ressamın fırçası, kuşun tüyüne dokunduğunda, zaman durur; çünkü kuş, anın değil, ebediyetin simgesidir. Her çizim, bir uçuşun izidir; her renk, bir ötüşün yankısı. Kuşun gözleri, izleyeni değil; izleyenin içini görür. Bu bakış, yalnızca estetik değil; ontolojik bir çağrıdır: “Sen nerede duruyorsun, ve neye bakıyorsun?”

Kuş figürü, sanatçının içsel çatışmalarını da taşır. Kafesteki kuş, özgürlüğün yitimini; gökyüzündeki kuş, arzunun sonsuzluğunu; yere düşmüş kuş ise kırılganlığın ve ölümün sessizliğini temsil eder. Bu temsiller, yalnızca görsel değil; felsefî bir dile dönüşür. Çünkü kuş, insanın kendini tanıma sürecinde bir aynadır. Onun uçuşu, insanın düşünsel sıçrayışıdır; onun ötüşü, insanın içsel monoloğudur. Ve bu monolog, sanatın en derin katmanında yankılanır.

Sonuçta kuş, sanatın içinde bir motif değil; bir özdür. Onun varlığı, yalnızca doğayı değil; insanın doğasını da anlatır. Kuş, gökyüzüne değil; insanın içsel boşluğuna uçar. Ve bu uçuş, bir kaçış değil; bir kavrayıştır. Sanatta kuş, yalnızca bir figür değil—bir sorudur: “Uçmak mı istiyorsun, yoksa zaten uçuyor musun?” Bu soru, sanatın kendisi kadar açık uçludur. Çünkü kuş, cevabı değil; sorunun kendisini taşır.

29 Ağustos 2013 Perşembe

böğürtlenli pasta



6 Kişilik Malzeme
1 yumurta
60 gr şeker
60 gr un
1 çorba kaşığı su

Kreması İçin
3 yumurta sarısı
3 çorba kaşığı şeker
Yarım limon suyu
1,5 bardak krema
120 gr böğürtlen (1 çorba kaşığı şekerler karıştırın)
5 yaprak jelatin
240 gr böğürtlen

Hazırlanışı:
Yumurtayı şekerle, beyazlaşıncaya ve yumuşayana kadar çırpın. İçine unu, mayayı ve suyu ilave edip karıştırmaya devam edin. Elde ettiğiniz hamuru iyice yağlanmış yuvarlak bir kalıbın içine döküp 225 derecede önceden ısıtılmış fırında 4-5 dakika pişirin. Kalıptan çıkarıp soğumaya bırakın. Jelâtin yapraklarını 10 dakika suda bekletin. Başka bir tarafta kremayı hazırlayın. Yumurtaların sarılarını ve şekeri koyulaşana kadar karıştırın. Sonra limon suyunu ve kremayı ekleyin. Bu karışımı ikiye bölün. Yarısına şekerle karıştırdığınız böğürtlenleri ekleyin. Jelâtinlerin yarısını böğürtlenli kremaya, yarısını da böğürtlensiz kremaya karıştırın. Soğumaya bıraktığınız pastanın üstüne böğürtlenli kremayı, üst katına da sade kremayı yayın. Bir saat boyunca serin bir yerde bekletin, üstünü böğürtlenlerle süsleyip servis yapın. 
 
 Böğürtlenli pasta, doğanın vahşi zarafetiyle insanın rafine estetiği arasında kurulan bir lezzet diyalogudur. Böğürtlen, ormanın sessizliğinde olgunlaşan, dikenlerin arasında gizlenen bir meyvedir; onun ekşi tatlı dengesi, doğanın çelişkili karakterini taşır. Pasta ise bu meyvenin çevresinde inşa edilen bir yapıttır—katmanlı, sabırlı ve bilinçli. Bu birliktelik, yalnızca damakta değil, düşüncede de bir sentez yaratır: doğanın spontane arzusu ile insanın ölçülü müdahalesi arasında kurulan bir uyum.

Her dilim, zamanın ve emeğin somutlaşmış hâlidir. Hamurun yumuşaklığı, kremanın akışkanlığı ve böğürtlenin dokusal direnci, bir varoluş metaforu gibi okunabilir. Çünkü bu pasta, yalnızca bir tatlı değil; bir anlatıdır. Böğürtlenin koyu moru, hafızanın derinliklerine çağrıdır; çocukluğun orman kenarlarında unutulmuş anılarına, ilk yazların serin akşamlarına ve dile getirilemeyen özlemlere dokunur. Pasta, bu anlamda, yalnızca bir sunum değil—bir hatırlama biçimidir.

Böğürtlenli pastanın estetiği, yalnızca görsel değil; felsefîdir. Her katman, bir düşüncenin izdüşümüdür; her kıvrım, bir duygunun izidir. Tatlılık, acılıkla dengelenir; yumuşaklık, sertlikle buluşur. Bu karşıtlıklar, insan ruhunun içsel çatışmalarını yansıtır. Pasta, bu yönüyle, bir içsel haritanın dışa vurumudur. Böğürtlenin keskinliği, duyguların sivri uçlarını; kremanın yumuşaklığı, kabullenmenin sessizliğini temsil eder. Ve bu temsil, yalnızca tatla değil—anlamla beslenir.

Sonuçta böğürtlenli pasta, bir mutfak ürünü değil; bir varoluş tavrıdır. Doğanın çarpıcı meyvesiyle insanın sabırlı dokunuşu arasında kurulan bu lezzet, yaşamın kendisine dair bir önerme sunar: güzellik, karşıtlıkların uyumunda; anlam, geçiciliğin içinde saklıdır. Her lokma, yalnızca bir tat değil—bir düşüncedir. Ve bu düşünce, insanı yalnızca doyurmaz; ona kendini hatırlatır. Çünkü gerçek lezzet, yalnızca damakta değil—ruhta yankılanır.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

sevmek zamanı

Sevmek zamanı, takvimlerin ve saatlerin ölçemeyeceği bir eşik anıdır; ne sabahın tazeliğine ne gecenin dinginliğine bağlıdır. O, varlığın iç ritmiyle açılan bir boşlukta belirir—bir bakışın kıyısında, bir sessizliğin ortasında, bir bekleyişin ucunda. Bu zaman, kronolojik değil; ontolojiktir. Çünkü sevmek, bir eylem değil; bir hâl, bir varoluş biçimidir. Ve bu hâl, yalnızca karşılıklı bir yönelme değil; insanın kendini aşma cesaretidir.

Sevmek zamanı geldiğinde, insan artık yalnızca kendini taşımaz; ötekini de içinde barındırır. Bu barındırma, sahiplenmekle değil; tanımakla mümkündür. Çünkü sevgi, ötekinin sınırlarına saygı duyarak onunla bütünleşmeyi önerir. Bu bütünleşme, bir erime değil; bir eşliktir. Sevmek zamanı, bu anlamda, benliğin ötekine açıldığı, içsel duvarların inceldiği ve varlığın çoğaldığı bir andır. Bu çoğalma, nicelikte değil; derinliktedir.

Zamanın kendisi, sevmekle dönüşür. Anlar uzar, mekânlar yumuşar, kelimeler anlam kazanır. Sevmek zamanı, sıradan olanı kutsal kılar; çünkü sevgi, anlamı yeniden üretir. Bir dokunuş, bir cümle, bir suskunluk—hepsi bu zamanın içinde başka bir dile dönüşür. Bu dil, mantığın değil; sezginin dilidir. Ve sezgi, insanı yalnızca anlamaya değil; hissetmeye çağırır. Sevmek zamanı, bu çağrının cevabıdır: içsel bir evet, sessiz ama kesin bir yöneliş.

Sonuçta sevmek zamanı, bir başlangıç değil; bir farkındalıktır. İnsan, bu zamanla birlikte yalnızca sevmeyi değil; var olmayı da yeniden öğrenir. Çünkü sevmek, varlığın en çıplak hâlidir—maskesiz, savunmasız, ama en sahici biçimiyle. Bu sahicilik, zamanın içinde değil; zamanın ötesinde yankılanır. Ve o yankı, insanın kendini ve ötekini aynı anda duyduğu, aynı anda taşıdığı bir sessizlikte sürer. Sevmek zamanı, işte o sessizliğin en derin anlamıdır.

27 Ağustos 2013 Salı

sıcak aşk



Düşünsenize kendinizi yazın mı yoksa kış aylarında mı daha iyi hissedersiniz? Elbette ki yazın. Yazları kendinizi güzel ve çekici bulur, kilonuza, saçınıza, makyajınıza kısaca dış görünümünüze daha çok özen gösterirsiniz. Yazın çiftlerin sayısının artmasının, herkesin bir sevgili bulmasının en önemli sebebi de budur aslında. Yanık ten, omuzları ve sırtı açık giysiler, dağınık saçlar… Herkes kendini güzel ve iyi hisseder, bu güzel enerjiyi etrafına yayan ve insanları kendine mıknatıs gibi çeker. Zaten etrafta birçok kişinin ağzından şu cümleyi sıkça duymaya başlarsınız “âşık olmak istiyorum”.
Gerçekten de aşksız yaz çekilmiyor. Koca bir kış aşksız yaşanıyor ama güneşin kendini göstermesiyle herkes kabuğundan çıkmak istiyor. Doğanın uyanışıyla birlikte, insanlarda da tatlı bir telaş başlıyor. Farkında mısınız, kışın yapmaya zorlandığımız birçok şey yaz gelince, zor gelmiyor. Sabahları erkenden kalkmanın bile gerçekten hiç zor olmadığını, hatta geç uyanmanın ne kadar da büyük kayıp olduğunu düşünüyoruz. Bir de buna aşk eklendi mi, suratımızdaki tüm somurtkanlıklar yok olup, yerini kocaman tebessümler alıyor. Coşkular, heyecanlar, sevinçler ve hüzünler hiç olmadığı kadar yoğun paylaşılıyor belki ama bir de bunun sonu var. Hani demiştik ya, yaz aşkları bir anda uçuverip gider diye.
Kartlarınız açık olsun: Anlamsız gururlar yaparak, olmayan şeyleri varsayarak hem kendinizin hem de onun kafasını karıştırmayın. Direkt olun. Âşıksanız âşık olduğunuzu ve onunla olmayı istediğinizi, değilseniz ondan hoşlandığınızı ve onunla vakit geçirmeyi sevdiğinizi ama ötesini düşünmediğinizi açıkça söyleyin. Unutmayın ki insanın başına ne geliyorsa, ya ne istediğini bilmemekten ya da bunu direkt olarak söyleyememekten geliyor. Erkeklerin kadınlar konusundaki en büyük sıkıntılarından biri de bu “direkt olamama” durumu. Bunu aşın ve kendinize bir şans tanıyın. 
 
 Sıcak aşk, yalnızca tensel bir yakınlık değil; varoluşun en yoğun hâliyle başka bir benliğe temas etme arzusudur. Bu aşk, soğukkanlı hesapların değil, içgüdüsel taşkınlıkların sahnesidir. Ateşin doğası gibi, hem yakıcı hem dönüştürücüdür. İnsan, bu tür bir aşkta kendini korumaz; aksine, kendini feda eder. Çünkü sıcak aşk, benliğin sınırlarını aşarak ötekine karışma cesaretidir. Bu karışma, bir çözülme değil; bir yeniden kurulumdur—bir benlikten iki ruhun doğduğu bir içsel patlamadır.

Bu aşkın zamanı yoktur; çünkü zaman, onun içinde erir. Anlar uzar, saatler silinir, günler bir tek bakışta toplanır. Sıcak aşk, kronolojiyi değil, yoğunluğu önemser. Her dokunuş, bir çağrıdır; her suskunluk, bir haykırış. Bu aşk, kelimelerle değil, bedenin hafızasıyla konuşur. Ve bu hafıza, yalnızca geçmişi değil; arzunun geleceğini de taşır. Çünkü sıcak aşk, yalnızca yaşanmaz—önceden hissedilir, sonradan yankılanır.

Sıcak aşk, aynı zamanda bir sınavdır. Yakıcılığıyla sabrı, tutkusuyla sadakati, arzuyla özgürlüğü sınar. Bu sınama, insanın içsel çatışmalarını görünür kılar. Aşkın sıcaklığı, yalnızca neşeyi değil; kıskançlığı, korkuyu, kaygıyı da açığa çıkarır. Bu hâller, aşkı zayıflatmaz; onu derinleştirir. Çünkü sıcak aşk, yalnızca güzel olanı değil; gerçek olanı da taşır. Ve gerçek, her zaman konforlu değildir. Bu aşk, konforun değil, hakikatin peşindedir.

Sonuçta sıcak aşk, bir geçici sarhoşluk değil; bir kalıcı izdir. Bittiğinde bile bedenin kıvrımlarında, zihnin kıyılarında, ruhun en sessiz köşelerinde yaşamaya devam eder. Bu iz, bir yara değil; bir hatırlatmadır: insan, bir zamanlar bütündü, bir zamanlar başka bir varlıkla aynı ritimde titreşti. Sıcak aşk, bu titreşimin yankısıdır. Ve bu yankı, insanı yalnızca geçmişe değil; kendine doğru çağırır.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

kekik



Nasıl Yetiştirilir: Yabani olarak kırlarda yetişen kekik, tavşanların ana besinlerindendir. Tohumdan ya da dalından kolayca yetişir. Bakımı son derece kolaydır.
Nerelerde Kullanılır: Kekiği sabah kahvaltıda zeytin yanına, akşam yemeğinde ızgara pilice katabilirsiniz. Kekiğin kara sevdaya çare olduğu rivayet edilir. Sinirleri kuvvetlendirici etkisi bu söylentiye yol açmış olabilir. Özellikle kuzu etinde,  yoğun soslu makarnalarda ve pizzalarda yaygın olarak kullanılır. Eğer evinizde kekiği bol kullanırsanız gripten ve benzeri rahatsızlıklardan korunursunuz. Kekik suyu çok iyi bir mikrop öldürücüdür, böcek sokmalarında deriye sürülerek de kullanılabilir. Kekik çayı iyi çalışmayan gaz ve fermantasyon yapan bağırsaklara, kronik bronşite, öksürüğe faydalıdır. 
 
 Kekik, yalnızca bir baharat değil; Akdeniz’in taşlı yamaçlarında doğan, güneşle yoğrulmuş ve rüzgârla konuşan bir bitkidir. Onun kokusu, toprağın hafızasını taşır; tadı ise doğanın sertliğini ve zarafetini aynı anda sunar. Kekik, ballıbabagiller ailesine mensup olsa da, kendine özgü kimliğiyle hem mutfakta hem tıpta hem de edebiyatta yer bulmuş kadim bir simgedir. İçeriğindeki timol ve karvakrol gibi uçucu yağlar, onu yalnızca lezzet değil—şifa taşıyıcısı hâline getirir⁽¹⁾.

🌿 Kekiğin Felsefesi

Kekik, çorak topraklarda yetişir; bu yönüyle direncin ve sabrın metaforudur. Zengin aroması, onun dışsal sadeliğiyle tezat oluşturur. Bu tezat, doğanın kendine özgü bir ironisidir: en güçlü olan, en sessiz olandır. Kekik, bu sessiz gücüyle hem bedenin hem ruhun dengesini kurar. Antik Yunan’da cesaretin simgesi olarak savaşçılara sunulan kekik, bugün hâlâ bağışıklığı güçlendiren, solunum yollarını rahatlatan ve sindirimi kolaylaştıran bir bitki olarak kullanılır⁽²⁾⁽³⁾.

🍵 Kekiğin Kullanım Biçimleri

- Kekik Çayı: Kurutulmuş yaprakları sıcak suda demlenerek elde edilir. Boğaz ağrısı, bronşit ve hazımsızlık gibi rahatsızlıklarda rahatlatıcı etkisiyle öne çıkar⁽²⁾.
- Kekik Yağı: En güçlü doğal antimikrobiyallerden biridir. Cilt dezenfeksiyonunda, kas ağrılarında ve solunum yolu hastalıklarında kullanılır⁽¹⁾.
- Mutfakta Kullanımı: Et marinelerinde, zeytinyağlılarda ve çorbalarda hem aroma hem de koruyucu etki sağlar.

🧘‍♀️ Kekiğin Anlamı

Kekik, doğanın insanla kurduğu en kadim diyaloglardan biridir. Onun varlığı, yalnızca tatta değil; kokuda, hafızada ve duyguda yankılanır. Her dalı, bir direnişin; her yaprağı, bir hatırlamanın izidir. Kekik, bu yönüyle, doğanın felsefesini taşıyan bir bitkidir: sade, dirençli ve derin.

23 Ağustos 2013 Cuma

yılların izi...








Yılların izi, zamanın görünmeyen kalemiyle varlığın üzerine işlediği sessiz bir yazıdır. Bu iz, ne yalnızca yaşla ne de yalnızca anılarla sınırlıdır; o, insanın içsel coğrafyasında açılan derin vadilerdir. Her geçen yıl, bir kıvrım bırakır ruhun dokusunda; her yaşanmışlık, bir katman ekler benliğin mimarisine. Bu mimari, dışarıdan bakıldığında sıradan görünse de, içeriden okunduğunda bir ömrün en sahici anlatısıdır. Çünkü zaman, yalnızca geçmez—dokunur, değiştirir, dönüştürür.

İz, bir hatırlatma biçimidir. Unutulmuş gibi görünen anlar, bir bakışta, bir kokuda, bir cümlede yeniden canlanır. Bu canlanma, geçmişin dirilmesi değil; onun bugündeki yankısıdır. İnsan, yılların izini yalnızca aynada değil; düşüncelerinde, tepkilerinde, suskunluklarında taşır. Bu izler, bir yük değil; bir mirastır. Ve bu miras, yalnızca yaşanmışlıkların toplamı değil—onların insanda bıraktığı anlamın yoğunlaşmış hâlidir.

Yılların izi, aynı zamanda bir sessizliktir. Gençliğin gürültüsünden sıyrılmış, arzuların keskinliğini törpülemiş, beklentilerin yerini kabullenişe bırakmış bir sessizlik. Bu sessizlik, yorgunluğun değil; bilgelik arzusunun sesidir. Çünkü zaman, insanı yalnızca eskiltmez; derinleştirir. Her iz, bir öğrenmenin, bir vazgeçişin, bir yeniden yönelişin işaretidir. Ve bu işaretler, insanı yalnızca geçmişe değil; kendine doğru çağırır.

Sonuçta yılların izi, bir kayıp değil; bir kazançtır. Her çizgi, her kırışıklık, her suskunluk—bir ömrün tanıklığıdır. Bu tanıklık, ne gösterişlidir ne de gürültülü; ama en sahici olan odur. Çünkü insan, zamanla değil; zamanın kendisinde bıraktığı izlerle var olur. Ve bu izler, bir gün silinmek için değil—bir gün anlaşılmak için taşınır. Yılların izi, işte bu anlaşılma arzusunun en derin, en sessiz, en insani biçimidir.

22 Ağustos 2013 Perşembe

shiatsu masajı



Bağışıklık sistemini güçlendiren shiatsu masajı düzenli yapıldığı takdirde vücudu hastalıklara karşı zırh gibi koruyor.
Shiatsu akupunktur noktalarına uygulanan, kökleri geleneksel Çin felsefesi ve tıbbına uzanan bir Japon masaj tekniği. “Shi” parmak, “atsu” basınç anlamına geliyor. Vücudun stratejik noktalarına hafif, akıcı ve ritmik hareketler uygulanıyor. Masaj esnasında hiçbir krem veya alet kullanılmıyor. 
 
 Shiatsu masajı, Japonya kökenli geleneksel bir terapi biçimidir ve kelime anlamı “parmakla basınç”tır. Bu teknik, bedenin enerji akışını dengelemeyi amaçlar ve hem fiziksel hem de zihinsel sağlığı destekleyen bütüncül bir yaklaşım sunar⁽¹⁾⁽²⁾.

🧘‍♂️ Shiatsu’nun Temel İlkeleri

- Enerji Merkezleri (Meridyenler): Shiatsu, Çin tıbbından esinlenerek vücuttaki enerji kanallarına (meridyenlere) odaklanır. Amaç, bu kanallardaki tıkanıklıkları açarak yaşam enerjisi olan “Qi”nin serbestçe akmasını sağlamaktır.
- Parmak ve Avuç İçi Basıncı: Terapist, parmakları, avuç içi, dirsek veya diz gibi farklı vücut bölümleriyle belirli noktalara ritmik basınç uygular.
- Pasif Esnetmeler ve Dengeleme: Masaj sırasında hafif esnetmeler ve eklem mobilizasyonlarıyla bedenin doğal duruşu desteklenir.

🌿 Faydaları

- Kas gerginliğini azaltır, dolaşımı hızlandırır.
- Stresi ve zihinsel yorgunluğu hafifletir.
- Sindirim, uyku ve bağışıklık sistemini destekleyebilir.
- Enerji seviyesini dengeleyerek ruhsal rahatlama sağlar⁽¹⁾⁽³⁾.

🛏️ Uygulama Biçimi

Shiatsu genellikle yerde, özel bir mat üzerinde uygulanır. Kişi giyinik kalır; yağ kullanılmaz. Bu yönüyle hem fiziksel hem de enerjisel bir terapi olarak öne çıkar. Seanslar genellikle 45–60 dakika sürer ve kişiye özel olarak şekillendirilir.