11 Nisan 2013 Perşembe

ceza ya da ödül...



Ceza ya da ödül her ikisi de insanı etkiler. Ama birisinde zorlama, bir diğerinde teşvik söz konusudur. Zorlamada, içten gelmeyen ve hatta içten gelene karşı bir yaptırım olduğu için başarı şansı zayıftır; sürekli takip edilmesi, her aşamada baskının hissettirilmesi gibi kişilik zedeleyici özelliği ağır basmaktadır. Ödüllendirmede ise moral kondisyonun arttığı görülür. Kişi, kendi kendini zorlar, dıştan herhangi bir baskıya gerek duymaksızın ödülü hak edecek sonuca ulaşmaya çalışır. O, zorlamadakinin aksine yaratıcı bir bireydir, yaptığı işe tüm kültürünü, tüm kabiliyetini yansıtır.
 
 
Ceza ve ödül, insanlık tarihinin en kadim ikilemlerinden biridir; yalnızca davranışları değil, düşünceleri de biçimlendiren bir ahlâk mimarisidir. Bu iki kavram, görünürde zıt kutuplar gibi durur; oysa özlerinde aynı merkezden beslenirler: yargı. İnsan, eylemlerini değerlendirirken dışsal bir otoriteye değil, içsel bir terazinin hassaslığına ihtiyaç duyar. Ceza, bu terazinin ağırlığı; ödül ise onun hafifliğidir. Ve her ikisi de, insanın kendine verdiği hükmün biçimidir.

Ödül, çoğu zaman bir teşvik gibi sunulur; ama derinlemesine bakıldığında, bir onaylanma arzusunun dışavurumudur. İnsan, ödülle kendini haklı çıkarır; ceza ile kendini sorgular. Bu yüzden ödül, rahatlatıcı ama yüzeysel; ceza ise sarsıcı ama dönüştürücüdür. Gerçek değişim, ödülle değil; cezayla başlar. Çünkü insan, acıdan geçmeden hakikate ulaşamaz. Ceza, bir son değil; bir başlangıçtır—özellikle içsel olanı.

Toplumsal düzlemde ceza ve ödül, düzenin sürdürülmesi için araçsallaştırılır. Ancak bu araçsallaşma, bireyin etik derinliğini çoğu zaman göz ardı eder. Bir davranışın ödüllendirilmesi, onun doğru olduğu anlamına gelmez; tıpkı cezalandırılan bir eylemin her zaman yanlış olmayabileceği gibi. Bu noktada ceza ve ödül, adaletin değil, normların temsilcisi hâline gelir. Ve normlar, hakikatin değil; alışkanlığın dilini konuşur.

Sonuçta ceza da ödül de, insanın kendini tanıma sürecinde birer duraktır. Önemli olan, bu duraklarda ne kadar kalındığı değil; oradan nasıl geçildiğidir. Ödül, insanı dışa; ceza, içe yöneltir. Ve içe yönelmek, her zaman daha zor ama daha sahicidir. Ceza ya da ödül, yalnızca bir sonuç değil; bir sorudur: “Kimim, ne yaptım, neden yaptım?” Bu sorulara verilen yanıtlar, insanın ahlâkî haritasını çizer. Ve bu harita, ödülün parıltısından değil; cezanın gölgesinden geçerek anlam kazanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder