26 Haziran 2013 Çarşamba

aşk mutluluğunun iksiri değildir...



İlişkilerde ilk tehlike sinyali tek düzelikdir. Fırtınadan önceki sessizlik gibi. Ardından büyük kavgalar, sorgulamalar, suçlamalar baş gösterir.
Size yapılmasını istediğiniz şeyleri önce siz yapın. Son hızla uzaklaşın ve sakın arkanıza bakamayın. Yapılmasını istemediğiniz şeyleriyse asla yapmayın. Karşınızdakini biçimlendirmeye çalışmak yerine onu hatalarıyla kabul edin. Olumsuz yanlarını yok etmeye kalkarsanız en iyi ihtimalle ona âşık olmanıza sebep olan harika yanlarını da törpülemeye başlarsınız. Ya bu hatalar kesinlikle kabul edilemeyecek şeylerse? Son hızla uzaklaşın ve sakın arkanıza bakmayın.
Andersen’in bir masalından:  Değişmeyen tek şey değişimdir.
Desteği başka birinde aramayın, kendi ayaklarınızın üstünde durabilecek kadar güçlü olun.
Amerikalı romancı F. Scott Fitzgerald’dan.  Kızına yazdığı bir mektup.
Toplumun seninle ilgili ne düşündüğüne aldırma.
Geçmişe dönük ahlayıp puflayıp sakın üzülme.
Geleceği kafana takma, sakın üzülme.
Söylenenlere, atılıp tutulanlara bakarak sakın üzülme.
Herkes hata yapar. Sen de yap ve sakın üzülme. 
Ah ne kadar duygusal biriyim deyip sakın üzülme.
Erkek arkadaşın için de sakın üzülme.
Yalnızca düşün, ben gerçekte neyim, kimim ben. 
 
Aşk, çoğu zaman mutluluğun sihirli anahtarı gibi sunulur; bir varış noktası, bir huzur vaadi, bir eksikliğin tamamlanışı. Oysa hakikat, bu parıltılı yanılsamanın çok ötesindedir. Aşk, mutluluğun iksiri değildir; bilakis, insanın en derin çatlaklarını görünür kılan bir aynadır. Onun gelişiyle ne acılar diner ne de boşluklar kendiliğinden dolup taşar. Aşk, bir tamamlanma değil; bir çözülme biçimidir. Ve bu çözülme, mutluluğun değil, hakikatin kapısını aralar.

Mutluluk, aşkın gölgesinde değil; insanın kendi iç ışığında yeşerir. Aşk, o ışığı çoğaltabilir belki, ama onu yaratmaz. Çünkü aşk, bir başkasına yönelmiş bir arzudur; mutluluk ise kendine dönük bir kabuldür. Aşkın içinde kıskançlık da vardır, korku da, özlem de. Ve bu duygular, mutluluğun dinginliğinden çok, varoluşun karmaşasına işaret eder. Aşk, bir fırtınadır; mutluluk ise bir durgun göl. İkisi aynı bedende var olabilir, ama biri diğerinin iksiri değildir.

Aşk, insanı dönüştürür; ama bu dönüşüm her zaman huzur getirmez. Bazen bir yarayı açar, bazen bir aynayı kırar, bazen de bir sessizliği bozar. Ve insan, bu dönüşümün içinde kendini kaybedebilir. Mutluluğu aşkın içinde aramak, bir gölgeyi tutmaya çalışmak gibidir—var gibi görünür, ama ele gelmez. Çünkü aşk, bir duygunun ötesinde bir hâl, bir geçiştir. Onun içinde mutluluğu aramak, onun doğasına yabancı bir beklentidir.

Sonunda anlaşılır ki, aşk bir armağandır; ama bu armağan, mutluluğun garantisi değildir. O, insanı kendine yaklaştırabilir, ama aynı zamanda kendinden uzaklaştırabilir. Aşk, bir aynadır—ve o aynada görülen, çoğu zaman beklenenden farklıdır. Mutluluğun iksiri, aşk değil; kendini tanımak, kendini sevmek, kendini onurlandırmaktır. Aşk bu yolculukta bir eşlikçi olabilir, ama yolun kendisi değildir. Ve insan, bu ayrımı fark ettiğinde, hem aşkı hem mutluluğu daha sahici bir yerden yaşamaya başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder