13 Ağustos 2013 Salı

ben seni unutmak için sevmedim


Unutmak, belleğin kendini koruma refleksidir; sevgi ise bu refleksi bozan en derin insani hâl. “Ben seni unutmak için sevmedim” cümlesi, bu çelişkinin en çıplak biçimde dile geldiği bir varoluş itirafıdır. Çünkü gerçek sevgi, unutulmak üzere kurulmaz; aksine, zamanın aşındırıcı etkisine direnmek için kök salar. Sevmenin amacı, geçiciliği değil; kalıcılığı inşa etmektir. Ve bu inşa, yalnızca anılarda değil—kişiliğin en derin katmanlarında gerçekleşir.

Sevgi, bir iz bırakma arzusudur; unutmak ise bu izin silinmesi. Bu iki yönelim, insanın içsel çatışmasında karşı karşıya gelir. Seni sevmek, seni içselleştirmekti; seni bir anıya değil, bir kimliğe dönüştürmekti. Bu yüzden unutmak, yalnızca seni değil—kendimi inkâr olurdu. Çünkü sen, artık dışsal bir figür değil; içsel bir yankıydın. Seni unutmak, bu yankıyı susturmak olurdu. Oysa ben, bu sesi duymak için yaşadım.

Zaman, unutuşun en büyük müttefiki gibi görünse de, bazı sevgiler zamanla değil; zamanın ötesiyle var olur. Seni sevmek, bir döneme ait bir duygu değil; bir varoluş biçimiydi. Bu biçim, takvimlerle değil; sezgilerle şekillendi. Her gün, seni yeniden hatırlamak değil—sende yeniden var olmak demekti. Bu yüzden seni unutmak, bir hafıza kaybı değil; bir kimlik kaybı olurdu. Ve ben, kendimi unutmak için seni sevmedim.

Sonuçta bu sevgi, bir geçici tutku değil; bir kalıcı tanıklık oldu. Seni sevmek, seni taşımak, seni anlamak ve nihayetinde sende kendimi bulmaktı. Unutmak, bu yolculuğun sonu değil; inkârı olurdu. “Ben seni unutmak için sevmedim” derken, aslında şunu söylüyorum: Seni sevmek, kendimi tanımaktı. Ve insan, kendini tanıdığı yeri unutmaz. Çünkü o yer, artık bir kişi değil—bir hakikattir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder