14 Nisan 2013 Pazar

hayatı fotoğraflardan izlemek...


Benim belki de hayatta en severek, en keyif alarak yaptığım şey bir hayatı fotoğraflardan izlemek. Albümler her zaman bana hem hüzün vermiştir. Hem de dudaklarımda hoş bir tebessüm bırakmıştır. Dünyadan bihaber olan bir bebeğin,  yavaş yavaş gelişmesi, serpilip bir genç kız ya da delikanlı olması, kendi yolunu belirleyip bu koskaca evrende kendine bir alan açması, o alanda belki de adını tüm dünyaya duyurması ya da bir mum gibi sadece kendi çevresine ışık vererek yine de var olması... Üç kademeli bir hayattır bu. Yani doğarsın, büyürsün ve ölürsün... Bir gün yok olacağını bilerek yaşayan belki de tek canlı varlık insan... Ve bu hayatta herhangi birinin de olsa hep ilgilendirmiştir beni. Bu iki çizgi arasındaki zamanı, bu sınırlı hayatlarını olabildiğince zenginleştirmeye, renklendirmeye çalışan, bunu yaparken de başkalarının hayatlarına renk veren soluk veren insanlar vardır. Tüm hayatlarını güzellikler üzerine kurmuşlardır bu insanlar. Bu insanların yaratılma sebebi birisinin sevincine sevinç katmak, üzüntüsünü paylaşmak, ideallerine örnek olmak, hayallerine omuz vermektir sanki. İşte, bu ve bunun gibi insanların yaratılma sürecini izlemek, gelişip olgunlaşmasını, kendine çizdiği yolu, aştığı zorlukları, takılıp düştüğü engelleri görebilmek, bu fotoğraf olarak adlandırdığımız donmuş karelerden hissedebilmek insana, daha doğrusu bana çok keyif verir. O insanlarla beraber kat ettiğim yollarla sanki benden büyüyüp, genişlerim.  
 
 Hayatı fotoğraflardan izlemek, zamanın akışına doğrudan katılmak yerine onun izlerini sürmek demektir. Fotoğraf, bir anın donmuş hâlidir; ama bu donmuşluk, ölüm değil, bir tür ölümsüzlüktür. İnsan, fotoğrafa bakarken yalnızca geçmişi görmez; geçmişin bugüne sızan duygusunu da hisseder. Bu hissediş, bir tanıklık değil; bir özlem biçimidir. Çünkü fotoğraf, yaşanmış olanın değil, yaşanamamış olanın yankısını taşır.

Fotoğraflar, zamanın estetik arşivleridir. Her kare, bir seçimin, bir bakışın, bir suskunluğun izidir. Hayatı fotoğraflardan izleyen kişi, aslında zamanla doğrudan temas kurmaz; zamanın temsilcileriyle konuşur. Bu konuşma, kelimelerle değil, imgelerle gerçekleşir. Ve imgeler, çoğu zaman kelimelerden daha derin, daha keskin, daha sessizdir. Fotoğraf, anlatmaz; ima eder. Bu ima, insanın iç dünyasında yankılanan bir şiirdir.

Hayatı fotoğraflardan izlemek, bir mesafe koymaktır yaşama. Bu mesafe, bir kaçış değil; bir korunma refleksidir. Çünkü yaşamak, çoğu zaman yaralanmaktır; fotoğraflar ise yarasız bir zaman sunar. Orada insanlar gülümser, ışık hep doğru açıdadır, anlar hep anlamlı görünür. Gerçek hayatın dağınıklığı, fotoğrafın düzeninde kaybolur. Bu düzen, bir yanılsama değil; bir teselli biçimidir. İnsan, bazen yaşamak yerine bakmayı seçer—çünkü bakmak, daha az acıtır.

Ve nihayet, hayatı fotoğraflardan izlemek, zamanla kurulan bir estetik ilişki biçimidir. Bu ilişki, yaşanmışlıkla değil; yaşanabilirlikle ilgilidir. Fotoğraflar, geçmişin değil, ihtimallerin temsilcisidir. İnsan, bir fotoğrafa bakarken ne olduğunu değil, ne olabileceğini düşünür. Bu düşünce, bir nostalji değil; bir varoluş biçimidir. Çünkü hayat, bazen yaşanarak değil; izlenerek anlam kazanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder