Parlayan güneş, hafif esen serince rüzgâr,
rengârenk açan çiçekler ve parmağınızın üstüne konan uğur böceklerinin de
katılımıyla sinir bozucu bir şirinlikle gelen ilkbahar mevsimi, depresif bir
kışın ardından hayatın ne kadar güzel olduğunu tekrar hatırlatır. Polen,
tohumlu bitkilerin çiçeklerinin tepe kısmında bulunan ve üremeyi sağlayan
hücrelere deniyor. Bazı bitkiler kendi çiçeğinin polenini kullanarak ürüyor,
bazıları ise üremek için kendi türünden olan başka bir bitkinin çiçeğinden hava
dolaşımına, ya da basitçe ifade edersek rüzgâr yoluyla gelen polenlere ihtiyaç
duyuyor. İşte tüm o can sıkıcı alerjik belirtileri yaratan da polenlerin bu
türü. Genellikle ağaç, çayır, çimen, ot gibi gösterişli olmayan, sıradan
bitkilere ait olan bu polenler, havada daha rahat seyahat edebilmeleri için çok
küçük, hafif ve kuru bir yapıya sahiptir. Dolayısıyla kilometreler boyunca
oradan oraya savrulduktan sonra bazen hedeflerini şaşırıp insanların ağzına,
burnuna girerek alerjiye sebep olurlar. Alerjik hastalıklara yol açma
potansiyeli yüksek olan polen çeşitleri ise; meşe, akçaağaç, karaağaç, kayın,
dişbudak, kavak, zeytin ve fındık gibi ağaçlarla, ayrıkotu, tilkikuyruğu,
yumakotu, deliceotu gibi çayır ve hububattan yayılan polenler... Her bitkinin
kendine özgü bir polen yayma dönemi olsa da alerjiye sebep olan polenlerin en
çok olduğu dönem nisan ve haziran ayları arası. Bu miktar, temmuzdan itibaren
giderek azalıyor ve kasım ayına doğru neredeyse hiç kalmıyor. Örneğin polenin
en çok olduğu, dolayısıyla alerjisi olanlar için en tehlikeli zaman, sıcak kuru
ve rüzgârlı bir havada sabahın erken saatleri. Öğlene doğru ise polenler
giderek azalıyor ve akşamları hava serinleyip daha nemli olduğunda en düşük
seviyeye iniyor. Bu arada şehirleşme de polen miktarını etkileyen faktörlerden
biri. Özelikle yüksek binalı ortamlar, yapıları yüzeyinde bulunan statik
elektrik nedeniyle polen çeker. Buna karşılık deniz kenarlarında çok az polen
bulunur. Dışarından gelen yabancı maddelere (yani bu durumda polenlere) karşı,
vücudun bağışıklık sistemi "histamin" adlı bir madde salgılıyor. İşte
gözlerin yaşarmasına, kızarmasına, burnun bir akıp bir tıkanmasına, durmadan
hapşırmaya, yani saman nezlesine yol açan da bu madde.
“Polenler iş başında” ifadesi, bahar aylarının gelmesiyle birlikte doğada başlayan yoğun polen salınımını mecazi bir dille anlatır. Bitkiler, özellikle ağaçlar, çayırlar ve yabani otlar, bu dönemde üreme döngülerinin bir parçası olarak havaya mikroskobik polen tanecikleri salarlar. Bu tanecikler rüzgârla kilometrelerce uzağa taşınabilir ve hem doğanın döngüsünü sürdürür hem de alerjik bünyeler için zorlu günlerin habercisi olur⁽¹⁾⁽²⁾.
Polenler, bitkilerin erkek üreme hücreleridir ve doğada döllenmeyi sağlamak için havada dolaşırlar. Sabah saatlerinde yoğunlaşan polen miktarı, kuru ve güneşli havalarda daha da artar. Bu durum, özellikle alerjik bünyeye sahip kişilerde burun akıntısı, hapşırma, gözlerde kaşıntı ve solunum sıkıntısı gibi semptomlara yol açabilir⁽²⁾. Bahar yorgunluğu olarak adlandırılan hâl, çoğu zaman bu polenlerin tetiklediği bağışıklık tepkilerinden kaynaklanır.
Dolayısıyla “polenler iş başında” demek, doğanın görünmeyen ama etkili bir faaliyetine işaret eder: üreme, yayılma ve yeniden doğuş. Aynı zamanda bu ifade, insanın doğayla kurduğu hassas ilişkiyi de hatırlatır—çünkü doğa uyanırken, insan bedeni bu uyanışa her zaman eşit tempoda yanıt veremez. Baharın güzelliğiyle birlikte gelen bu görünmez misafirler, hem yaşamın sürekliliğini hem de bedenin sınırlarını gösterir.
Polenler, bitkilerin erkek üreme hücreleridir ve doğada döllenmeyi sağlamak için havada dolaşırlar. Sabah saatlerinde yoğunlaşan polen miktarı, kuru ve güneşli havalarda daha da artar. Bu durum, özellikle alerjik bünyeye sahip kişilerde burun akıntısı, hapşırma, gözlerde kaşıntı ve solunum sıkıntısı gibi semptomlara yol açabilir⁽²⁾. Bahar yorgunluğu olarak adlandırılan hâl, çoğu zaman bu polenlerin tetiklediği bağışıklık tepkilerinden kaynaklanır.
Dolayısıyla “polenler iş başında” demek, doğanın görünmeyen ama etkili bir faaliyetine işaret eder: üreme, yayılma ve yeniden doğuş. Aynı zamanda bu ifade, insanın doğayla kurduğu hassas ilişkiyi de hatırlatır—çünkü doğa uyanırken, insan bedeni bu uyanışa her zaman eşit tempoda yanıt veremez. Baharın güzelliğiyle birlikte gelen bu görünmez misafirler, hem yaşamın sürekliliğini hem de bedenin sınırlarını gösterir.
Polen, yalnızca doğayı değil, insanı da etkiler; çünkü beden, doğanın bu ince dokunuşuna karşı koyamaz. Alerji, bu karşılaşmanın bedensel yankısıdır—bir tür içsel direniş, bir biyolojik itiraz. Ancak bu itiraz, doğanın işleyişine değil; insanın kırılganlığına dairdir. Zira polen, var olmak ister; insan ise varlığın bu yoğunluğuna hazır değildir. Bu karşılaşma, bir çatışma değil; bir uyumsuzluk hâlidir. Ve her bahar, bu uyumsuzluk yeniden sahne alır.
Polenlerin iş başında oluşu, doğanın üretkenliğinin en somut göstergesidir. Her tanecik, bir potansiyelin taşıyıcısıdır; bir çiçeğin, bir meyvenin, bir ormanın habercisidir. Bu üretkenlik, yalnızca biyolojik değil; felsefî bir anlam da taşır. Çünkü doğa, varlığını sürdürmek için görünmez olanı görünür kılar. Polen, bu görünmezliğin en estetik hâlidir. Havada süzülen her tanecik, yaşamın sürekliliğine dair bir şiirdir—sessiz, ama etkili.
Ve nihayet, polenler iş başındayken insan yalnızca izleyicidir. Bu izleyiş, bir hayranlık değil; bir teslimiyettir. Çünkü doğa, insanın müdahalesine ihtiyaç duymaz; kendi ritmini, kendi zamanını, kendi dilini konuşur. Polenler, bu dilin en ince heceleridir. Bahar, onların cümlesidir. Ve insan, bu cümleyi her yıl yeniden okur—hapşırarak, kaşınarak, ama en çok hayran kalarak.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder