Kitabın Adı : Yolda
Yazarı :
Buket Uzuner
Yayınevi :
Turkuvaz Kitap
Sayfa Sayısı : 160
Türü :
Öykü
Okuduğum Tarih: 16.04.2009 – Perşembe –
19.04.2009 - Pazar
İkinci Okuma – 20.10.2014 - Pazartesi
Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden Alıntı:
“Varlığın kökeni harekettir.
Hareketsizlik varlığın içinde yer almaz, çünkü varlık hareketsiz olamaz, olursa
kaynağına yani HİÇLİĞE döner. İşte bu yüzden dünyada ve ahrette yolculuk hiç
bitmez.” İbn-el Arabi
İçindekiler
Sunuş: Yolda’nın Yolculuğu
1. Dr. John E.
Liho ve Honolulu Uçağı
2. Miyako San
ve Hiroşima Uçağı
3. Müneccim
Cemila ve Marakeş Treni
4. Juan
Goytisolo ve Madrid Limuzini
5. Frau Adler
ve Berlin Treni
6. Stalin’i
Öpen Angela ve Helsinki Otobüsü
7. Gölge Yolcu
J.K. ve Montreal Treni
YOLDA’NIN YOLCULUĞU
“Gezginler, şairler ve yalancılar, işte
aynı anlama gelen üç sözcük!” Richard Brathwaite, 1680
Seyahat, seksten ve dans etmekten sonra
insanların hayatta en fazla zevk aldıkları fiziksel aktivitedir. Seyahat bir
zevktir. Geçen kış sonunda bir edebiyat bursuyla New York eyaletini Hudson
kasabasındaki bir sanat kolonisine gittim. İstanbul – New York arasındaki on
bir saat uçak üzerine üç saate yakın da New York – Hudson tren yolculuğundan
sonra, soğuk ve yağmurlu bir gece yarısı tek başıma daha önce hiç bilmediğim
küçük bir kasabanın kapkaranlık ve tamamen boş tren istasyonunda, yüzünü hiç
görmeden internetten haberleştiğim koloni yöneticisi D.W.’yu beklerken bir
yandan yağmurun ve ıssızlığın sesini dinliyor, aklı başında (!) herkesin
sıcacık evinde, güvenli yatağında olmak isteyeceği o zaman parçasında benim
hâlâ yollarda olmaktan böyle yabanıl ve marazi zevk alışımın nedenlerini artık
didiklemeden keyfini sürüyordum. Bu sanat kolonisinin bulunduğu çiftlikte
gezgin ve huzursuz ruhlarıyla yakın akraba olduğum yedi yazarla iki ay kaldım.
Sanat kolonisinde kaldığım zaman içinde uzun yıllar önce Kanada’ya yerleşmiş
olan sevgili arkadaşım Fatih’i dört gün görebilmek için bir anlamda “seyahat
içinde seyahat” olan sekiz saatlik bir tren yolculuğuyla Montreal’e gittim.
Şehir güzeli Montreal’de kaldığım bir gece Fatih’in kütüphanesinde Gabriel
Garcia Marquez’in 1993 basımı, sayfaları sararmış ve mis gibi kitap kokan
Strange Pilgrims (On İki Gezici Öykü) adlı kitabını elime aldım ve uzun süre
elimden bırakamadım. İşte YOLDA adlı bu kitabın müsebbibi kadim dostum Fatih’in
kütüphanesindeki o On İki Gezici Öykü’dür.
Okuyanlar bilir, Marquez bu kitabında
yıllar boyu yaptığı seyahatlerde ve yaşadığı yabancı şehirlerde başına
gelenleri edebiyat lezzeti yüksek on iki hikâyede anlatır. Her biri bir Avrupa
kentinde geçen bu hikâyelerin ortak yanı hepsinde anlatıcının Marquez olması ve
Avrupa’da yaşayan Latin Amerikalıların başlarına gelenlerden oluşmasıdır. Ve
elbette Marquez’in eşsiz derecede masalsı, lirik, buna karşın çarpıcı ve sert
anlatım dili… Kitabın giriş bölümünde tıpkı benim şimdi yaptığım gibi hikâyelerin
oluşum sürecini anlatan Marquez için her şey –elbette- bir rüyayla başlamıştır.
Bir gece rüyasında kendi cenaze törenini gören Marquez, yakın arkadaşlarını
katılımıyla danslı içkili, pek eğlenceli geçen bu törenden sonra dostları
mezarlığı terk ederken, bir tek kendisinin onlarla beraber oradan
ayrılamayacağını fark eder. Çünkü o cenazenin ta kendisidir! Böylece rüyasının
içinde derin bir hüzne kapılır ve “Ancak o zaman ölmenin dostları bir daha
görememek anlamına geldiğini kavradım,” diye yazar. Daha sonra bu rüyayı
vicdani bir aidiyet sınavı gibi yorumlayan yazar, yaşadıkları Avrupa
şehirlerinde başlarına tuhaf şeyler gelen Latin Amerikalıların hikâyeleriyle
ilgili notlar almaya başlar ve uzun, serüven dolu bir yazım sürecinden sonra
bana YOLDA kitabını yazmaya ilham verecek On İki Gezici Öykü’yü yazar.
Her hikâyenin geçtiği coğrafyaya özgün
birer yemek tarifini kitaba eklemek fikriyse, seyahat ve yemek eylemlerinin merak
ve keşif, kültür ve tat, lezzet ve anı ikizlikleri nedeniyle gelişti. Tıpkı
kokular gibi tatlar da anılarımız harekete geçirirler. İstedim ki, örneğin
hayatında hiçbir zaman Honolulu’ya gidemeyecek veya gitmeyecek bir okur,
kitaptaki Honolulu hikâyesini okuduktan sonra eğer isterse meşhur Hawaii balığı
Mahimahi’ye en çok benzeyen bizim levrekle burada benzer bir yemek
pişirebilsin. Ve onu yerken damağında Honolulu’ya seyahat etsin!
Şimdi elinizde tuttuğunuz YOLDA hikâyelerini,
Jack Kerouac’ın kült kitabı On The Road (Yolda) ile adaş olmasına rağmen
benimkine ilham verenin aslında Marquez’in seyahatleri olmasına şaşıranlar
çıkabilir. Benden önceki “68 kuşağının en isyankâr edebi sembollerinden birine
dönüşen Jack Kerouac’ın Yolda’sı ilk gençliğimde, sırt çantamla inter-rail tren
yolculuklarına çıkmak için yanıp tutuştuğum ve birkaç kez de çıkmayı başardığım
yıllarda özellikle adı nedeniyle keşfettiğim bir kitaptı. Kerouac’ın Yolda
kitabına, 68’li Batı gençliğinin yollara düşme heyecanını bir başkaldırı manifestosuna
dönüştürme misyonu yüklenmiştir. Bob Dylan’ın, “Like a Bible” diye işaret
ettiği, Indianapolis Colts’un sahibi Jim Irsay’in orijinal metnine 2,43 milyon
dolar ödediği ve On the Road’un yazarı Kerouac’ın eski pardösüsüne de Johnny
Depp’in 15.000 Dolar verdiğini aktarmadan geçemeyeceğim.
Elbette hepimiz farklıyız ve hepimizin
yollarla ilişkisi değişiktir. Kimileri seyahatin kendisinden çok ona
hazırlanmanın ve onun hayalini kurmanın heyecanını sever, kimileri için gidilen
yerdeki eğlenceler ve aktiviteler yolun kendisinden daha önemlidir, kimileri de
kımıldamaya üşenir, bütün hayatını aynı kasaba veya semtte tüketir, seyahat
edenlerin harcadığı enerjiye neredeyse acıyarak bakar. Bir de yalnızca gitmek
eylemini sevenler vardır. Bunlar için seyahat ve yolun kendisi varılacak
yerden, kavuşulacak veya ayrılınacak kişilerden bile daha önemli asıl eylemdir.
Bu tipler bir yere yerleşip kök salarsa sarır solar, kaybolur, yiterler. Çünkü
yolculuk etmek bir çeşit bağımlılıktır. Gitmek başlı başına bir heyecandır. Sık
sık uzun yollara giden, dolayısıyla yabancılarla tanışma olanağı bulan
insanların sadelik, mütevazılık, hoşgörü ve mizah duyuları gelişir. Bunlara
ister göçebe veya Çingene ruhlu, ister huzursuz veya gezgin diyelim, sonuçta
varlıkları reddedilemez derecede gerçek ve yol güdüleri yaşamak kadar güçlüdür.
Galiba ben onlardan biriyim. Çocukluğumdan beri yollardayım, hayatımın büyük
bölümü yollarda geçiyor ve yaşadığım sürece böyle devam etmesi en büyük
arzularımdan biri. Çünkü yol, ancak çıkıldığında hükmü sürülen bir taht,
bittiğinde yenisini arzulatan hayati bir bağımlılık, kahve ve kitap kadar
keyifli bir tiryakilik. Seyahat bağımlılığının libidoyla bir ilişkisi olup
olmadığı sorunuysa Freudyen psikiyatristlere bırakıyorum!
Kendimi bildim bileli en iyi hissettiğim
ruh durumum hep yolda oldu. Kendi içimde ve dışımda yola çıkmayı, yollarda
olmayı, yola düşmeyi ve yola vurmayı ben hep çok sevdim.
Herkes, her zaman yola çıkabilir.
Hepimiz seyahat ederek dünyayı ve kendimizi keşfetmeye yetecek kadar büyük bir
mirasa sahibiz, çünkü insanız! Benimse çocukluğumdan beri baş etmekte
zorlandığım ikiyüzlülük, eşitsizlik, yalnızlık, ırkçılık, faşizm, kadın
düşmanlığı (misojeni) ve savaşlarla başa çıkamayan huzursuz, uyumsuz ve dik
başlı ruhumu ancak yazarak ve seyahat ederek yatıştırabildiğimi erken yaşlarda
keşfedebilmek, belki de hayatta başıma gelen en güzel mucizelerden biridir.
DR.JOHN E.LİHO VE HONOLULU UÇAĞI
Hawaii Usulü Bademli Mahimahi Balığı
Mahimahi Hawaii’nin en meşhur tropikal
balıklarından biri, ucuz ve lezzetli olduğu için ona “denizlerin tavuğu” gibi
bir ad da takmışlar. Mahimahi etobur olduğu için bizim lüfer gibi lezzetli,
yine de bence hiçbir balık bizim lüferden daha lezzetli olamaz, mümkün değil!
Türkiye’de Mahimahi bulamayacağınız, lüferi de tek başına ızgara yapmak en
mükemmeli olduğundan Mahimahi yerine yine beyaz etli, etobur ve hafif levrekle
bu tarifi deneyebilirsiniz.
Malzemeler (2 Kişilik)
½ kilo Mahimahi filetosu
½ bardak zeytinyağı
3 tatlı kaşığı dövülmüş sarımsak
Yarım limon suyu
Tuz ve karabiber
Sos için:
½ bardak badem parçacıkları (elde
kırılmış)
2 yemek kaşığı tereyağı
1 yemek kaşığı ince doğranmış maydanoz
4 yemek kaşığı limon suyu
Hazırlanışı
Zeytinyağını, sarımsağı, limon suyunu ve
tuzla biberi bir kapta karıştırın; balıklara güzelce yedirip buzdolabında yarım
saat kadar bekletip marine edin. Balıkları ızgarada pişirin. Servis tabağına
alın. Bu arada sos için bir tavada bademleri tereyağında kavurun. Ocağın altını
kapatıp limon suyunu ve maydanozu ilave edin, ızgara balığın üzerine koyup
servis yapın.
Kendinizi Hawaii’de hissetmek için
bademli mahimahi’nin yanına yapacağınız yeşil salatanın içine ananas, kivi ve
bulursanız mutlaka mango da ekleyin. Afiyet olsun!
MİYAKO SAN VE HİROŞİMA UÇAĞI
Gezginler iyi bilir, yolculuklar küçük
mucizelerle doludur. Oysa herkes ancak kendi hayatını yaşarsa varoluşunun bir
anlamı olabilir.
Japon Çöp Şişi: Kushi age
Japonların orta direk yemeğidir; her
barda atıştırmalık taze taze kızartılıp, çeşitli soslarla yedikleri, bambu
çöplerle servis edilen, en az otuz çeşidi olan “Kushi age”leri gerçekten çok
lezzetli, ucuz ve özgündür.
Hazırlanışı:
Canınız ne istiyorsa veya ne
seviyorsanız ona göre: çiğ kabak, havuç, lahana, mantar, brokoli, soğan,
kuşkonmaz gibi sebzeler veya sosis, midye, karides, kuşbaşı et, tavuk, kalamar,
ahtapotu ince ince kesip bambu çöp şişlere dizin, önce galeta ununa sonra
yumurta, un ve su ile hazırlayacağınız sosa bulayarak kızgın yağda kızartın.
Altın gibi kızaran bu Kushi age çöp şişlerinin yağını kağıt peçetelerle alıp,
üzerine birkaç damla limon damlatın ve damak tadınıza göre ister bizim kalamar
sosu, ister ketçap-mayonezle, bence en iyisi soya sosuna banarak afiyetle
yiyin. Japonlar acele acele yiyip, hemen parasını ödeyerek terk ettikleri Kushi
age barlarda bu çöp şişlerin yanında pirinç rakısı olan sake içiyorlar ama bira
veya şarapla da iyi oluyor.
MÜNECCİM CEMİLA VE MARAKEŞ TRENİ
Çöl intikamcıdır. Asla vazgeçmez ve hiç
unutmaz! Bazen yüzlerce yıl bekler ama sonunda mutlaka öcünü alır. Bu yüzden
akrebin anavatanının çöl zannedenler vardır.
Seyahatlerde, bulunduğum ülkede daha
önce yaşamış yazar ve gezginlerin gözlemlerini okumaktan büyük zevk aldığım
için o Marakeş treninde bir Paul Bowles romanı okuyordum.
O andı; hani ne yaparsak yapalım, nereye
kaçarsak kaçalım özümüzün bizi yakaladığı, hayatın bir yerinde ve bir zamanında
er ya da geç, hepimizin mutlaka başına gelecek olan; o adiyetimiz ve
varlığımızla ilgili kabullenme anı.
Marakeş’in o meşhur Camiül-Fena Meydanı
Arapça fanilerin toplandığı yer anlamına gelir. Camiül-Fena Meydanı aslında
Marakeş’i Marakeş yapan ana mekanlardan biriydi. Sonsuzluk Meydanı olarak da
anılan bu meydan; yılan oynatıcılardan ateş kılıcı yutanlara, Berberi
çalgıcılardan dansçılara, ellerindeki kullanılmış kerpetenlerle diş çekmek için
bekleyen seyyar dişçilerden arzuhalcilere, muska yazıcı ve üfürükçülerden el ve
ayaklara desenli kına yakıcılara, yok yok bir şenlik alanıydı. Hani hayatta bir
kere olsun içinden geçmeden dünyayı algılamanın olanaksız sayılacağı “o
yerler”den biri.
Muvahhidler çok yetenekli bir halktır.
Marakeş’in anıt minaresi Kutubiye’yi taa 12.yüzyılda onlar yapmışlardır. Onun
bir ikizi de Sevil şehrindeki Giralda’dır. Rabat’a gidersen orada yarım kalan
Hasan Kulesi de öyledir.
SEBZELİ TAJİN KEBABI VE KUSKUS (BULGUR
PİLAVI)
Tajin, et ve sebzelerle hazırlanan Fas’a
özgü bulgur pilavlı yahni çeşididir. Faslılar tajin’i kubbe kapaklı özel
tencerelerde yapıyor, biz elbette normal tencere kullanacağız.
Malzemeler (4 kişilik)
750 gr. Parça kuzu eti (dana veya tavuk
da kullanabilirsiniz)
Yarım kahve fincanı (60 ml.) zeytinyağı
1 adet kuru soğan
1 adet kırmızı dolmalık biber, tohumları
çıkarılmış ve dörde bölünmüş
1 adet patlıcan (ince dilimlenmiş)
2 adet patates
3 adet domates
1 çorba kaşığı harissa ezmesi
10 adet badem
2 diş sarımsak
5 adet hurma
1 adet ayva
1 çay kaşığı bal
1 bardak et suyu (veya 1 tablet bulyon)
2 adet kabuk (ince doğranmış)
1 bardak (250 gr.) pilavlık bulgur / kuskus
2 çorba kaşığı tereyağı
Harissa ezmesi: Acı biber, sarımsak,
baharatlar ile yağ karışımından oluşur ve bazı marketlerde hazır halde
satılmaktadır. Yoksa kendiniz evde hazırlayabilirsiniz.
Hazırlanışı:
Tencerenin tabanına yarım daire şeklinde doğranmış soğan ve ince kıyılmış sarımsağı koyun. Üzerine kuzu etini yerleştirin. Etin üzerine de çatı çatar gibi elma dilimi şeklinde doğranmış patates, biber, ayva, patlıcan, kabak ve birkaç parçaya kesilmiş domates koyun. Tuz serpin. Hurma ve badem ekleyin. Tajin genelde odunlu ocakta pişer. Normal ocakta pişirmek için önce hızlı ateşe koyun, sonra kısık ateşte 1-1,5 saat pişirin.
Tencerenin tabanına yarım daire şeklinde doğranmış soğan ve ince kıyılmış sarımsağı koyun. Üzerine kuzu etini yerleştirin. Etin üzerine de çatı çatar gibi elma dilimi şeklinde doğranmış patates, biber, ayva, patlıcan, kabak ve birkaç parçaya kesilmiş domates koyun. Tuz serpin. Hurma ve badem ekleyin. Tajin genelde odunlu ocakta pişer. Normal ocakta pişirmek için önce hızlı ateşe koyun, sonra kısık ateşte 1-1,5 saat pişirin.
Aslında bütün dünyada bizim kuskus
dediğimiz, küçük küre şeklindeki makarnayla ilgisi olmayan, buharda pişmiş
nefis bulgur pilavı anlamına gelmektedir ve tajin’le beraber servis
edilmektedir.
JUAN GOYTİSOLO VE MADRİD LİMUZİNİ
İspanyollar için Madrid, Ankara kadar
Akdenizlidir. Madrid aslında bir ‘Kastilya kenti” ve bir “yayla kenti” olarak
bilinir. Evet İspanyollar, genel olarak Akdeniz halklarına dahil edilirler ama
İspanya Akdeniz ülkesi olduğu kadar Atlantik ülkesidir de, yani İtalya ya da
Yunanistan gibi tam bir Akdeniz ülkesi değildir. Bu yüzden İspanyollar
kendilerini “İspanyol” ya da bölgesine göre “Bask, Katalan, Galiçyalı” vb. veya
“Iberialı” olarak adlandırırlar. Madrid’e Akdenizli demek kendini bir
İstanbullu-Akdenizli olarak da gören benim kişisel tercihimdir.
Fakat bir evladın kaç yaşına gelirse
gelsin annesine karşın özlemsiz olduğuna kim inanır ki?
İSPANYOL PAELLA PİLAVI
Malzemeler:
2 adet havuç
Bir bardak mantar
100 gr. Tereyağı veya margarin
Yarım kahve fincanı zeytinyağı
2 adet kırmızı soğan 1 adet iri kırmızı
veya yeşil dolmalık biber
30 gr. Çam fıstığı
30 gr. Kuşüzümü
100 gr. Safran
500 gr. Pirinç
1 konserve kutusu enginar kalbi
2 diş sarımsak
200 gr. Ahtapot
20 gr. Kalamar
200 gr. Karides
40 adet iç midye
Bir tutam kırmızıbiber, tercihen isot
Hazırlanışı:
Önce yağı eritin. Halka halka doğranmış
soğanı ekleyip pembeleşinceye kadar kavurun. Sonra mantar, havuç, biber,
çamfıstığı, sarımsak, enginar, karides, kalamar ve ahtapotu koyup birlikte
kavurduktan sonra kuş üzümü ve pirinci ekleyin. Son olarak safran ve 6 barda
sıcak su katın. Suyunu çektikten sonra 10 dakika bekletin.
Not: Deniz ürünlerini sevmiyorsanız
İspanyol paella pilavını karides, kalamar, midye ve ahtapot yerine tavuk veya
sosisle de yapabilirsiniz.
FRAU ADLER VE BERLİN TRENİ
Sakın unutma; insan başına gelen bütün
felaketlere rağmen hâlâ umut edebilmelidir, çünkü umut
ettiğin sürece hayatta kalırsın, my dear…
Kuşku bütün
ilişkilerin zehridir. Acı kahve acı çikolatayla çok iyi gider. Yokluk,
suçluluk, yenilgi ve dışlanmışlık bütün gençliğimizi kararttı. Sonar
sevdiklerimizi yitirdik. Çok kaybımız oldu, çok… Bu sırada bir de baktık ki,
yaşlanmışız.
Hasta bakmak,
hele sevdiğin insana hastayken bakmak çok insafsız bir süreçtir. Uzun yıllarını
paylaştığın, yakın dost olduğun, beraber özel bir hayat dili geliştirdiğin
birinin ölmesini seyretmek, ne zordur. “O ölünce tamamen kimsesiz kaldım, hiç
kimsesiz! Sanki dünya nüfus sayımlarında sayılmamış tek kişiydim. İlk önce ben
de ölmek istedim, ölüp kurtulayım, dedim. Birkaç kez de denedim ama öyle kolay
ölünemiyor canım.
ALMAN SOSİSLİ
JAMBONLU PATATES ÇORBASI (KARTOFFELSUPPE)
Malzemeler
5 adet patates
6 su bardağı et
suyu (veya 1 tablet tavuk bulyon)
3 yemek kaşığı
sıvı margarin
1 adet kuru
soğan
1 adet pırasa
1 tatlı kaşığı
kırmızı pul biber
2 diş sarımsak
Tuz-karabiber
25 gr. Süt kreması
50 gr. Kokteyl
sosis
50 gr. Tane
bezelye
Hazırlanışı:
Patateslerin
kabuklarını soyduktan sonra kuşbaşı doğrayıp, kararmamaları için su dolu bir
kasenin içinde bekletin.
Derin bir
tencerenin içinde yağı kızdırıp, içine ince kıymış kuru soğanları ilave edip,
kuru soğanlar pembeleşinceye kadar kavurun.
Soğanlar
pembeleşince içine suyunu süzdüğünüz kuşbaşı patatesleri ve doğranmış
pırasaları ekleyip, sotelemeye devam edin. Sonra et suyu veya bulyon ve suyu,
tuzla karabiberi ilave edip, sebzeler yumuşayıncaya kadar kaynatın.
Pişen çorbayı
mikserde püre haline getirip süzgeçten geçirin, ayrı bir yerde sadece su ile
haşladığımız bezelye tanelerini ve ince doğramış sosisleri çorbaya ilave edip
kremayı üzerine gezdirerek servis tabağına alın.
STALİN’İ ÖPEN ANGELA
VE HELSİNKİ OTOBÜSÜ
Bir obez için
haz duygusunun yarattığı utanç, başka utançlara hiç benzemez! Çünkü haz
yüzünden yaşanan utanç, tıpkı hazzın kendisi gibi önlenemez, derin ve ruhu
sarsıcıdır. Üstelik bağımlılık da yaratır. Çünkü ağzımın içinde uzak ülkelerin
baharatlarıyla taşıdığı esrik kokularla eriyerek dilime nüfuz eden sıcak
çikolatalı muhteşem sosun altında zevkle ıslanmış kakaolu kekin bedenimin bütün
hücrelerini zevkten titrettiği o çok mutlu anın hazzında, aslında biraz sonra
duyacağım utancın bilinciyle acı içinde ağlamaya başlarım. Haz ve utancın iç
içe kaynaştığı ve sonsuza dek ayrılmamaya yeminli oldukları kontrat, bir obezin
yemek saatlerinde daima ortaya çıkar. Bir obezin hayatını yemekten alınan
hazzın müstehcenliği kısmen özetler. Bir obez için yemekle yaşadığı haz ve
utanç, sevgi ve nefret ilişkisi belki de bütün hayatının resmidir.
Kuzey’in kısa
süren güzel yaz aylarında neredeyse hiç batmayan güneşinin tadını ve yılların
içinde demlenmiş arkadaşlığımızın tadını çıkartmıştık. Gece yarısı evin
erkeklerinin uyumasından sonra göl kenarındaki kütük evin verandasında üç kadın
arkadaş sabaha kadar müzik dinleyip dans etmiş, Fin şarabı içip, eski
fotoğraflara bakmış, birlikte ve ayrı geçen zamanın içinde hayatın bize verdiği
dersleri anıp, kah iç çekmiş kah karnımız ağrıyana kadar gülmüş, üstüne de
evlatlarımıza sarılır gibi derin bir şefkatle birbirimize sarılıp ağlamış,
sonra evin saunasında keyif yapmış, göl kenarında avaz avaz şarkı söylemiş,
ormanda çıplak ayak yürümüştük. Bunlar genellikle kadın arkadaşlar arasında
yaşanabilecek duyguları özgür keyifler olduğundan kendiliğinden “kız-kıza” bir
zamana denk gelmişti.
FİN USULÜ
PANCAKE (GÖZLEME)
(SUOMALAİNEN
PANNUKAKKU
Malzemeler (4
kişilik)
4 yumurta
2,5 bardak (650
ml.) süt
1 bardak (250 ml.)
un
1 fiske tuz
1 tatlı kaşığı
kabartma tozu
4 çorba kaşığı
margarin (veya sıvıyağ)
Hazırlanışı:
Malzemeleri bir
kasede köpüklenene kadar çırpma teliyle iyice çırpın. Orta boy ir teflon tavada
1 çorba kaşığı margarini eritin (azıcık sıvı yağ da aynı işi görür). Yağı
tavanın her tarafına iyice dağıtın. Ocağın altını iyice açıp, tavanın
ısınmasını bekleyin. Bir kepçeyle sıvı hamuru düzgün ve eşit olarak tavaya
dökün, bir parmak inceliğinde (1/2 cm.) yayın. Tavaya yapışmadan ve yanmadan
kenarları kızarınca ahşap spatulayla ters çevirin (Finliler ve İskandinavlar
bunu bizim Lazlar gibi havaya atarak yapıyorlar) ve arkasını da pişirin. Sıcak
sıcak servis yapın. Eğer bulabilirseniz Kanada akçaağaç şurubuyla (Maple syrup)
yoksa bal veya reçelle yiyebilirsiniz. Finliler bu kekleri o muhteşem taze
çilekleri ve kremayla da yiyorlar.
Afiyet olsun.
GÖLGE YOLCU J.K.
VE MONTREAL TRENİ
Sürekli yolculuk
eden biri hiçbir zaman aynı yerde kalmaz, dolayısıyla daima başka yerdedir.
İşte bu nedenle kendini gizlemek için sürekli seyahat etmekten daha uygun bir
kaçış yolu yoktur, çünkü belli bir yerde bulunmaz hiç.
Unutmayın, bir
zamanlar Pascal’ın dediği gibi “Dünyanın talihsizliğinin kökeninde insanın
yirmi dört saat bir odada kalamaması yatar!
KANADA USULÜ KİŞ
Malzemeler:
Kiş yapmak için
öncelikle fırında kullanılacak türden bir tart kalıbı gerekiyor.
Kiş Hamuru İçin:
250 gr. Un
150 gr. Tereyağı
(zeytinyağı da olabilir)
2 adet yumurta
1 çay kaşığı tuz
60 ml.su
Kiş içi için:
2 yumurta sarısı
1 paket krema
100 gr.dana
jambon veya sosis (eğer vejetaryenseniz veya sebzeciyseniz mevsimine göre
ıspanak, kabak veya pırasa –sebze karımı da- güzel oluyor)
7-8 adet mantar
2-3 diş sarımsak
75 gr. rende
kaşar veya gravyer (hangisini bulabilirseniz)
Hazırlanışı:
Un, tereyağı,
yumurta, su ve tuzu sırayla eklenip iyice birbirine yedirin. Bunlar hamur
kıvamına gelince üstünü kapatıp yarım saat kadar buzdolabında bekletin. Bu
sırada kiş’in içini hazırlayın: Yumurta ve kremayı tercihen mikserde en yüksek
çırpma seviyesinde koyulaşıncaya kadar çırpın. İçine ince ince doğranmış
jambon/sosis, sarımsak ve mantarı ilave edin. Damak zevkinize göre kiş’in içine
kabak, soğan, havuç gibi sebzeler katarak onu zenginleştirebilirsiniz. Ardından
hamuru buzdolabından çıkarın ve bir tart kalıbına döşeyin, 350 derece fırında
30-35 dakika pişirin. Kiş hamurunu fırından çıkardıktan sonra kremanın içine
eklediğiniz içi buraya yayın ve üstüne rendelenmiş peynir serpin. 170 derecelik
fırında 17-20 dakika arası pişirin. Artık kiş’iniz sıcak sıcak yenmeye hazır.
Yanında beyaz şarapla şahane gider, afiyet olsun!
Arka Kapak:
Marakeş’ten Helsinki’ye, Honolulu’dan
Madrid’e, Hiroşima’dan Berlin’e ve Montreal’e uzanan bir coğrafyada, tamamı
yollarda geçen, sıradan insanların sıra dışı yol hikâyelerinden oluşan YOLDA:
Yedi şehri, yedi dili, yedi yemeği, yedi hikâyeyi ve bir İstanbullu yazarı
buluşturdu.
YOLDA, Türk Edebiyatı’nın gezgin yazarı
Buket Uzuner’in “yabanıl ve marazi bir zevk”le yaptığı uzun yolculuklardan
seçtiği en tuhaf, şaşırtıcı ve gizemli yedi hikâyesini paylaşıyor okurlarla.
YOLDA’nın bütün hikâyeleri seyahat
araçlarında, trenlerde, uçak ve otobüslerde geçiyor. Çünkü uzun yolculuklarda
tesadüfen yanımıza oturan bir yabancıya onu bir daha hiç görmeyeceğimizi
bilmenin verdiği rahatlıkla bazen en büyük sırrımızı rahatça aça, anlatır,
rahatlarız. Ancak ya o yabancı yolcu bir yazarsa ve bir gün YOLDA adlı bir
kitapta kendi hikâyemizi okursak? Elbette gerçek adlar korunarak, elbette
edebiyatın “esirgeyen gökleri”, “kışkırtıcı rüzgârları” ve “ürperten
yağmurları” eşliğinde.
İnceleme Notu:
Her bir öykünün bize fısıldadığı sır ise
aynı. O da; yolculuk denilen şeyin bir yerden bir yere gitmeyle sınırlı
kalmadığı dahası önemli olanın varılan yer kadar
yolculuğun bizzat kendisinin olduğu. Yani gezginlik hali...
yolculuğun bizzat kendisinin olduğu. Yani gezginlik hali...
Yedi yol hikâyesinden oluşuyor “Yolda.” Nedir bu hikâyelerin derdi;
nasıl bir yol öneriyor?
Gezi kitaplarım insanları yoldan ve baştan çıkartsın isterim! “Yolda”yı okuyanlar, çantalarını toplasın, yollara düşsün... Otogara gidip, ilk otobüse atlayıp Mardin’e Trabzon’a Datça’ya gitsin. Birkaç gün kalıp, tarihi, kültürü, yemekleri öğrensin, fotoğraf çeksin, insanlarla ahbaplık etsin, yenilenmiş olarak geri dönsün... Çünkü yollar sınavdır. Beklenmedik bir durumda bilinmedik bir kültürde, yeni insanlarla ve yabancı dillerde en çok kendimizi tanırız. Bu yüzden çok gezen çok anlar, anlamaya başlamaksa hayatın alfabesidir. Bu yüzden yolculuğun, kendini ve ötekileri merak ve keşfetmenin hikâyeleri de bunlar.
Gezi kitaplarım insanları yoldan ve baştan çıkartsın isterim! “Yolda”yı okuyanlar, çantalarını toplasın, yollara düşsün... Otogara gidip, ilk otobüse atlayıp Mardin’e Trabzon’a Datça’ya gitsin. Birkaç gün kalıp, tarihi, kültürü, yemekleri öğrensin, fotoğraf çeksin, insanlarla ahbaplık etsin, yenilenmiş olarak geri dönsün... Çünkü yollar sınavdır. Beklenmedik bir durumda bilinmedik bir kültürde, yeni insanlarla ve yabancı dillerde en çok kendimizi tanırız. Bu yüzden çok gezen çok anlar, anlamaya başlamaksa hayatın alfabesidir. Bu yüzden yolculuğun, kendini ve ötekileri merak ve keşfetmenin hikâyeleri de bunlar.
Yolda kitabında Zeynep Özatalay imzasıyla
kimi yerel kültür objelerinin desenlerine de yer verilmiş. Her öyküde ortalama
üç veya dört adet yer alan obje desenleri, yazarın çıktığı gerçek seyahatlerden
toplanmış gerçek parçalardan ilhamla üretilmiş olmalarıyla, kitaba ayrı bir
gerçeklik katıyor. Uzuner öte yandan, kitaptaki her öykünün sonuna, ilgili
ülkenin tanınmış bir yemeğinin tarifini de eklemiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder