6 Mart 2015 Cuma

Buket Uzuner - Yolda



Kitabın Adı   : Yolda

Yazarı                        : Buket Uzuner

Yayınevi         : Turkuvaz Kitap

Sayfa Sayısı   : 160

Türü               : Öykü

Okuduğum Tarih: 16.04.2009 – Perşembe – 19.04.2009 - Pazar
                                İkinci Okuma – 20.10.2014 - Pazartesi

Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden Alıntı:
“Varlığın kökeni harekettir. Hareketsizlik varlığın içinde yer almaz, çünkü varlık hareketsiz olamaz, olursa kaynağına yani HİÇLİĞE döner. İşte bu yüzden dünyada ve ahrette yolculuk hiç bitmez.”  İbn-el Arabi

İçindekiler
Sunuş: Yolda’nın Yolculuğu
1.      Dr. John E. Liho ve Honolulu Uçağı
2.      Miyako San ve Hiroşima Uçağı
3.      Müneccim Cemila ve Marakeş Treni
4.      Juan Goytisolo ve Madrid Limuzini
5.      Frau Adler ve Berlin Treni
6.      Stalin’i Öpen Angela ve Helsinki Otobüsü
7.      Gölge Yolcu J.K. ve Montreal Treni

YOLDA’NIN YOLCULUĞU
“Gezginler, şairler ve yalancılar, işte aynı anlama gelen üç sözcük!” Richard Brathwaite, 1680
Seyahat, seksten ve dans etmekten sonra insanların hayatta en fazla zevk aldıkları fiziksel aktivitedir. Seyahat bir zevktir. Geçen kış sonunda bir edebiyat bursuyla New York eyaletini Hudson kasabasındaki bir sanat kolonisine gittim. İstanbul – New York arasındaki on bir saat uçak üzerine üç saate yakın da New York – Hudson tren yolculuğundan sonra, soğuk ve yağmurlu bir gece yarısı tek başıma daha önce hiç bilmediğim küçük bir kasabanın kapkaranlık ve tamamen boş tren istasyonunda, yüzünü hiç görmeden internetten haberleştiğim koloni yöneticisi D.W.’yu beklerken bir yandan yağmurun ve ıssızlığın sesini dinliyor, aklı başında (!) herkesin sıcacık evinde, güvenli yatağında olmak isteyeceği o zaman parçasında benim hâlâ yollarda olmaktan böyle yabanıl ve marazi zevk alışımın nedenlerini artık didiklemeden keyfini sürüyordum. Bu sanat kolonisinin bulunduğu çiftlikte gezgin ve huzursuz ruhlarıyla yakın akraba olduğum yedi yazarla iki ay kaldım. Sanat kolonisinde kaldığım zaman içinde uzun yıllar önce Kanada’ya yerleşmiş olan sevgili arkadaşım Fatih’i dört gün görebilmek için bir anlamda “seyahat içinde seyahat” olan sekiz saatlik bir tren yolculuğuyla Montreal’e gittim. Şehir güzeli Montreal’de kaldığım bir gece Fatih’in kütüphanesinde Gabriel Garcia Marquez’in 1993 basımı, sayfaları sararmış ve mis gibi kitap kokan Strange Pilgrims (On İki Gezici Öykü) adlı kitabını elime aldım ve uzun süre elimden bırakamadım. İşte YOLDA adlı bu kitabın müsebbibi kadim dostum Fatih’in kütüphanesindeki o On İki Gezici Öykü’dür.
Okuyanlar bilir, Marquez bu kitabında yıllar boyu yaptığı seyahatlerde ve yaşadığı yabancı şehirlerde başına gelenleri edebiyat lezzeti yüksek on iki hikâyede anlatır. Her biri bir Avrupa kentinde geçen bu hikâyelerin ortak yanı hepsinde anlatıcının Marquez olması ve Avrupa’da yaşayan Latin Amerikalıların başlarına gelenlerden oluşmasıdır. Ve elbette Marquez’in eşsiz derecede masalsı, lirik, buna karşın çarpıcı ve sert anlatım dili… Kitabın giriş bölümünde tıpkı benim şimdi yaptığım gibi hikâyelerin oluşum sürecini anlatan Marquez için her şey –elbette- bir rüyayla başlamıştır. Bir gece rüyasında kendi cenaze törenini gören Marquez, yakın arkadaşlarını katılımıyla danslı içkili, pek eğlenceli geçen bu törenden sonra dostları mezarlığı terk ederken, bir tek kendisinin onlarla beraber oradan ayrılamayacağını fark eder. Çünkü o cenazenin ta kendisidir! Böylece rüyasının içinde derin bir hüzne kapılır ve “Ancak o zaman ölmenin dostları bir daha görememek anlamına geldiğini kavradım,” diye yazar. Daha sonra bu rüyayı vicdani bir aidiyet sınavı gibi yorumlayan yazar, yaşadıkları Avrupa şehirlerinde başlarına tuhaf şeyler gelen Latin Amerikalıların hikâyeleriyle ilgili notlar almaya başlar ve uzun, serüven dolu bir yazım sürecinden sonra bana YOLDA kitabını yazmaya ilham verecek On İki Gezici Öykü’yü yazar.
Her hikâyenin geçtiği coğrafyaya özgün birer yemek tarifini kitaba eklemek fikriyse, seyahat ve yemek eylemlerinin merak ve keşif, kültür ve tat, lezzet ve anı ikizlikleri nedeniyle gelişti. Tıpkı kokular gibi tatlar da anılarımız harekete geçirirler. İstedim ki, örneğin hayatında hiçbir zaman Honolulu’ya gidemeyecek veya gitmeyecek bir okur, kitaptaki Honolulu hikâyesini okuduktan sonra eğer isterse meşhur Hawaii balığı Mahimahi’ye en çok benzeyen bizim levrekle burada benzer bir yemek pişirebilsin. Ve onu yerken damağında Honolulu’ya seyahat etsin!
Şimdi elinizde tuttuğunuz YOLDA hikâyelerini, Jack Kerouac’ın kült kitabı On The Road (Yolda) ile adaş olmasına rağmen benimkine ilham verenin aslında Marquez’in seyahatleri olmasına şaşıranlar çıkabilir. Benden önceki “68 kuşağının en isyankâr edebi sembollerinden birine dönüşen Jack Kerouac’ın Yolda’sı ilk gençliğimde, sırt çantamla inter-rail tren yolculuklarına çıkmak için yanıp tutuştuğum ve birkaç kez de çıkmayı başardığım yıllarda özellikle adı nedeniyle keşfettiğim bir kitaptı. Kerouac’ın Yolda kitabına, 68’li Batı gençliğinin yollara düşme heyecanını bir başkaldırı manifestosuna dönüştürme misyonu yüklenmiştir. Bob Dylan’ın, “Like a Bible” diye işaret ettiği, Indianapolis Colts’un sahibi Jim Irsay’in orijinal metnine 2,43 milyon dolar ödediği ve On the Road’un yazarı Kerouac’ın eski pardösüsüne de Johnny Depp’in 15.000 Dolar verdiğini aktarmadan geçemeyeceğim.
Elbette hepimiz farklıyız ve hepimizin yollarla ilişkisi değişiktir. Kimileri seyahatin kendisinden çok ona hazırlanmanın ve onun hayalini kurmanın heyecanını sever, kimileri için gidilen yerdeki eğlenceler ve aktiviteler yolun kendisinden daha önemlidir, kimileri de kımıldamaya üşenir, bütün hayatını aynı kasaba veya semtte tüketir, seyahat edenlerin harcadığı enerjiye neredeyse acıyarak bakar. Bir de yalnızca gitmek eylemini sevenler vardır. Bunlar için seyahat ve yolun kendisi varılacak yerden, kavuşulacak veya ayrılınacak kişilerden bile daha önemli asıl eylemdir. Bu tipler bir yere yerleşip kök salarsa sarır solar, kaybolur, yiterler. Çünkü yolculuk etmek bir çeşit bağımlılıktır. Gitmek başlı başına bir heyecandır. Sık sık uzun yollara giden, dolayısıyla yabancılarla tanışma olanağı bulan insanların sadelik, mütevazılık, hoşgörü ve mizah duyuları gelişir. Bunlara ister göçebe veya Çingene ruhlu, ister huzursuz veya gezgin diyelim, sonuçta varlıkları reddedilemez derecede gerçek ve yol güdüleri yaşamak kadar güçlüdür. Galiba ben onlardan biriyim. Çocukluğumdan beri yollardayım, hayatımın büyük bölümü yollarda geçiyor ve yaşadığım sürece böyle devam etmesi en büyük arzularımdan biri. Çünkü yol, ancak çıkıldığında hükmü sürülen bir taht, bittiğinde yenisini arzulatan hayati bir bağımlılık, kahve ve kitap kadar keyifli bir tiryakilik. Seyahat bağımlılığının libidoyla bir ilişkisi olup olmadığı sorunuysa Freudyen psikiyatristlere bırakıyorum!
Kendimi bildim bileli en iyi hissettiğim ruh durumum hep yolda oldu. Kendi içimde ve dışımda yola çıkmayı, yollarda olmayı, yola düşmeyi ve yola vurmayı ben hep çok sevdim.
Herkes, her zaman yola çıkabilir. Hepimiz seyahat ederek dünyayı ve kendimizi keşfetmeye yetecek kadar büyük bir mirasa sahibiz, çünkü insanız! Benimse çocukluğumdan beri baş etmekte zorlandığım ikiyüzlülük, eşitsizlik, yalnızlık, ırkçılık, faşizm, kadın düşmanlığı (misojeni) ve savaşlarla başa çıkamayan huzursuz, uyumsuz ve dik başlı ruhumu ancak yazarak ve seyahat ederek yatıştırabildiğimi erken yaşlarda keşfedebilmek, belki de hayatta başıma gelen en güzel mucizelerden biridir.

DR.JOHN E.LİHO VE HONOLULU UÇAĞI

Hawaii Usulü Bademli Mahimahi Balığı
Mahimahi Hawaii’nin en meşhur tropikal balıklarından biri, ucuz ve lezzetli olduğu için ona “denizlerin tavuğu” gibi bir ad da takmışlar. Mahimahi etobur olduğu için bizim lüfer gibi lezzetli, yine de bence hiçbir balık bizim lüferden daha lezzetli olamaz, mümkün değil! Türkiye’de Mahimahi bulamayacağınız, lüferi de tek başına ızgara yapmak en mükemmeli olduğundan Mahimahi yerine yine beyaz etli, etobur ve hafif levrekle bu tarifi deneyebilirsiniz.

Malzemeler (2 Kişilik)
½ kilo Mahimahi filetosu
½ bardak zeytinyağı
3 tatlı kaşığı dövülmüş sarımsak
Yarım limon suyu
Tuz ve karabiber
Sos için:
½ bardak badem parçacıkları (elde kırılmış)
2 yemek kaşığı tereyağı
1 yemek kaşığı ince doğranmış maydanoz
4 yemek kaşığı limon suyu
Hazırlanışı
Zeytinyağını, sarımsağı, limon suyunu ve tuzla biberi bir kapta karıştırın; balıklara güzelce yedirip buzdolabında yarım saat kadar bekletip marine edin. Balıkları ızgarada pişirin. Servis tabağına alın. Bu arada sos için bir tavada bademleri tereyağında kavurun. Ocağın altını kapatıp limon suyunu ve maydanozu ilave edin, ızgara balığın üzerine koyup servis yapın.
Kendinizi Hawaii’de hissetmek için bademli mahimahi’nin yanına yapacağınız yeşil salatanın içine ananas, kivi ve bulursanız mutlaka mango da ekleyin. Afiyet olsun!

MİYAKO SAN VE HİROŞİMA UÇAĞI
Gezginler iyi bilir, yolculuklar küçük mucizelerle doludur. Oysa herkes ancak kendi hayatını yaşarsa varoluşunun bir anlamı olabilir.

Japon Çöp Şişi: Kushi age
Japonların orta direk yemeğidir; her barda atıştırmalık taze taze kızartılıp, çeşitli soslarla yedikleri, bambu çöplerle servis edilen, en az otuz çeşidi olan “Kushi age”leri gerçekten çok lezzetli, ucuz ve özgündür.
Hazırlanışı:
Canınız ne istiyorsa veya ne seviyorsanız ona göre: çiğ kabak, havuç, lahana, mantar, brokoli, soğan, kuşkonmaz gibi sebzeler veya sosis, midye, karides, kuşbaşı et, tavuk, kalamar, ahtapotu ince ince kesip bambu çöp şişlere dizin, önce galeta ununa sonra yumurta, un ve su ile hazırlayacağınız sosa bulayarak kızgın yağda kızartın. Altın gibi kızaran bu Kushi age çöp şişlerinin yağını kağıt peçetelerle alıp, üzerine birkaç damla limon damlatın ve damak tadınıza göre ister bizim kalamar sosu, ister ketçap-mayonezle, bence en iyisi soya sosuna banarak afiyetle yiyin. Japonlar acele acele yiyip, hemen parasını ödeyerek terk ettikleri Kushi age barlarda bu çöp şişlerin yanında pirinç rakısı olan sake içiyorlar ama bira veya şarapla da iyi oluyor.

MÜNECCİM CEMİLA VE MARAKEŞ TRENİ
Çöl intikamcıdır. Asla vazgeçmez ve hiç unutmaz! Bazen yüzlerce yıl bekler ama sonunda mutlaka öcünü alır. Bu yüzden akrebin anavatanının çöl zannedenler vardır.
Seyahatlerde, bulunduğum ülkede daha önce yaşamış yazar ve gezginlerin gözlemlerini okumaktan büyük zevk aldığım için o Marakeş treninde bir Paul Bowles romanı okuyordum.
O andı; hani ne yaparsak yapalım, nereye kaçarsak kaçalım özümüzün bizi yakaladığı, hayatın bir yerinde ve bir zamanında er ya da geç, hepimizin mutlaka başına gelecek olan; o adiyetimiz ve varlığımızla ilgili kabullenme anı.
Marakeş’in o meşhur Camiül-Fena Meydanı Arapça fanilerin toplandığı yer anlamına gelir. Camiül-Fena Meydanı aslında Marakeş’i Marakeş yapan ana mekanlardan biriydi. Sonsuzluk Meydanı olarak da anılan bu meydan; yılan oynatıcılardan ateş kılıcı yutanlara, Berberi çalgıcılardan dansçılara, ellerindeki kullanılmış kerpetenlerle diş çekmek için bekleyen seyyar dişçilerden arzuhalcilere, muska yazıcı ve üfürükçülerden el ve ayaklara desenli kına yakıcılara, yok yok bir şenlik alanıydı. Hani hayatta bir kere olsun içinden geçmeden dünyayı algılamanın olanaksız sayılacağı “o yerler”den biri.
Muvahhidler çok yetenekli bir halktır. Marakeş’in anıt minaresi Kutubiye’yi taa 12.yüzyılda onlar yapmışlardır. Onun bir ikizi de Sevil şehrindeki Giralda’dır. Rabat’a gidersen orada yarım kalan Hasan Kulesi de öyledir.

SEBZELİ TAJİN KEBABI VE KUSKUS (BULGUR PİLAVI)
Tajin, et ve sebzelerle hazırlanan Fas’a özgü bulgur pilavlı yahni çeşididir. Faslılar tajin’i kubbe kapaklı özel tencerelerde yapıyor, biz elbette normal tencere kullanacağız.
Malzemeler (4 kişilik)
750 gr. Parça kuzu eti (dana veya tavuk da kullanabilirsiniz)
Yarım kahve fincanı (60 ml.)  zeytinyağı
1 adet kuru soğan
1 adet kırmızı dolmalık biber, tohumları çıkarılmış ve dörde bölünmüş
1 adet patlıcan (ince dilimlenmiş)
2 adet patates
3 adet domates
1 çorba kaşığı harissa ezmesi
10 adet badem
2 diş sarımsak
5 adet hurma
1 adet ayva
1 çay kaşığı bal
1 bardak et suyu (veya 1 tablet bulyon)
2 adet kabuk (ince doğranmış)
1 bardak (250 gr.) pilavlık bulgur / kuskus
2 çorba kaşığı tereyağı
Harissa ezmesi: Acı biber, sarımsak, baharatlar ile yağ karışımından oluşur ve bazı marketlerde hazır halde satılmaktadır. Yoksa kendiniz evde hazırlayabilirsiniz.
Hazırlanışı:
Tencerenin tabanına yarım daire şeklinde doğranmış soğan ve ince kıyılmış sarımsağı koyun. Üzerine kuzu etini yerleştirin. Etin üzerine de çatı çatar gibi elma dilimi şeklinde doğranmış patates, biber, ayva, patlıcan, kabak ve birkaç parçaya kesilmiş domates koyun. Tuz serpin. Hurma ve badem ekleyin. Tajin genelde odunlu ocakta pişer. Normal ocakta pişirmek için önce hızlı ateşe koyun, sonra kısık ateşte 1-1,5 saat pişirin.
Aslında bütün dünyada bizim kuskus dediğimiz, küçük küre şeklindeki makarnayla ilgisi olmayan, buharda pişmiş nefis bulgur pilavı anlamına gelmektedir ve tajin’le beraber servis edilmektedir.

JUAN GOYTİSOLO VE MADRİD LİMUZİNİ
İspanyollar için Madrid, Ankara kadar Akdenizlidir. Madrid aslında bir ‘Kastilya kenti” ve bir “yayla kenti” olarak bilinir. Evet İspanyollar, genel olarak Akdeniz halklarına dahil edilirler ama İspanya Akdeniz ülkesi olduğu kadar Atlantik ülkesidir de, yani İtalya ya da Yunanistan gibi tam bir Akdeniz ülkesi değildir. Bu yüzden İspanyollar kendilerini “İspanyol” ya da bölgesine göre “Bask, Katalan, Galiçyalı” vb. veya “Iberialı” olarak adlandırırlar. Madrid’e Akdenizli demek kendini bir İstanbullu-Akdenizli olarak da gören benim kişisel tercihimdir.
Fakat bir evladın kaç yaşına gelirse gelsin annesine karşın özlemsiz olduğuna kim inanır ki?
İSPANYOL PAELLA PİLAVI
Malzemeler:
2 adet havuç
Bir bardak mantar
100 gr. Tereyağı veya margarin
Yarım kahve fincanı zeytinyağı
2 adet kırmızı soğan 1 adet iri kırmızı veya yeşil dolmalık biber
30 gr. Çam fıstığı
30 gr. Kuşüzümü
100 gr. Safran
500 gr. Pirinç
1 konserve kutusu enginar kalbi
2 diş sarımsak
200 gr. Ahtapot
20 gr. Kalamar
200 gr. Karides
40 adet iç midye
Bir tutam kırmızıbiber, tercihen isot
Hazırlanışı:
Önce yağı eritin. Halka halka doğranmış soğanı ekleyip pembeleşinceye kadar kavurun. Sonra mantar, havuç, biber, çamfıstığı, sarımsak, enginar, karides, kalamar ve ahtapotu koyup birlikte kavurduktan sonra kuş üzümü ve pirinci ekleyin. Son olarak safran ve 6 barda sıcak su katın. Suyunu çektikten sonra 10 dakika bekletin.
Not: Deniz ürünlerini sevmiyorsanız İspanyol paella pilavını karides, kalamar, midye ve ahtapot yerine tavuk veya sosisle de yapabilirsiniz.

FRAU ADLER VE BERLİN TRENİ
Sakın unutma; insan başına gelen bütün felaketlere rağmen hâlâ umut edebilmelidir, çünkü umut ettiğin sürece hayatta kalırsın, my dear…
Kuşku bütün ilişkilerin zehridir. Acı kahve acı çikolatayla çok iyi gider. Yokluk, suçluluk, yenilgi ve dışlanmışlık bütün gençliğimizi kararttı. Sonar sevdiklerimizi yitirdik. Çok kaybımız oldu, çok… Bu sırada bir de baktık ki, yaşlanmışız.
Hasta bakmak, hele sevdiğin insana hastayken bakmak çok insafsız bir süreçtir. Uzun yıllarını paylaştığın, yakın dost olduğun, beraber özel bir hayat dili geliştirdiğin birinin ölmesini seyretmek, ne zordur. “O ölünce tamamen kimsesiz kaldım, hiç kimsesiz! Sanki dünya nüfus sayımlarında sayılmamış tek kişiydim. İlk önce ben de ölmek istedim, ölüp kurtulayım, dedim. Birkaç kez de denedim ama öyle kolay ölünemiyor canım.
ALMAN SOSİSLİ JAMBONLU PATATES ÇORBASI (KARTOFFELSUPPE)
Malzemeler
5 adet patates
6 su bardağı et suyu (veya 1 tablet tavuk bulyon)
3 yemek kaşığı sıvı margarin
1 adet kuru soğan
1 adet pırasa
1 tatlı kaşığı kırmızı pul biber
2 diş sarımsak
Tuz-karabiber
25 gr. Süt kreması
50 gr. Kokteyl sosis
50 gr. Tane bezelye
Hazırlanışı:
Patateslerin kabuklarını soyduktan sonra kuşbaşı doğrayıp, kararmamaları için su dolu bir kasenin içinde bekletin.
Derin bir tencerenin içinde yağı kızdırıp, içine ince kıymış kuru soğanları ilave edip, kuru soğanlar pembeleşinceye kadar kavurun.
Soğanlar pembeleşince içine suyunu süzdüğünüz kuşbaşı patatesleri ve doğranmış pırasaları ekleyip, sotelemeye devam edin. Sonra et suyu veya bulyon ve suyu, tuzla karabiberi ilave edip, sebzeler yumuşayıncaya kadar kaynatın.
Pişen çorbayı mikserde püre haline getirip süzgeçten geçirin, ayrı bir yerde sadece su ile haşladığımız bezelye tanelerini ve ince doğramış sosisleri çorbaya ilave edip kremayı üzerine gezdirerek servis tabağına alın.

STALİN’İ ÖPEN ANGELA VE HELSİNKİ OTOBÜSÜ
Bir obez için haz duygusunun yarattığı utanç, başka utançlara hiç benzemez! Çünkü haz yüzünden yaşanan utanç, tıpkı hazzın kendisi gibi önlenemez, derin ve ruhu sarsıcıdır. Üstelik bağımlılık da yaratır. Çünkü ağzımın içinde uzak ülkelerin baharatlarıyla taşıdığı esrik kokularla eriyerek dilime nüfuz eden sıcak çikolatalı muhteşem sosun altında zevkle ıslanmış kakaolu kekin bedenimin bütün hücrelerini zevkten titrettiği o çok mutlu anın hazzında, aslında biraz sonra duyacağım utancın bilinciyle acı içinde ağlamaya başlarım. Haz ve utancın iç içe kaynaştığı ve sonsuza dek ayrılmamaya yeminli oldukları kontrat, bir obezin yemek saatlerinde daima ortaya çıkar. Bir obezin hayatını yemekten alınan hazzın müstehcenliği kısmen özetler. Bir obez için yemekle yaşadığı haz ve utanç, sevgi ve nefret ilişkisi belki de bütün hayatının resmidir.
Kuzey’in kısa süren güzel yaz aylarında neredeyse hiç batmayan güneşinin tadını ve yılların içinde demlenmiş arkadaşlığımızın tadını çıkartmıştık. Gece yarısı evin erkeklerinin uyumasından sonra göl kenarındaki kütük evin verandasında üç kadın arkadaş sabaha kadar müzik dinleyip dans etmiş, Fin şarabı içip, eski fotoğraflara bakmış, birlikte ve ayrı geçen zamanın içinde hayatın bize verdiği dersleri anıp, kah iç çekmiş kah karnımız ağrıyana kadar gülmüş, üstüne de evlatlarımıza sarılır gibi derin bir şefkatle birbirimize sarılıp ağlamış, sonra evin saunasında keyif yapmış, göl kenarında avaz avaz şarkı söylemiş, ormanda çıplak ayak yürümüştük. Bunlar genellikle kadın arkadaşlar arasında yaşanabilecek duyguları özgür keyifler olduğundan kendiliğinden “kız-kıza” bir zamana denk gelmişti.
FİN USULÜ PANCAKE (GÖZLEME)
(SUOMALAİNEN PANNUKAKKU
Malzemeler (4 kişilik)
4 yumurta
2,5 bardak (650 ml.) süt
1 bardak (250 ml.) un
1 fiske tuz
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
4 çorba kaşığı margarin (veya sıvıyağ)
Hazırlanışı:
Malzemeleri bir kasede köpüklenene kadar çırpma teliyle iyice çırpın. Orta boy ir teflon tavada 1 çorba kaşığı margarini eritin (azıcık sıvı yağ da aynı işi görür). Yağı tavanın her tarafına iyice dağıtın. Ocağın altını iyice açıp, tavanın ısınmasını bekleyin. Bir kepçeyle sıvı hamuru düzgün ve eşit olarak tavaya dökün, bir parmak inceliğinde (1/2 cm.) yayın. Tavaya yapışmadan ve yanmadan kenarları kızarınca ahşap spatulayla ters çevirin (Finliler ve İskandinavlar bunu bizim Lazlar gibi havaya atarak yapıyorlar) ve arkasını da pişirin. Sıcak sıcak servis yapın. Eğer bulabilirseniz Kanada akçaağaç şurubuyla (Maple syrup) yoksa bal veya reçelle yiyebilirsiniz. Finliler bu kekleri o muhteşem taze çilekleri ve kremayla da yiyorlar.
Afiyet olsun.
GÖLGE YOLCU J.K. VE MONTREAL TRENİ
Sürekli yolculuk eden biri hiçbir zaman aynı yerde kalmaz, dolayısıyla daima başka yerdedir. İşte bu nedenle kendini gizlemek için sürekli seyahat etmekten daha uygun bir kaçış yolu yoktur, çünkü belli bir yerde bulunmaz hiç.
Unutmayın, bir zamanlar Pascal’ın dediği gibi “Dünyanın talihsizliğinin kökeninde insanın yirmi dört saat bir odada kalamaması yatar!
KANADA USULÜ KİŞ
Malzemeler:
Kiş yapmak için öncelikle fırında kullanılacak türden bir tart kalıbı gerekiyor.
Kiş Hamuru İçin:
250 gr. Un
150 gr. Tereyağı (zeytinyağı da olabilir)
2 adet yumurta
1 çay kaşığı tuz
60 ml.su
Kiş içi için:
2 yumurta sarısı
1 paket krema
100 gr.dana jambon veya sosis (eğer vejetaryenseniz veya sebzeciyseniz mevsimine göre ıspanak, kabak veya pırasa –sebze karımı da- güzel oluyor)
7-8 adet mantar
2-3 diş sarımsak
75 gr. rende kaşar veya gravyer (hangisini bulabilirseniz)
Hazırlanışı:
Un, tereyağı, yumurta, su ve tuzu sırayla eklenip iyice birbirine yedirin. Bunlar hamur kıvamına gelince üstünü kapatıp yarım saat kadar buzdolabında bekletin. Bu sırada kiş’in içini hazırlayın: Yumurta ve kremayı tercihen mikserde en yüksek çırpma seviyesinde koyulaşıncaya kadar çırpın. İçine ince ince doğranmış jambon/sosis, sarımsak ve mantarı ilave edin. Damak zevkinize göre kiş’in içine kabak, soğan, havuç gibi sebzeler katarak onu zenginleştirebilirsiniz. Ardından hamuru buzdolabından çıkarın ve bir tart kalıbına döşeyin, 350 derece fırında 30-35 dakika pişirin. Kiş hamurunu fırından çıkardıktan sonra kremanın içine eklediğiniz içi buraya yayın ve üstüne rendelenmiş peynir serpin. 170 derecelik fırında 17-20 dakika arası pişirin. Artık kiş’iniz sıcak sıcak yenmeye hazır. Yanında beyaz şarapla şahane gider, afiyet olsun!




Arka Kapak:
Marakeş’ten Helsinki’ye, Honolulu’dan Madrid’e, Hiroşima’dan Berlin’e ve Montreal’e uzanan bir coğrafyada, tamamı yollarda geçen, sıradan insanların sıra dışı yol hikâyelerinden oluşan YOLDA: Yedi şehri, yedi dili, yedi yemeği, yedi hikâyeyi ve bir İstanbullu yazarı buluşturdu.
YOLDA, Türk Edebiyatı’nın gezgin yazarı Buket Uzuner’in “yabanıl ve marazi bir zevk”le yaptığı uzun yolculuklardan seçtiği en tuhaf, şaşırtıcı ve gizemli yedi hikâyesini paylaşıyor okurlarla.
YOLDA’nın bütün hikâyeleri seyahat araçlarında, trenlerde, uçak ve otobüslerde geçiyor. Çünkü uzun yolculuklarda tesadüfen yanımıza oturan bir yabancıya onu bir daha hiç görmeyeceğimizi bilmenin verdiği rahatlıkla bazen en büyük sırrımızı rahatça aça, anlatır, rahatlarız. Ancak ya o yabancı yolcu bir yazarsa ve bir gün YOLDA adlı bir kitapta kendi hikâyemizi okursak? Elbette gerçek adlar korunarak, elbette edebiyatın “esirgeyen gökleri”, “kışkırtıcı rüzgârları” ve “ürperten yağmurları” eşliğinde.


İnceleme Notu:
Her bir öykünün bize fısıldadığı sır ise aynı. O da; yolculuk denilen şeyin bir yerden bir yere gitmeyle sınırlı kalmadığı dahası önemli olanın varılan yer kadar
yolculuğun bizzat kendisinin olduğu. Yani gezginlik hali...
Yedi yol hikâyesinden oluşuyor “Yolda.” Nedir bu hikâyelerin derdi; nasıl bir yol öneriyor?
Gezi kitaplarım insanları yoldan ve baştan çıkartsın isterim! “Yolda”yı okuyanlar, çantalarını toplasın, yollara düşsün... Otogara gidip, ilk otobüse atlayıp Mardin’e Trabzon’a Datça’ya gitsin. Birkaç gün kalıp, tarihi, kültürü, yemekleri öğrensin, fotoğraf çeksin, insanlarla ahbaplık etsin, yenilenmiş olarak geri dönsün... Çünkü yollar sınavdır. Beklenmedik bir durumda bilinmedik bir kültürde, yeni insanlarla ve yabancı dillerde en çok kendimizi tanırız. Bu yüzden çok gezen çok anlar, anlamaya başlamaksa hayatın alfabesidir. Bu yüzden yolculuğun, kendini ve ötekileri merak ve keşfetmenin hikâyeleri de bunlar.
Yolda kitabında Zeynep Özatalay imzasıyla kimi yerel kültür objelerinin desenlerine de yer verilmiş. Her öyküde ortalama üç veya dört adet yer alan obje desenleri, yazarın çıktığı gerçek seyahatlerden toplanmış gerçek parçalardan ilhamla üretilmiş olmalarıyla, kitaba ayrı bir gerçeklik katıyor. Uzuner öte yandan, kitaptaki her öykünün sonuna, ilgili ülkenin tanınmış bir yemeğinin tarifini de eklemiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder