4 Nisan 2013 Perşembe

Ben buna aşk derim...



Aşk sarsmalı, hem de ta derinden sarsmalı! Titretmeli, hareket geçirmeli, dengeleri yok etmeli, sorgulanmamalı, sonuna kadar yaşanmalı; heyecanı ve yoğunluğu çok derin olmalı. Ben buna aşk derim. 
 
 Aşk, varlığın durağan hâline yöneltilmiş en radikal itirazdır. O, insanın kendine kurduğu düzeni altüst eden bir içsel zelzeledir; öyle ki, sarsmakla kalmaz, yeniden inşa etmeye zorlar. Aşkın dokunuşu, bir temas değil; bir titreşimdir—bedeni değil, varlığı harekete geçirir. Bu hareket, dışsal bir eylem değil; içsel bir uyanıştır. Aşk, insanı yerinden oynatır; çünkü insan, ancak yerinden oynadığında kendini tanımaya başlar.

Gerçek aşk, dengeleri gözetmez; onları yok eder. Çünkü denge, çoğu zaman bir konforun, bir alışkanlığın, bir teslimiyetin adıdır. Aşk ise bu teslimiyeti reddeder; insanı kendi sınırlarına çarptırır. Bu çarpışma, bir yıkım değil; bir doğumdur. Aşk, sorgulanmaz; çünkü sorgu, aklın işidir—oysa aşk, aklı değil, varlığı hedef alır. Aşkta mantık aranmaz; çünkü aşk, mantığın değil, sezginin dilini konuşur. Ve bu dil, yalnızca hissedilerek anlaşılır.

Aşkın yoğunluğu, zamanla değil, derinlikle ölçülür. Bir ömür süren bir aşk, yüzeyde kalabilir; bir bakışta doğan bir aşk, varlığın en derin katmanlarına ulaşabilir. Çünkü aşk, süresiyle değil, etkisiyle tanımlanır. Aşk, insanı kendine yabancılaştırır; ama bu yabancılaşma, bir kayboluş değil, bir keşiftir. İnsan, aşkla kendini tanımaz; kendini aşkla yeniden kurar. Bu kurulum, bir heyecan değil; bir varoluşsal devinimdir.

Ve nihayet, aşk sonuna kadar yaşanmalıdır—çünkü eksik yaşanan aşk, eksik yaşanmış bir hayattır. Aşk, bir ihtimal değil; bir zorunluluktur. Onu yarım bırakmak, kendini yarım bırakmaktır. Aşk, insanı tamamlamaz; ama insanı tamamlanmaya zorlar. Bu zorlama, bir baskı değil; bir çağrıdır. Ve bu çağrıya kulak veren, artık eski benliğine dönemez. Çünkü aşk, dönüşü olmayan bir eşiği geçmektir. Ben buna aşk derim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder