16 Nisan 2013 Salı

yalnızlığın keşfi





Unutmayın, yalnız kalmak hayatta başınıza gelebilecek en kötü şey değildir. Şöyle bir tarif belki daha doğru olurdu: Yalnız kalmak her türlü olasılığa açık olmak anlamına gelir. Size, kendinizi ve hayatı keşfetme fırsatı verildiyse bundan kesinlikle yakınmayın. Çünkü şikâyetlerle kaybedecek vaktiniz yok. Başkalarıyla doğru ilişkiler kurabilmenin ancak ve kendisiyle doğru ilişki kurabilmesinden sonra mümkün olacağını anlamış. Oscar Wilde’ın dediği gibi, “Kişinin kendisini sevmesi hayat boyu sürecek bir romantik ilişkinin başlangıcıdır. Kendinizle kurduğunuz ilişki sürekli olarak gelişir, güzelleşir, hiç bir zaman terk edilmezsiniz, hayal kırıklığına uğramazsınız. Bunun için çaba göstermeyi göze alamıyorsanız, yapacak bir şey yok, mutsuzluğa razı olmalısınız. Hem şunu da unutmayın: Ancak kendinizi mutlu etmeyi, öğrenirseniz, başkalarını da mutlu edebilirsiniz. Başkalarının tavsiyelerini elbette dinleyin ama kendini bunlara uymak zorunda hissetmeyin. Canınız ne istiyorsak onu yapın. D. H. Lawrence’ın sözleri kulağınıza küpe olsun: Geleceği düşünürken kederlendim, bu yüzden bundan vazgeçip marmelat yaptım. Portakal ayıklamanın ya da yerleri fırçalamanın insanı bu kadar neşelendirmesi hayret verici bir şey. Ne çeşit bir hayat istediğinizi gözünüzün önünde canlandırın. Hatta bununla yetinmeyin, hayalinizin ayrıntılı bir tarifini yazın. Daha sonra da gerçekleşmeleri için kısa ve uzun vadeli planlar yapmaya başlayın. Kendinizde hoşlandığınız şeylerin bir listesini yapın. Bunları geliştirin. Ayrıca hoşlanmadığınız şeylerin de bir listesini yapın, bunlardan kaçınmaya özen gösterin. Bir süre sora tam istediğiniz kişi haline geleceksiniz. Yani hemen hemen. Korkmaktan değil, korktuğunuz şeylerin sizi sindirmesine izin vermekten kaçının. Kendi mutluluğunuzu her şeyin üstünde tutun. Dünyada iki tür insan vardır, biri acı çekenler, bir de o acıların üstesinden gelebilenler. Amerikalı sinema ve tiyatro oyuncusu Tallulah Bankhead’in dediği gibi: Hayatımı yeniden yaşayabilseydim aynı hataları yapardım, sadece çok daha genç bir yaşta. 
Yalnızlık, çoğu zaman kaçınılan bir hâl gibi sunulur; oysa derinlemesine bakıldığında, insanın kendine en çok yaklaştığı eşiktir. Kalabalıklar içinde silikleşen benlik, yalnızlıkta belirginleşir; çünkü insan, başkalarının bakışından sıyrıldığında kendi aynasına yönelir. Bu yöneliş, bir çöküş değil; bir keşiftir. Yalnızlık, dış dünyanın gürültüsünden arınmış bir iç mekândır—orada sesler değil, yankılar konuşur.

Yalnızlık, düşüncenin en verimli toprağıdır. İnsan, yalnızken yalnızca sessizleşmez; aynı zamanda derinleşir. Zihnin kıyısında biriken sorular, yalnızlıkta merkezine doğru yol alır. Bu yolculuk, bir kaçış değil; bir yüzleşmedir. Çünkü insan, yalnız kaldığında kendini duymaya başlar. Ve bu duyma, varoluşun en çıplak hâlidir. Yalnızlık, insanın kendine dair sorularını erteleyemediği bir zaman dilimidir.

Toplumsal bağlamda yalnızlık, dışlanmışlıkla karıştırılır; oysa hakiki yalnızlık, seçilmiş bir içsel özgürlüktür. Kalabalıklar, aidiyet sunar ama çoğu zaman özgünlüğü boğar. Yalnızlık ise insanı kendi sesine, kendi ritmine, kendi hakikatine taşır. Bu taşınma, bir yalıtılmışlık değil; bir arınmadır. Yalnız kalan, yalnızca çevresinden değil; sahte benliklerinden de sıyrılır. Ve bu sıyrılma, bir eksilme değil; bir öz kazanımıdır.

Sonuçta yalnızlığın keşfi, insanın kendini yeniden kurma sürecidir. Bu süreçte sessizlik, bir boşluk değil; bir imkândır. İnsan, yalnız kaldığında neye inandığını, neyi özlediğini, neyi reddettiğini daha berrak görür. Yalnızlık, bir duvar değil; bir pencere olabilir. Ve o pencereden bakıldığında, dünya değil; insanın içindeki evren görünür. Yalnızlık, bu evrenin haritasını çıkaran sessiz bir kâşiftir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder