Kitabın Adı : Benim Kitaplarım – Otuz Beş İsim Otuz Beş Kütüphane
Yazarı :
Sema Aslan
Yayınevi :
Doğan Egmont Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 298
Türü :
Söyleşi
Okuduğum Tarih:
Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden Alıntı:
Her şeyimi satmak zorunda kaldım.
Seninle evlendikten kısa bir süre sonra
Heine’nin Münih’te aldığım baskısını bile elden çıkardım. Kitabı hatırlıyor
musun? Hani kestane rengi bez cildin üstünde serpiştirilmiş altın sarısı
çiçekler işliydi. Gecenin çoğunu birbirimize kitaptan şiirler okuyarak, kalanı
da Ernest’in parka bakan dairesinin şöminesinde yanan ateşin yanı başında
sevişerek geçirirdik. Walter Benjamin
Giriş
Kütüphanesindeki bir kitabı sevdiği
kadına hediye eden, ama sonra onun yokluğunu sindiremeyip birkaç dakika içinde
hediye ettiği kitabı üstüne para vererek geri alan Walter Benjamin’i anladım.
Bibliyofil, bir iz sürücüdür. Bazen bir
dipnottan, bazen bir yazıdaki referanstan başlar izini sürmeye ve yıllarca
hedefine, yani ‘kitap’ına doğru yol alır.
Sahaf terimleri sözlüğü
Cilt: Kitap formlarının dikilip
kaplanmış biçimi, eski yazma ciltleri. Alt ve üst ‘kapak’lar, arka kalınlığı
örten ‘sırt’, ön tarafı örten ‘miklâp-sertap’ olarak dört parçadır.
Cilt bezemesi: Cilt kapakları ile miklap
üzerine ‘gömme’ ve ‘yazma’ yöntemleriyle işlenen yaldızlı ‘şemse’, ‘yıldız’,
‘köşe’ denen desenlerdir. Kaplara uygulanan şekil ve nakışlara, tür ve
üsluplarına göre ‘ebru’, ‘zerduva’, ‘kumaş’, ‘lâk’ veya ‘deri’ denir.
Cönk: Çoğunca halk ozanlarından deyiş,
koşma, ilahi, destan vb manzumelerin, kimi dua ve notların yazıldığı, ensiz ve
uzunca kağıtların dikilmesiyle meydana getirilen, koyunda taşınan defter-kitap.
Dağarca: Ephemera sözcüğünün Türkçe
karşılığı.
Deri: Kitap ciltlerinde kullanılan, özel
olarak işlenip renklendirilmiş deriler ‘kafa’, ‘sırt’, ‘etek’ diye adlandırılır
ki pek çok farklı türde deri mevcuttur: meşin, sahtiyan, keçi derisi ve rak.
Divan: Eski şairlerin münacat, nat,
kaside, gazel, murabba, beyit tarz ve türlerinde şiirlerinin sırasıyla
yazıldığı yazma veya basma kitap. Kafiye düzenine göre ve kapsamlı olanlarına
‘mürettep divan’, az sayıda şiir içerenlere ‘divançe’ denir.
Efemera/Ephemera: Koleksiyon değeri olan
her türlü belge ve obje.
El yazması: Bir yazar veya şairin özgün
yapıtının, hattan denen yazı ustası tarafından özel mürekkep, kamış kalem ve
kağıt kullanılarak aynen yazılmış kopyası. Yazma kitap.
Ketebe: Hat sanatının nesih, sülüs gibi
‘kalem’ denen yazı tarzlarından biriyle yazılmış el yazması kitapların son
sayfasındaki hattat künyesi.
Kitap kurdu: Sürekli kitap alan ve
okuyan kimse.
Kümmi kitap: Eni dar, boyu uzun
kitaplara verilen ad.
Küp kapağı: Oldukça kalın, içeriği
önemsiz kitap.
Mecmua-i eş’ar: Divan şairlerinden
seçilen gazel, kaside, kıta, beyit ve mısraların yazıldığı el yazması şiir
antolojisi.
Mihrabiye: Yazma kitapların ilk sağ
sayfasının yukarınsa yaldızla ve boyalarla yapılan üçgenimsi desen.
Miklâp: Kitap cildinin sol kapağı dış
kenarına bağlı üçgen parçası, kitabın arasına girebilen yarım kapak.
Minyatür: El yazması kitaplarda kimi
sayfalara, nakkaş denen ressamlar tarafından özel boyalarla yapılan
perspektifsiz nakış-resim.
Mukavva: Kağıtların üst üste
yapıştırılıp preslenmesiyle elde edilen sert ve sağlam cilt kapağı.
Mücellit: Yazma kitaplara, türüne ve
niceliğine uygun üslupla cilt yapan sanatkar. Saray kitaplarını ciltleyen
ustalara mücellitbaşı denirdi.
Okra: Ciltlerdeki kurt yenikleri.
Raf bekçisi: Kolay kolay satılmayan
yayın.
Reddade: Yazma kitaplarda sayfa
sıralaması. ‘Ayak’ da denir. Bu sıralama, her sağ sayfanın alt sol köşesine sol
sayfanın ilk satırındaki ilk sözcük yazılarak yapılırdı.
Sefinetü’l-vüzera: Veziriazamların
özgeçmişlerinin yazıldığı biyografya katalogu. Sözcük anlamı ‘vezirler
gemisi’dir.
Serendipity: Bir güzeli ararken bir
başkasına ulaşmak.
Şemse: Yazma kitap kapağının ortasındaki
baskı yöntemiyle ve yaldızla yapılan oval, ışınlı desen.
Şiraze: Ciltleme dikişi sırasında kitap
sırtının iki yan kenarında oluşturulan ibrişim bağlama örgüsü.
Tam takım: Sayıları ya da ciltleri
eksiksiz dergi, gazete ya da kitap.
Tezkire: Ünlü kişilerin özgeçmişlerinin
ve eserlerinden örneklerin yazıldığı el yazması antoloji.
Tuğla gibi: Çok kalın kitap.
Yorgun: Cildi dağılmak üzere olan veya
fazla kullanılmış gibi duran kitap.
Zencerek: El yazması kitapların sayfa
kenarlarına zincir halkaları şeklinde yapılan çerçeve, örgen. Kenar zencereği
de denir.
ADALET AĞAOĞLU
Kütüphanesini anlatan anahtar kelime:
özel! Çünkü yanından ayırmaya gönlünün el vermediği kitaplardan oluşuyor.
Aralarında okuduğu ilk kitap da var Picasso tarafından imzalanmış olan da.
“Okuruz, okumayız ama kitap alırız”
Yaklaşık sekiz bin kitabını Boğaziçi
Üniversitesi Vakfı’na bağışladığında yıl, 2000’di. Kitaplarının yanı sıra,
Fransız şansonları ile klasik müzik arşivini ve antika yazı makinelerini de
bağışladı.
Yirmi iki yıllık kütüphanesini eşi Halim
Bey ile Ankara’dan İstanbul’a taşıdığında notlar tuttu. Bu göç notları daha
sonra Göç Temizliği isimli bir anı-romana dönüştü.
ALİ POYRAZOĞLU
“Şu anda kütüphanemde bulunan ve
peşlerinden epey koşturduğum tablolardan söz edebilirim. Raffi Portakal’ın son
müzayedesinden satın aldım onları; Şevket Rado koleksiyonundaydı resimler
–birkaç tane de Osmanlı tarihiyle ilgili kitap vardı o koleksiyonda- Sözünü
ettiğim tablolar, Kantocu Şamran Hanım ve Kel Hasan Efendi’nin Şehzadebaşı
tiyatrolarında gösteri yaparken Münif Fehim tarafından yapılmış tabloları ile,
ünlü ressam Muazzez’in meşhur ortaoyun tablosu. Bu muhteşem eser, Kavuklu
Hamdi’nin Gülhane Parkı’ndaki ortaoyunu ve ortaoyunu izleyen bütün halkın
resmedildiği eşsiz bir eser. Tablolar, Şişli’deki yeni Ali Poyrazoğlu
Tiyatrosu’nun fuayesini süsleyecek… Ayrıca Ege tiyatrolarının altında bulunmuş
iki bin beş yüz yıl önceki ilk tiyatro gösterilerinin biletleri de
koleksiyonumda. Onlar da fuayede sergilenecek.”
“İlk kütüphanem devlet demiryolu
trenleriydi!”
Beş ayrı masada çalışıyor. Bu, beş ayrı
ev, beş ayrı kütüphane demek! Kütüphanesi kitap, CD, ses bandı, oyun kasetleri,
afiş ve arşiv belgelerinden oluşuyor. Maske, kukla ve tabloları da
kütüphanesinin unsurları olarak kabul edip, bir “Gösteri Sanatları Kütüphanesi”
tanımlıyor.
“Kitaplar benim ayrılmaz bir parçamdır.
Okumadan uyuyamıyorum, okumadan uyanamıyorum!” diyor.
Hangi masada çalışacağına karar verirken,
yaptığı işin kendisi kadar, ruh hali de belirleyici olabiliyor. “Canım ne
tarafa bakmak istiyorsa” diyor.
Türk tiyatrosuyla ilgili yapılmış tüm
tabloları topluyor. Bu tablolar, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun fuayesini
süslesinler istiyor.
Arşiv değeri taşıyan kimi doküman ve
materyali özellikle toplamasını şöyle açıklıyor: “Koleksiyoner değilim. Ama
bunlara sahip çıkılmıyor, ben de kaybolup gitmesini istemediğim resimleri,
fotoğrafları vs elime para geçtikçe alıyorum”. Elinde tabloların yanı sıra, yüz
elliye yakın koleksiyon parçası kukla da var.
Biriktirdiklerinin tümünü
sanatseverlerle paylaşmak niyetinde. “Güzellikleri başkalarıyla paylaşmak için
biriktirir insan. Kelebek koleksiyoncusu değilim; alıp kapatıp üzerine
titremenin bir anlamı yok. İnsan okuduklarını da sadece kendisine saklayamaz;
zihnin prizmasından geçer ve başkalarıyla buluşur o bilgi” diyor.
“Kitabı süs eşyası gibi kullanmama;
yazarım, çizerim. On beş yıl sonra o kitabı tekrar okuduğumda kendi notlarımla
karşılaşmak hoşuma gider. Yazarın yaratıcı evresi, sizin yaratıcı evreninize
dönüşmelidir nihayetinde” diyor.
Hiç vazgeçemeyeceği kitabı, Küçük Prens.
Neden Özellikle Banka Apartmanı?
Gittiğim, çalıştığım her şehir benim kütüphanem haline gelir, çünkü hem
oralardaki kütüphanelerden yararlanırım hem de sahaf dükkânlarında epey zaman
geçiririm. Benimki biraz gezgin bir yaşam, ruhum da biraz Çingene… New York’ta,
Paris’te, Berlin’de, Atina’da, Sivas’ta, Urfa’dayım… Belli olmuyor.
Tiyatro, sinema, edebiyat…
Becerebildiğim kadarıyla bir Rönesans aydını gibi yaşamaya, farklı
disiplinlerde okumaya, araştırmaya çalışıyorum.
İyi bir şey mi bilmiyorum ama yedi
yaşımdayken evde Fransızca ders alıyordum, Alfred ve Musset okuyordum.
Okuma bağımlısıyım; “Nerelisin?” diye
sorduklarında “Türkçeliyim” derim. Benim ana yurdum Türkçe. Türk dilinin içine
doğdum.
Türkçe, İngilizce ve Fransızca okuyorum.
Düşünsenize, kitap okumak ne eşsiz bir uğraş… Bütün yazarlar sizin arkadaşınız,
onları tanısanız da tanımasanız da.
Kitaptan, bilgiden daha heyecan verici bir
şey olmadığı için bunun peşine takıldım herhalde. Bilgiyi bir tür ‘beyin
ateşinin’ üzerinde eritip onu yeni bir kalıba dökmek, yeni baştan bir şey
yaratmak… Belki bir heykel… Kendi bedeninizle birlikte yeniden biçimlendirmek…
Bilgi, nihayetinde vücut dilini de şekillendiriyor.
Yaşadığım hazzı bilemezsiniz! Ben aynı
zamanda profesyonel bir okuyucuyum.
ALPAY KABACALI
Basın tarihiyle ilgili çalışmaları
nedeniyle kütüphanesinde hatırı sayılır sayıda kitabı içeren ‘basın tarihi
kitapları’ rafları var. Basınla ilgili anı kitaplarından tutun, Osmanlı’daki
süreli yayınlar kataloguna, geniş bir yelpazede basınla ilgili ne ararsanız var
raflarda.
Müthiş bir dergi koleksiyonu var:
birinci sayı koleksiyonu. Yani bugüne kadar çıkmış pek çok derginin ilk
sayılarından oluşan bir koleksiyon.
Öyle bir an geldi ki, kendimi tarttım ve
“Kitap delisi olabilirim” dedim. Kitap meraklılarını böyle kategorilere
ayırırlar. Kitap meraklısı, kitap tutkunu, mecanin-i kütüp, yani kitap
delileri! Bir şeye çok fazla bağlanmak pek doğru değil diye düşündüm ve
önlemimi aldım.
AYŞE KULİN
Kitapları, ezberli bir düzen içinde bir
arada duruyor.
Tam anlamıyla bir kitap fetişisti!
Kütüphanesinde hemen her türden kitap
görmek mümkün; edebiyattan resim kitaplarına, müzayede kataloglarından yemek kitaplarına,
Osmanlı tarihinden şiire, feng shui ve astrolojiden Atatürk kitaplarına uzanan
geniş bir ilgi alanı var.
Onlara “hayatımın kitapları” diyor ve
sanki bizimle değil, onlarla sohbet ediyor. “Çok titizim bunlara karşı…
Hayatımın kitapları bunlar… İçlerinde alındıkları tarihler ve ismim yazılı. Ben
de eskiyim ya! Bakın burada İzlerimiz dergisinin eski sayıları var.
CELAL ŞENGÖR
8 mart 1974… İlk nadir kitabını aldığım
gün…
Kütüphanesi yeterince ünlü!
Evin içinde gizli bir sığınak gibi Şengör’ün
Kütüphanesi… Şengör tarafından bir ‘ev kütüphanesi’ olarak tanımlanan iki katlı
mekân, profesyonelce tasarlanmış. Çift taraflı kullanılabilen kitaplıklardan
oluşan koridorların arasında kaybolabilirsiniz!
Ünlü jeologların minyatür büstleriyle, biblolarıyla
süslenen kütüphanede ayrıca özel olarak ışıklandırılmış dinozor yumurtalarıyla
Jules Verne’in Arzın Merkezine Seyahat’in ilk basımına rastlıyoruz. Bir de aynı
kitabın ilk resimli baskısına. “Bu ilk baskıyı Amerika’da buldum ve bedava bir
fiyata aldım. 1866 tarihli ilk baskı! Satan belli ki farkında değildi kitabın
değerinin.” Kitabın ilk baskısı ile ilk resimli baskısı arasında bir fark
olduğunu söylüyor Şengör: “Jules Verne, resimli baskıya insanın kökeni hakkında
iki yeni bölüm ilave etmiş! O sırada bir tartışma var; insan Dördüncü Zaman
hayvanlarından sonra mı yaratılmıştır, yoksa daha eskiden evrimleşerek mi
gelmiştir? Jules Verne, evrimcilerin yanında yer almıştır” diyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü
başkanı Thomas Jefferson da Goethe de Celal Şengör’ün ‘ünlü jeologlar’
sıralamasında yerlerini alıyor.
Kütüphanelerde olmadığı için
Türkiye’deki mevcut tüm yerbilimi dergilerini toplayıp ciltlettiriyor.
Kütüphanesi kolay bulunmaz, ele geçmez
kitaplardan oluşmakla kalmıyor. Çeşitli resim ve objelerle de desteklediği
kütüphanesinde Eduard Suess ve Emile Argand için özel birer köşe var. Hatta
Argand’ın tüm dünyada sekiz adet bulunan ölüm maskesinin bir kopyası da onda.
XIX. ve XX. Yüzyıl jeoloji ders
kitaplarını toplamış!
Kütüphanenizi gezelim mi birlikte?
Şurası bilim felsefesi bölümü. Şurada az bir miktar antik Yunan, Roma ve
Ortaçağ bilimi var. Burası tamamen felsefe ama felsefenin epistemolojik
kısmıyla ilgili. İslam bilimi şurada bitiyor. Burası Avrupa’daki genel bilim
tarihi; yüzyıllara göre ayrılmış. Şu kısım tamamen münferit, jeolog olmayan
bilim adamlarına ait. Burası karmakarışık bir şey; benim liseden ve
üniversiteden kalmış ders kitaplarım… Şuradan itibaren jeolojinin tarihçesi; en
altta jeolojinin felsefi temelleri; burada jeolojinin dalları; burası
paleontoloji, jeomorfoloji, tektonik; şurası deniz jeolojisi; karşıda,
ülkelerde jeolojinin tarihçesi; burada meşhur jeologların biyografileri; şu da
dünyadaki tüm jeologların listesi!
Bu kitapları ne zamandır topluyorsunuz
peki? 8 mart 1974’ten beri! Almanya’da öğrenciyken aldım ilk nadir kitabımı.
Aldığım ilk ciddi kitap; Humboldt’un “Kosmos”u. Ama ondan önce de bana hediye
gelen bir kitap var. Arkadaşım Cem Boyner’in büyük amcası merhum Fazıl
Boyner’in kızı Leman, Viyana’da okuyordu… Ondan bir kitap istemiştim; Suess’ün
“Das Antlitz der Erde” isimli kitabı. Aramış bulamamış. Fakat onun yerine
Suess’ün başka bir kitabını almış. Daha da nadir bir kitap! “Die Entstehung der
Alpen”. Aslında kütüphaneme giren ilk ciddi ve nadir kitap odur. Mesela siz hiç
1580’de yayımlanmış kitap gördünüz mü? Hem de okuyabileceğiniz dilde. Meşhur
Bernard Palissy’nin “Discours Admirables”si… Orijinali bu!
Biblolar var raflarda… Mesela bir
Uzakdoğu figürü… O, sıradan bir biblo değil; Li Bing’in biblosu. Li Bing, MÖ ikinci
yüzyılda Minjiang Nehri üzerine bir baraj yapmış! Dujiangyan Barajı. O barajı
yapabilmek için nehrin hidrolojik rejimini incelemiş! Her yağmurda taşan
Minjiang Nehri, Li Bing’in barajıyla birlikte tüm Sichuan Ovası’nı sulayan,
verimi artıran bir nehir haline gelmiş. İnsanlar Li Bing’i tanrılaştırmışlar.
Ben de ziyaret ettim onun tapınağını. Hatta elimde mumlarla ona tapınırken
çekilmiş fotoğrafım var, çünkü Li Bing, benim Tanrı olarak bildiğim tek
meslektaşım!
İlk kütüphanenizi hatırlıyor musunuz?
Hatırlamaz olur muyum? Hannoverli bir dadım vardı, Elizabeth. Beraberinde Grimm
Kardeşler’in masal kitaplarını getirmişti. Bir seri de plak getirdi; bunların
bir kısmı şarkı, bir kısmı masaldı. O zamanlar okuma yazma bilmiyordum; beş
yaşındaydım. Bir de annem bir gün bana dinozorlarla ilgili bir kitap aldı.
Fakat kitaplarım okula başladıktan sonra epey arttı. Kazım Taşkent, anneannemin
kuzenidir, rahmetli, yılbaşlarında sandıkla kitap gönderirdi Doğan Kardeş
Yayınları’ndan. Bir de dedemin evinde dayım Melih Sipahioğlu’nun Kütüphanesi
vardı.
ÇETİN ALTAN
Ayrı evlere dağılmış yaklaşık on bin
kitabı bulunuyor. Göztepe, Basınköy ve Cihangirde.
Kütüphanesinde tarih ve edebiyat
kitapları ağırlıkta.
“Kitaplığımda çok özel bir koleksiyon
var. Bir tarihte çok ucuza satın almıştım bir sahaftan: Sultan Abdülhamit’in
kitaplığından çıkma, yirmi dört ciltlik bir koleksiyon. Çok az kişide vardır
böyle kitapları olan. Bütün bir koleksiyonu çok ucuza veriverdi adam!
Üç türlü okuma vardır: birincisi zorunlu
okuma; mektep kitapları. İkincisi öğrenmek için okuma. Üçüncü ise zamanı
unutmak için, zevk için okuma.
DOĞAN HIZLAN
Evinde iki yatak var; biri yatak
odasında, diğeri çalışma odasında. Bazı geceler çalışırken uyuyakalıyor, bazen
de aklına gelen bir şeyi not etmek üzere uykudan uyanıyor.
Kütüphanesinde referans kitaplarıyla
deneme, eleştiri ve şiir başta olmak üzere elbette roman ve öyküye de yer var.
Bir kırtasiye düşkünü! Dolmakalemler,
kurşun kalemler, yazarların bulunduğu kupalar, ki içlerine kalemler konuluyor,
silgiler, kağıtlar, mürekkepler ve mürekkep şişeleri özel ilgi alanına giriyor.
Ama hemen sonra anlıyoruz ki, büyüteçler, ayraçlar, mektup açacakları ve kim
bilir atladığımız daha neler neler onun koleksiyoncu ruhunun kıskacında! “Uğur
bellemişim, gittiğim her yerde bir kırtasiyeye uğrayıp bunlardan alırım” diyor.
Hatta bizi Schneider’ın, üzerinde “Bad Kids Choise” yazılı korsan kalemiyle
korkutuyor!
Evinde kitaptan çok plak/CD koleksiyonu
var, kapalı dolapların ardında da notaları. “Hâlâ nota okuyarak dinleyebilirim
bir eseri” diyor, long play’den vazgeçmiyor. Arşivi Klasik Batı Müziği ile
Klasik Türk Müziği ağırlıklı. Bulduğunda kaçırmıyor, mutlaka yeni bir plak
alıyor.
Müzisyen bir ailede büyüyen Doğan
Hızlan, hâlâ zaman zaman ut çalıyor.
ELİF ŞAFAK
Kelimenin tam anlamıyla ‘dağınık’ bir
kütüphanesi var. Kendisi ‘göçebe’ diyor.
Yaşamını çok erken yaşlardan itibaren
farklı ülkelerde, farklı şehirlerde geçirmeye alışık. Kütüphanesi de kendisine
benziyor; yazarın dört ayrı şehirde dağınık olarak bulunan kitaplarının pek azı
yazarıyla birlikte yolculuk yapıyor.
Kitaplarınızın hangisi nerede,
hatırlıyor musunuz? Bende şöyle bir his hakim: ben, insanları kitapların
sahipleri olarak görmüyorum. Kitabın sahibi olmaz bence. Öyle arkadaşlarım var
ki, senelerce aynı evde yaşamışlar, çok titizler, kitaplarını asla
kirletmezler, tozlarını alırlar vs. Onlar için kitap bir antikadır başlı
başına. Ben hiçbir zaman öyle olmadım. Benim kitaplarım çizgilerle, kenarlarına
düşülmüş notlarla doludur. Üzerinde yemek, kahve lekeleri vardı, çantamda
ıslanmışlardır falan. Bu bana kötü gelmiyor. Ben kitapla yaşamayı seviyorum.
Onun için de kitaplarını çok hırpalayan biriyim. Kitap da beni hırpalıyor!
Rafları düzenlerken nelere dikkat
edersiniz? Arşivci gibi dizmedim kitaplarımı. Kendimce konularına göre ayırırım
kitapları ama ben dağınıklıkta çok rahat nefes alan biriyim. Hep kaostan
beslendim. Birçok yazar düzeni bozulursa tedirgin olur oysa. Aşırı bir düzen
halinde panikliyorum ben.
Sürekli yanınızda taşıdığınız kitaplar
hangileri? Ruh halime göre değişiyor. Ama İbn-i Arabi’yi yanımda çok
sürüklemişimdir. Mesnevi’yi Walter Benjamin’in Pasajlar’ını çok taşımışımdır
yanımda. Fakat dönem dönem değişiyor bu.
Çantanızda her zaman bir kitap taşır
mısınız?
Taşırım. Hem kitap hem de defter
taşırım. Şu sıra Tony Morrison’ın bir kitabını taşıyorum yanımda; daha önce de
okumuştum. Bazen bazı kitapları tekrar okurum. Ve o zaman daha evvel aldığım
notları okumak da hoşuma gider. Kitapla ilişkimin tarihi de takip edebiliyorum
böylelikle.
ENİS BATUR
Dönüp dönüp okunan kitaplar deyince,
şiir kitaplarını gösteriyor. Çalışma masasının arkası silme şiir kitabıyla
dolu.
Enis Batur’unki ağırlıklı olarak bir
edebiyat kütüphanesi… Ama ilgi alanı ne kadar genişse kütüphanesi de o kadar
kapsamlı.
Kütüphanenizde kütüphane üzerine
kitaplar da var… Evet, kütüphanelerle ilgilendi. Ortaçağ’da mürekkep yapımı,
kitabın Arap dünyasındaki yeri, kitap meslekleri, gizli yazılar, kayıp diller,
ciltçiler gibi başlıklar göze çarpıyor. Kütüphane tarihleri, son dönemlerde
kütüphane kavramı etrafında yapılan kolokyumların toplandığı kitaplar, yanmış
kütüphaneler üzerine kitaplar, İslam’da kütüphane, İskenderiye Kütüphanesi
diğer başlıklar.
Kütüphane’yi kitap üzerine yazılan bir
kitabı yazmak için yazdım!
Diyorsunuz ki kütüphane sahibi kişi bir
okuma defteri tutmalıdır. Aldığı kitabı ne zaman aldığı, ne zaman okuduğu,
okuduğundan ne anladığı ve daha birçok ayrıntıyı yazmalıdır.
ERDAL-SAMİYE ÖZ
Erdal Öz’ün kütüphanesinde baskın olan
nedir? Edebiyat. Yerli ve yabancı edebiyat ağırlıklıdır Erdal Öz’ün
kütüphanesi. Onun kadar yoğun olmasa da siyasi-teori kitaplar önemlidir. Bir de
tabii şiir. Şiiri çok severdi; çok da güzel, yalın okurdu. Kendisini dışarıda
tutar, tüm ağırlığı sözcüklere verirdi. Kütüphanesinde tüm Türk şairlerinin
kitapları vardır.
EROL ÜYEPAZARCI
Polisiye roman okumayı çok seviyor,
“Kitapları eziyet çekmek için değil, keyif almak için okuyorum” diyor. Ama
arada sırada eziyetli kitaplar da okuması gerektiği için hiçbir zaman tek
kitapla yetinmiyor, aynı anda birkaç kitap okuyor. “Böyle durumlarda araya
mutlaka bir polisiye roman koyarım” diyor.
Çatı katı çalışma odasının tüm duvarları
raflarla çevrili.
Kendisini “Bibliyofil ile bibliyoman
arasındaki o ince çizgide duran adam” olarak tanımlıyor. “Bir insanın üç dört
bin kitabı varsa bibliyofildir fakat onu geçtiyse, artık bibliyomandır. Çünkü
bu, koleksiyonculuğa gerer ve koleksiyonculuğun bir mantığı yoktur” diyerek
ekliyor: “Farklı türden bir manyaklıktır bu. Diğer manyaklıkları düşünecek
olursanız, kitap toplama manyaklığı, keyifli bir manyaklıktır.”
Külliyatçı. Sevdiği yazarların tüm
kitaplarını toplamaya özen gösteriyor. Buna ek olarak imzalı kitaplara ve ilk
baskılara düşkün.
Ben bir kitap aldığımda onu atamam.
Kitabı aldığımızda bakıyoruz, üzerine damgamızı vuruyoruz, ne zaman aldığımızı
yazıyoruz.
GÖKHAN AKÇURA
Esas olarak kitaba değil, içerdiği
bilgiye tutkun. Kendi araştırmasını tamamladığı andan itibaren, o araştırmaya
kaynak ve malzeme olmuş tüm kitap ve dokümanı kitaplığından çıkarabilecek
özgürlük duygusuna sahip.
GÜVEN TURAN
Her şeyin bir görünen, bir de görünmeyen
yüzü varmış… Kütüphanelerin de öyle! Güven Turan’ın kütüphanesinin görünen yüzü
sakin ve açık, görünmeyen yüzü sürprizli ve gizemli.
Kütüphanesinin ana eksenini sanat ve
edebiyat oluşturuyor; felsefe ve psikoloji bu iki alanı beslemek üzere var.
Çok sayıda ve hemen hemen her konuda
sözlüğü mevcut.
Mektuplarını ayakkabı kutularının içinde
gizliyor. Yazar mektupları ve eski sevgililerin mektupları asla atılmaz!
On binin üzerinde kitabı var ama bunun
akıl kârı olmadığını düşünüyor: “Bilge Karasu akıllı bir adamın binden fazla
kitabı olmaz, olsa olsa beş yüz kadar kitabı olur dediydi” diyor.
“Hâlâ beklediğim, aradığım yabancı
kitaplar var. Mesela Nabokov’un Poems and Problems kitabı. Hem kendi icat
ettiği satranç problemleri hem de şiirlerini topladığı bir kitap bu. Ve otuz
yıldır falan yok ortada! Bir de 1980’de Amerika’dayken aldığım bir kitabı bir
dostuma ödünç verdim ve kitap geri gelmedi: Pessoa’nın bir Seçme Şiirler’i.
Kendinize “kitap oburu” diyorsunuz. Ne demek “kitap oburu”? Kitap meraklıları
arasında kullanılan “bibliyofil”, “bibliyoman” gibi terimler vardır.
‘Bibliyofil’, kitapsever; ‘bibliyoman’ kitap delisi.
Şiir, edebiyat, felsefe, sosyal
bilimler, sanat tarihi hep önde gelen ilgi alanımı oluşturdu.
Benim bir aforizmalar kitabım var, Bakır
Çalığı diye. Orada şöyle bir aforizmam var: “Aradığınız kitabı bulmada bir
antika kitapçısıyla bir ikinci el kitapçısı arasında sadece toz farkı vardır”.
Aslıhan Pasajı’nda on liraya bulacağınız kitabı müzayedelerde bin liraya
alırsınız.
Kitaplarınızda exlibris var… Evet. Bütün
kitaplarımın içinde benim dizaynım olan bir çıkartma var. “Güven Turan
Kitaplığı”.
Belki Rönesans’ın büyük beyinlerinden
Erasmus’u anmanın tam zamanı. Şöyle der: “Elime biraz para geçince kitap
alırım, param artarsa günlük ihtiyacıma harcarım.”
Mutfakta da kitaplar var ama yemek
kitapları. Yatak odam da gece uykum kaçarsa diye başucu kitaplarım vardır.
Çizgi roman ve şiir okurum geceleri…
Epey doküman var kütüphanenizde. Atmaz
mısınız hiçbir şeyi? Onları ‘hissetmeliyim’ her zaman. Bu duyguyu Alberto
Manguel “The Library at Night”da öyle güzel anlatıyor ki, kıskandım… Hem
anlatımını hem kütüphanesini!
HALİT REFİĞ
“Kitaplığın temel unsuru
ansiklopedilerdir”
Kütüphanesindeki kitaplar, milimi
milimine yan yana duruyor. Çok düzenli! Eşi Gülper Refiğ, Halit Bey’in
kütüphanesindeki en ufak bir değişikliği hemen fark edebildiğini söylüyor.
Çalışma masası bile anılarından dolayı,
yeni bir masa teklifine direnerek değiştirilmemiş.
Uzun bir zaman aralığında, teker teker,
yavaş yavaş alınmış kitaplardan oluşan kütüphanesinde farklı disiplinlerden pek
çok referans kitabı dikkat çekiyor.
Yanı sıra, genel konulardan sanat
tarihine, Türk ve dünya edebiyatından ekolojiye, sinemadan tarihe zengin bir
çeşitlilikle.
Kemal Tahir’den Oğuz Atay ve Selim
İleri’ye, Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden imzalı kitapları var.
Kütüphanesine başka ellerin değmesinden
hoşlanmıyor, kitaplarına özel bir bakım yapmıyor, prensip olarak kitap ödünç
almıyor ve vermiyor.
Halit Refiğ, kütüphanesindeki kitapların
hemen hepsini okumuş; kendisi, sadece okumak istediği kitapları satın almayı
tercih eden bir okur çünkü.
“1950’li yılların ortalarıydı. Kore’den
yeni dönmüştüm. İstanbul’da bir kitapçıda The Uses of the Past (Geçmişten
Yararlanmak) adlı bir kitap gözüme ilişti. Daha önce adını duymadığım bir
yazar: Herbert J.Muller… Aaa! Kitabın önsözü 1952 yılında İstanbul’da yazılmış.
İlk bölüm “Kutsal Bilgelik-Aya Sofya” başlığını taşıyor.
1970’li yıllarda tanıştığımız Prof.Kemal
Karpat, Herbert J.Muller’i bilen ilk kişi.
1994 yılında Ankara’da ABD
Büyükelçiliği’nde Kültür Ateşesi görevli dostum David Grimland onun 1958
yılında basılmış olan The Loom of History (Tarihin Mekiği) adlı kitabını
sağlıyor.
Herbert J.Muller’e ilgim artarak
sürüyor. İzini bulabildiğim son kitabı, 1970 yılında basılmış olan The Children
of Frankesnstein (Frankenstein’ın Çocukları)… Bu yazıyı okuyanlar arasında
Herbert J.Muller’i bilen çıkacak mı merak ediyorum. Ama şunu kesinlikle ifade
edeyim ki, öne tesadüfen, sonra zorlukla elde edebildiğim kitapları benim
kitaplığımın en değerlileri arasında.
Kütüphanenizden ayrıldığınızda üzülür
müsünüz? Bir yere gideceğim zaman, o yere gedişimin belli bir maksadı var ise,
o maksada uygun kitapları yanıma alırım. Veya okuma programımda olan kitapları
yolda okumak üzere yanımda götürürüm.
HALUK ORAL
Haluk Oral’ın evi, kitaplarıyla ve
tavlalarıyla dikkat çekiyor. On yedi yaşından beri tavla oynayan Oral’ın tavla
turnuvularından kazandığı plaketler de kitaplar arasındaki yerlerini almış.
“Hayat gibi bir şey tavla. Her şeyi doğru yapıyorsun ama yine de
kaybedebiliyorsun. Sadece olasılık olarak kazanma şansını yükseltebiliyorsun.
Her şeyi doğru dürüst yapsan da mutlu olamayabiliyorsun hayatta da!” diyor.
İmzalı kitap koleksiyonuyla tanınıyor.
Kütüphanesinde on bin civarında imzalı kitap var. Tamamı Türk edebiyatı olan bu
kitaplar arasında neredeyse yok yok.
Sadece kitap da değil, her türlü
dokümanı topluyor Haluk Oral. Mesela Orhan Veli’nin fotoğrafları, orijinal
mektupları, Sait Faik’inkendi eliyle yazdığı bir Orhan Veli şiiri, Oktay
Rıfat’la Melih Cevdet’in Sabahattin Ali’ye yazdığı mektup… Yüzlerce belge…
“Bu evin içinde yolculuk yapıyorum. Bir
haftadan fazla tatile gitmem, hiçbir yere gitmem! Çünkü üç-dört günden sonra ev
beni çeker” diyor.
Ben para koleksiyonu yaparak başladım bu
işe. Henüz ilkokuldaydım. Osmanlı paraları biriktirmeye başladığımda da bu işi
doğru dürüst yapabilmek için Osmanlıca öğrenmem gerektiğini fark ettim. Başka
türlü bir anlamı olmayacaktı biriktirmenin! Neyse, Osmanlıca öğrenirken de eski
Türkçe kitap toplamaya başladım ve o noktada da eski Türkçe imzalı kitaplar
çıktı karşıma.
Eski Türkçe okumadan ne tarihle ilgili
araştırma yapılabilir ne para biriktirilebilir ne de imzalı kitap. Osmanlıca
alfabeyi okumak şart.
Sadece imzalı kitaplardan oluşmuyor
kütüphanem. Fakat yine de onlar çoğunlukta. Bir de yazarların yazdığı
mektuplar, imzalı fotoğraflar ve kartpostallar da var.
HIFZI TOPUZ
Dört kuşaktır Nişantaşılı. Dedesi Hasan
Hilmi Paşa’nın konağında doğmuş.
Evi, bir sergi salonu gibi tasarlanmış.
Kitap rafları, ünlü ressamlardan tablolar ve Afrika’dan gelen masklarla
çepeçevre çevrelenmiş. Afrika masklarının sayısı, dört yüzü buluyor.
Elyazısıyla yazıyor, yazdıkları daha
sonra bilgisayar ortamına aktarılıyor.
Gazeteci Hıfzı Topuz, ilk yurtdışı
gezisini 1949 yılında yapılan hükümet darbesi nedeniyle Suriye’ye yapıyor.
1952’de Yunanistan’a giderek General Trikopis’le söyleşiyor. Uluslar arası
gezilerinin ardı arkası kesilmiyor. UNESCO’da görev alan Hıfzı Topuz ‘boyuna’
geziyor: “Kırk defa Afrika’ya gittim, bunun yirmi beşi Kara Afrika ülkeleriydi.
Latin Amerika, Uzak Doğu, Filipinler, Hindistan… Türkiye’ye dönüşümden sonraysa
artık alışkanlık halini almış bu gezileri kendi hesabıma sürdürdüm.
Gittiği son yer Atlantik’te bir Portekiz
adası: Madera.
Bütün bu gezilerin izlerine kitaplarında
rastlamak mümkün.
Kitaplığındaysa gezilerin izleri yoğun
değil. Hıfzı Topuz, haritalara bakmayı hem seviyor hem de araştırmalarında
bolca kullanıyor, ancak eski atlaslar, gezi kitaplarıla pek ilgilenmiyor.
Fakat Afrika’ya düşkünlüğü
çocukluğundan. “Evimizde Sudanlı haremağası bir lala vardı; Habeş dadım vardı…
Ben bu dadılar ve lalalarla büyüdüm… Keşke onlarla daha çok konuşabilseydim…”
diyor. Derken sararmış iki fotoğraf çıkarıyor çekmeceden: Lalasının kucağında
bir Hıfzı var, ama bu Hıfzı Topuz değil, dayısı İbrahim Hıfzı…
“Ben maskelerle Paris’te tanıştım.
1952’de Paris’e gittim, orada Tristan Tzara’yı gördüm. Nazım’ı Fransızca ilk
bastıran kişi. Kitabı Sabahattin Eyuboğlu çevirmişti. Nazım bu kitap çıktığı
vakit Moskova’daydı ve kitabın telif hakkını alamamıştı. Vala Nurettin kitabın
telifini benim almamı istedi. Telifi alıp karısı Münevver Hanım’a
gönderecektim. Tristan Tzara’nın evine gittim. Baktım, ev maskelerle donanmış.
İlk kez görüyorum böyle bir ev… ‘Yahu’ dedim, ‘Ben de böyle şeyler toplamak
isterim.’ Tzara bu görüşmeden yıllar sonra ölünce, koleksiyonu haftalarca
basına konu olmuştu!
Çalışma odanızdaki kitaplık, sanırım el
altında tutmak istediğiniz kitapları içeriyor. Benim ilgi alanlarım bellidir:
İletişim, Milli Mücadele, Atatürk ve Osmanlı dönemi. Bütün bu raflar bu
konulara ayrılmıştır. Meyyale’yle, Osmanlı tarihine girmiş oldum. Kütüphanem
anılar, ansiklopediler, Fransızca, Türkçe ve İngilizce iletişim kitapları ve
Osmanlı tarihinden belgelerle doludur. Bunlar benim için çok değerli. 1959
yılında UNESCO’ya girdiğimde bu alanda dergi ve kitap toplamaya başladım. O
zamandan beri de devam ediyorum.
Kütüphanemde tabii ki romanlar da var.
Bir defa, sevdiğim ve arkadaşım olan yazarların kitapları var ki onlar özel
raflarda durur. Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Burhan
Arpad, Serteller, Samim Kocagöz… Öncelik verdiğim isimlerden bazıları.
Beyoğlunda gittiğim iki kitapçı vardır:
Simurg ve Balıkpazarı’nda Sıtkı.
Bizim ailede kadınlar daha aydındı
çünkü. Meyyale romanımda anlatmıştım, Meyyale benim büyükannemin annesi.
Meyyale sarayda büyümüş, müzik, bale öğrenmiş, yüzünü Batı’ya dönmüş. Onun kızı
olan büyükannem Fransızca öğrenmiş, Fransızca romanlar okumuş. Halit Ziya’ya,
Mehmet Rauf’a, Halide Edip’e meraklıydı… Annem, Tevfik Fikret hayranıydı.
Odasında Tevfik Fikret’in kocaman bir resmi asılıydı. Tevfik Fikret demek, Batı
demek değil mi? Ben daha okuma yazma öğrenmemişken bana Tevfik Fikret’in Şermin
kitabından şiirler okurdu.
İLBER ORTAYLI
Bilgisi kültürü ummanlar kadar olan
İlber Ortaylı’nın kütüphanesi ne kadardır? Aynı apartmanını iki ayrı dairesine,
dairelerin bütün odalarına dağılmış genişlikte bir kütüphanedir! Her iki
dairede de hemen hemen aynı noktaya konumlanmış iki ayrı çalışma masası
bulunuyor. Üst kattaki daire, İlber Ortaylı’nın aynı zamanda ‘yaşam alanı’
olduğu için daha konforlu, daha mobilyalı. Alt kat, neredeyse tamamen kitaplara
ayrılmış.
Özel yaşamından, bir anlamda
‘kütüphanesi’nden söz etmeyi pek sevmiyor!
Kütüphanesinin karakteristiğini –sürpriz
değil elbette-, tarih ve filoloji kitapları oluşturuyor. Ancak sosyoloji ve
hukuk kitaplarına da yer var.
Aynı anda birkaç kitap okumayı
‘pespayelik’ olarak nitelendiriyor; “Esas olan, tek kitaptır” diyor.
Hiç vazgeçemeyeceğiniz kitaplarınız yok
mu? Aa, var tabii. Müracaat kitaplarımdan vazgeçmem. Zaten benim dairemde duran
kitaplar, o kategoridedir. Burada mesela Fatih Sultan Mehmed’le ilgili kitaplar
var; altta Osmanlı tarihi kitapları, Helenizm, Orta Çağ ve Haçlılar… İstanbul
tarihi kitapları, Osmanlı İmparatorluğu’nda dinler, Topkapı Sarayı’yla ilgili
kitaplar…
Okumalarınız için tuttuğunuz bir
defteriniz var mı? Maalesef o yok bende. Fakat annemin varmış, memleketteyken
polis gelip almış… Stalin rejimi öyleydi… Çok üzülürdü annem. Ben de üzülürüm
öyle şeylere, çünkü ben de Girit’te kendi tuttuğum notları içeren bir seyahat
defterini kaybettim; para kaybetmekten daha fecidir!
İPEK ÇALIŞLAR
Araştırmacı, yazar ama her şeyden önce
gazeteci bir çiftin evi, kütüphanesi… Özel olarak alınan kitaplardan beslendiği
kadar, yayınevleri ve yazarlar tarafından gönderilen çok sayıdaki kitapla da
beslenmiş…
Güncel kitaplar, aynı nedenle her zaman
yeterince yer tutuyor bu kütüphanede.
İpek Çalışlar “Pek bir şey bulmam mümkün
değil” diyor kütüphanesi için ama o kadar çok badire atlatmış bir kütüphane ki
söz konusu olan, içinde bir şey bulup bulamamaktan çok, onun kendisini
bulabilmek bile mucize!
“Araştırma yaparken bulunması çok zor
kitaplarla yüz yüze geldim. Hepsini büyük bir iştahla aradım. Beni en çok
uğraştıran 1937 baskılı bir anı kitabı oldu.
Latife Hanım çalışmam sırasında ailesi
Latife’nin çok mükemmel piyano çaldığını, hocasının yazıdğı anı kitabında bu
konuda ayrıntılı bilgi olduğunu söyledi. Kitabın yazarı Rilke’nin yeğeni Anna
Grosser Rilke’ydi. Bu kadın Latife’ye piyano dersleri vermişti. Aile
kendilerindeki kopyayı bulamadı. Kitabın adı da belli değildi. Önce kitabın adını
arayıp bulmam gerekti Nie Vervehte Klaenge (Hiç Unutulmayan Melodiler) birkaç
ay zihnimi meşgul etti. İstanbul’daki Alman kütüphanesinde ne yazık ki yoktu.
İnternetten ulaştığım bir Alman sahafta kitabın bulunduğunu gördüm ve
Almanya’daki bir arkadaşıma ısmarladım, bir yakınım da alıp getirdi. İki üç
aylık merak ve kitaba ulaşma serüveni beni epey uğraştırdı. Anna Grosser Rilke
gerçekten de kitabında Latife’ye bir bölüm ayırmıştı. 1937 baskılı kitap gotik
harflerle basılmıştı. Okuyup anlamak hiç kolay olmadı. Anna Grosser Rilke’nin
1910’lu yılların İstanbulu’nu anlattığı kitap Latife Hanım sayesinde, yıllar
sonra Türkiye’de kitapçı raflarına çıkacak. Latife’nin yaşamını aydınlatmada
bana yardımcı olan bu kitap, İş Bankası Yayınları tarafından Türkçe’ye çevriliyor.”
Kütüphaneniz tematik bir düzenlilikte…
Hemen hemen. Mesela Orhan Pamuklar şurada; burası Halide Edipler; bunlar
Nazımlar… Sol literatür yukarıdaki raflarda. Gazetecilik rafı… Azınlıkların
araştırmaları… Irkçılık…İstanbul kitapları… Kataloglar… Cinsellik tarihi…
Biyografiler… Biyografilerin özel bir yeri var benim için. Onları yerlerinden
oynatmamaya özen gösteriyorum, çünkü onlardan akıl da alıyorum. Ve bir de üvey
evlat rafı haline gelen bir bölüm: romanlar.
Herhangi bir kitabım kaybolursa, bir tek
altı çizili olduğu için üzülürüm. Artık her kitabı bulmak mümkün çünkü…
İSMET KÜR
İsmet Kür, 1916 doğumlu. Okuma yazma
öğrendiğinden bu yana, okuyor ve yazıyor.
Kızları Pınar ve Işılar Kür ile aynı
apartmanda yaşıyor, ama evinde kendine ait bir düzeni var ve bu düzen, belli
kurallara tabi.
Gündüzler, yoğunluğu değişse de ‘gelen
giden’e ayrılıyor. Söyleşiler, ziyaretler vs. Gecelerse okumak ve yazmak için.
Çoğu çok özel ilk basımlardan ve imzalı
kitaplardan oluşan kütüphanesi zaman içinde dağılmış. Kimi, uzun süreli
seyahatleri nedeniyle, kimi de ‘Artık daha fazla yaşamam’ düşüncesiyle elden
çıkarılmış.
Oysa ben, benim çocukluğumun
İstanbul’unu hatırlayan ve aktarabilecek olan çok az insandan biriyim; o
dönemlerin İstanbulu’nu bilenlerin çoğu hayatta değil artık. İstanbul’a benim
borcum var.
KOMET
Yılın bir yarısını İstanbul’da, diğer
yarısını Paris’te geçiren Komet’in evi, evden çok bir atölye görünümünde.
Mekanın muhtelif yerlerine dağılmış resimler, resim malzemeleri ile
kitaplıklar, evin tek malzemesi gibi.
Paris’teki evlerinde altı bin;
İstanbul’daki evlerinde ise üç-dört bin kitap bulunuyor.
Küçük bir dürbünü var, kitaplarını
oturduğu yerden bu dürbün yardımıyla buluyor!
İlgi alanları çok çeşitli… Kütüphanesi
de bunun bir göstergesi.
Hiçbir kitabını atamıyor. Artık ilgisini
çekmeyen ya da kötü olduğuna kanat getirdiği kitaplarını sandıklara
kaldıranlardan.
MEHMET GÜRELİ
Sadece kitaplar mı, defterlere de
dikkat! Mehmet Güreli, kitabı defterleştiren, kitabın yanı sıra, defterler de
tutan okur-yazarlardan.
Kendisini ‘külliyatçı’ olarak
tanımlıyor. Bir yazarı sevdi mi, onun tüm kitaplarını okumak istiyor. En
sevdikleri Henry Miller, Kafka, Dostoyevski ve Stefan Zweig.
Kendi kendime sinema defterleri tutmaya
başladım mesela. Hâlâ da tutarım o defterleri. On yaşında tutmaya başladığım
bir defterim var; bir tür ‘akıl defteri’. Gördüğüm filmleri, künyeleriyle
birlikte not ettiğim ve kendimce yıldızlar verdiğim bir defter.
Bu defterle hangi yönetmenin filmlerini henüz
görmediğimi anlayabilirim. Kitap işi de böyledir; sevdiğiniz bir yazarın
okumadığınız kitaplarının çevrilmesini beklersiniz mesela.
Ben zaten biraz da defter hastasıyım!
Birçok defterim var.
Öğrendiğim, tam olarak buydu. Bir ev
kitaplarla doludur, o kitaplara müthiş bir saygı duyulur. Boş kağıtlar vardır
ki onlar doldurulur; daktilonun tık tık sesleri de aslında hayatın müziğine
işaret eder. Öğrendiğim buydu benim.
MUSTAFA DUMAN
Kütüphanesinde yaklaşık on bin kitap
var; özel ilgi alanını halk kültürü ve Nasreddin Hoca kitaplarıyla, Trabzon ve
İstanbul üzerine yazılmış kitaplar oluşturuluyor. Ama kütüphanesinde ayrıca
klasikler ve çeşitli referans kitaplarıyla bazı koleksiyonlar da yer alıyor.
Örneğin, 1928-1929 yıllarında yayımlanan, Arap harfli alfabeden Latin harfli
alfabeye geçiş döneminin ve sonrasının alfabe ve kıraat kitapları bir
koleksiyon oluşturuyor.
Halk hikayelerini topluyorum; eski yeni
yazı ve hurufat-taşbaskı. Hemen hemen tümünü. Folklor ve halk edebiyatına
odaklanınca nerede ne bulduysam aldım. Sahaflar, kitabevleri, müzayedeler…
Böylece bu ihtisas kütüphanesi oluştu ve bu kütüphane ‘tam’a yakındır. Çünkü
yayımlanmış bibliyografyalardan dolayı, alanın kitaplarını bilmek mümkün; buna
göre benim kütüphanemde ancak tek tük eksikler söz konusu.
Evet, epece taşbaskısı kitabım var.
Aşağı yukarı 19.yüzyıl ile 20.yüzyıl başına ait kitaplardan oluşuyor
koleksiyonum. Yani yüz-yüz elli yaşında olan kitaplar bunlar. Tamamı halk
hikayesi. Çoğu resimli… Bu koleksiyonumda yüzün üzerinde kitap var.
NAİM DİLMENER
Türkiye’nin en iddialı popüler müzik
koleksiyonu onda… Ses kayıtları, kitaplar, dergiler, fotoğraflar ve afişler var
bu müzik kütüphanesinde.
Kütüphanesi pop ve rock ağırlıklı. Caz
derlemelerini almayı seviyor, klasik müziğe tadımlık yer ayırıyor.
Bir de imzalı CD tutkusu var!
Çalışırken mutlaka müzik dinliyor.
NECDET SAKAOĞLU
Kokusu, kurdu, tozu… Zahmetlidir
kütüphane
Çok kitabım olsun diye bir arzuya hiç
kapılmadım. Tam tersi, tasfiye ederim. Kütüphanemde her an elimi atıp
yararlanacağım, okuyacağım türde kitaplar vardır bu nedenle. Örneğin Osmanlı
tarihleri… Bunlar Şehname türü ilk dönem tarihleri, vekainame veyahut vakanüvis
tarihi dediğimiz kitaplardır genellikle diyor.
1890’larda yayımlanan Servet-i Fünun,
aynı tarihlerde yayımlanan Maarif mecmuaları, daha yakın zamanların Yeni
Mecmua, Resimli Kitap, Yedigün, Karikatür gibi birçok dergi, albüm edinmiş.
“Bunları sabırla toplamaktan başka çareniz yoktur” diyor.
NEDRET İŞLİ
Kitap metresi gibidir kitap tutkununun!
Pek çok bibliyofilin dostu olarak
tanınıyor. Hem sahaf hem bibliyofil!
Kitaplığında özel olarak İstanbul
kitapları dikkat çekiyor. İddialı. “İstanbul’la ilgili ne ararsanız var” diyor.
Kitapların yanı sıra, kartpostallar da
topluyor. Yaklaşık beş bin adet kartpostaldan oluşan bir koleksiyonu var. O da
İstanbul ağırlıklı bir koleksiyon.
Kaç tür kitap toplayıcısı vardır? Üç
tür. Akademik kitap toplayıcıları, koleksiyonerler ve güncel yayınları takip
edenler.
NURİ ÇOLAKOĞLU
Kütüphanesi evinde genişçe bir yer
kaplıyor mu demeli, yoksa “Nuri Çolakoğlu aslında kütüphaneden ‘bozma’ bir evde
yaşıyor” mu demeli?
İbrahim Müteferrika’nın bastığı ilk
kitap, Vankulu Lugatı, Nuri Çolakoğlu’nun raflarında duruyor. Yani Türkiye’de
basılan ilk kitap! “Madem kütüphaneden söz ediyoruz, o halde başlangıç noktası
bu kitap olmalı. Sağ olsun, Murat Bardakçı sayesinde bir açık artırmadan
almıştım” diyor Çolakoğlu.
Seyahat etmeyi seviyor. Seyahatlerinden
önce gideceği yerle ilgili rehber kitapları okumayı daha da çok seviyor.
Empire dergisinin tam koleksiyonuna
sahip.
En severek ve eğlenerek okuduğum, fakat
sonsuz ev taşımalarımın birinde kaybettiğim kitabım Server İskit’in Resimli
Tarih Mecmuası oldu. Bir arkadaşım yedi ciltlik tam takımı sahaflardan bulup
bana hediye etti sonradan.
Bazı yeni parçalar eklendiyse de ana
çizgisi hep edebiyat, tarih özellikle de Türkiye tarihi ağırlıklı olarak kaldı.
ORHAN PAMUK
Evine gelen misafirleri ikiye ayırıyor:
Manzaraya bakanlar, kütüphaneye bakanlar! Kütüphanesinin bir bölümü
Nişantaşı’ndaki evinde, bir bölümüyse Cihangir’Deki ofisinde. Karl Marx’ın “Ben
kitaplarımın kölesi değilim, kitaplar benim kölemdir!” sözü, yazarın
kütüphanesiyle ilişkisinin mottosu.
Kütüphaneniz hakkında çok rahat
konuşamayacağınızı hissettim.
Kitaplarımla ilişkim aşırı sevgi, güven
ve mahremiyet duygularıyla iç içe… Bu duygularımın yanlış anlaşılmasını
istemem. Bazı erkekler ne kadar aşık olduklarını, sevgililerinin ve aşklarının
ne kadar harika olduğunu anlatmaya başlarlar… Bir noktada aslında bu gösterişli
adamların kendilerinden başka hiç kimseyi sevemeyeceklerini, çok yüzeysel
aşıklar olduklarını hissedersiniz ya… İşte kütüphanemden söz ederken de, pek
çok yazarda gördüğüm gibi, çok okumuş, çok seçkin olduğunu kanıtlamak isteyen
biri gibi görünmek istemem.
Hep sorulur; sormak zorundayım; bu
kitapların hepsini okudunuz mu? Kütüphanem bana okumuş olduğum değil, okumamış
olduğum kitapları hatırlatır. Okunmamış her iyi kitabın yaşanmamış bir hayat,
kaçırılmamış bir fırsat gibi insana pişmanlık ve suçluluk veren bir yanı
vardır… Yaş ilerledikçe bu pişmanlıklar artar ve kütüphane, yaşamadığınız,
yaşayamadığınız hayatlara işaret eden bir simgeye dönüşür. Gençliğinizde ise,
bu kitapları ileride yaşayacağınız hayat parçacıkları gibi almışsınızdır. Ama
bu soruya kızdığım için çoğu kez “Çok azını okudum” diye cevap veririm. Bir
hesap yaparsanız on beş bin kitabı okumaya bir hayat yetmez! Flaubert’in şu
lafını severim: “İnsan on kitabı dikkatle okursa büyük bir alim olur”. Aşağı
yukarı aynı bağlamda kütüphanesinden bahsederken Borges de şöyle der: “Çok
fazla yeni kitap okumuyorum, eski kitapları yeniden okuyorum.”
Kütüphanenizde etrafında en çok
gezindiğiniz raflar hangi yazarlara ait? Borges, Dostoyevski, Thomas Mann,
Proust, Garcia Marquez, Jean Paul Sartre, Tolstoy, Foulkner.
Kütüphaneniz dostlarınızın incelemesine
açık mıdır? Bir başkasının evine gidince, manzaraya bakış attıktan sonra ben de
o insanı tanımanın en iyi yolunun onun kitaplarına bakmak olduğunu
hissetmişimdir. Bir eve gidince bakarım, kütüphanesini nasıl dizmiş diye. Bu
eve gelen bütün misafirlerim için çok gizli bir kıstasım vardır: ben içeride
çay yaparken manzaraya bakanlar ve kütüphaneye bakanlar diye ikiye ayrılırlar!
PERİHAN MAĞDEN
Duvarlarla aynı renkteki kütüphane, evin
katları arasında dağılmış durumda. Üst katta, bir tanesi tırabzanda olmak
üzere, üç ayrı kütüphane var. Alt kattaki, Mağden’in annesinden kendisine kalan
Varlık Yayınları’nda çıkmış şiir kitapları ile kızı Melek’in kitaplarından
oluşuyor.
Başak burcu Perihan Mağden’in kitapları
alfabetik bir düzende ve neredeyse boy sırasıyla duruyor raflarda.
Kitaplığında özellikle edebiyat, şiir ve
“true crime”/hakiki suç kitapları yer alıyor.
Zaman zaman sahaflardan da alışveriş
ediyor.
Resim ve sanat kitaplarının çok büyük ve
ağır olmasından hoşlanmıyor ama Marilyn Monreo’nun fotoğraflarına bakmayı
seviyor.
Sizin elli kitaplık listenizde neler
var? Bir numaralı kitabım Jane Bowles’un Ağırbaşlı İki Hanımefendi’si. Onun
üstüne kitap tanımıyorum. Carson Mccullers’ın Küskün Kahvenin Türküsü ve Yalnız
Bir Avcıdır Yürek adlı kitapları; Dostoyevski’den Karamazov Kardeşler ve
Ecinniler, Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla’sı ve Virginia Woolf’un
Mrs.Dalloway’i ilk aklıma gelenler.
Benim kütüphane anlayışım böyle: mümkün
olduğu kadar minimuma indirilmiş ve evin muhtelif yerlerine saklanmış bir
kütüphane.
SELÇUK ALTUN
Kütüphanesinde sayı bakımından roman ve
şiir türü ön planda, ancak aforizma, aykırı kişilerin yaşamöyküleri ve vurucu
gezi kitapları da ilgi alanında. Romanlardaki anlatıcıların tamamı bibliyofil.
“Yazarlık nasıl Allah vergisiyse, bibliyofillik de öyle” diyor.
Kitaplarıma klasik müzik ve caz
dinletirim.
Kendisini ‘kitapçoksever’ olarak
tanımlıyor.
İstanbul’un Avrupa yakasındaki ofisinde
ve Anadolu yakasındaki evinde, toplam dokuz bin kitabı bulunuyor. Bu kitapların
yüzde doksanını okuduğunu söylüyor.
Yaklaşık on sekiz yıl süren yönetim
kurulu başkan vekili ve başkanı olarak hizmet verdiği Yapı Kredi Yayınları’nın
kütüphanesine de katkısı olmuş. İlk aklına gelen katkısı küresel
koleksiyonerimiz Şefik Atabey’in bir Sotheby’s Müzayedesi’nde değerlendirilen
koleksiyonundan bazı nadir kitapların kütüphaneye kazandırılması.
“Mükerrer dul bir Amerikalı kadınla
evlenebilmek için İngiltere Krallığı’ndan feragat eden VII.Edward’ın
(1894-1972) yaşamı ilgimi çekmiştir. Onun anı kitabına (A King’s Story) sonunda
Paris’teki ünlü Angloamerikan sahafı Shakespeare and Co.’da ulaşmıştım.
1980’lerin sonuydu ve galiba Enis Batur’la birlikteydik. Kitabı kucaklayıp
heyecanla kasaya koşturdum. Orada, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri mekanın sahibi
olan nobran George Whitman konuşlanmıştı (O doksan iki yaşında ve hâlâ işinin
başındadır). “Bu kitabı satmıyorum, yerine yenisini koyamam” deyince tüylerim
diken diken oldu. Birden Paris’ten soğuduğumu duyumsamıştım. İnternet
olanağıyla kitabı senelerce sonra ulaştım. Onu buruk bir iştahla okudum. Bazı
kaynaklar Büyük Britanya İmparatoru VIII. Edward’ın, görüşebilmek için
Atatürk’ün ayağına dek geldiğini vurgularlar. Anılan kitapta o, “Ege’de yatımla
geziyordum, Dışişleri buraya dek gelmişken İstanbul’a uğramamız menfaatimiz
icabıdır deyince kıramadım” der”.
Başucu kitaplarınız hangileri? Oktay
Rifat’ın Toplu Şiirler’i, Louise Glück ‘ün Toplu Şiirler’i, Thomas Bernhard’ın
tüm romanları, Elias Canetti’nin özyaşamöyküsel ve aforizma kitapları…
Küresel sahaflıkta ‘Serendipity’ diye
bir kavram var. Farsça kökenli bu sözcük, bir güzeli ararken diğerine ulaşmak
demek. Böylesi sürprizlerle bibliyofiller bayılırlar. Sorunuzu
serendipity-ötesi bir anekdotla yanıtlayayım: önemli Oryantalist ressam ve
heykeltıraş Jean-Leon Gerome’un yapıtlarıyla ilgili nitelikli bir monografı
dünyanın en önemli sanat kitabevlerinde bile bulamamıştım. Beklediğimden daha
alası İstanbul’da Sahaf Turkuaz’da karşıma çıktı. 1889 ürünü, deri ciltli dev
“Life and Works of Jean- Gerome’la hasretle kucuklaştığımızda 2000 yılını idrak
ediyorduk. Önemli bir Osmanlı paşasının konağında bakımsızlığa terk edilmişti. Rehabilitasyonu
günlerimi aldı.
Okuma tutkusu açısından ‘kare asımı’
söyledim. Tarihsel değer açısından, Osmanlı’ya matbaayı getiren İbrahim
Müteferrika’nın 1729’da bastığı siftah kitabı Van Kulu Lügatı’dır. Parasal
değer açısından Graham Greene’in ilk metresi Dorothy Glover’a imzaladığı “A Gun
For Sale”dir. En alımlılarıysa Ahmet Ertuğ külliyatıdır.
SELİM İLERİ
Evin hemen her yeri kitap dolu; çalışma
masasının üstü ve ‘içi’, salondaki koltuğun içi, dolapların içi…
Çalışma masası pencereye karşı konumlanmış,
üzerinde kitaplardan başka daktilo ve küllükler…
ŞAKİR ECZACIBAŞI
Şakir Eczacıbaşı’nın farklı alanlardaki
faaliyetlerini ve her bir uğraşısının nasıl da uzun soluklu bir disipline
dönüştüğünün izlerini kütüphanesinde bulmak mümkün. Oldukça düzenli, sistemli
ve hatta neredeyse ‘profesyonel’ bir kütüphaneyle karşı karşıyayız.
Kütüphanenin ağırlığını sanat kitapları
oluşturuyor, her anlamda!
Eczacıbaşı kütüphanesi sadece bilgi
edinmenin bir yolu olarak değil, yaşadı mekana sıcaklık ve samimiyet katan bir
‘süs’ olarak da tanımlanıyor. Özel ışıklandırmanın bulunduğu kütüphane, beyaz
mobilyadan oluşuyor.
Salonda, yatak odasında ve arşiv olarak
düzenlenmiş odada gördüğümüz kitaplar, sandıklara, kolilere konulup bir depoya
kaldırılanlardan geriye kalanlar.
Fotoğraflar, belgeler, kupürler ve
çeşitli mektuplardan mürekkep arşivde, her doküman dosyalanmış ve etiketlenmiş.
Eczacıbaşı’nın hakkında kitap yazdığı
Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler ve Bernard Shaw: Gülen
Düşünceler kitapları birkaç rafı birden kaplıyor.
İKSV’nin düzenlediği festivallerin
katalogları da kütüphanede bir hayli yer kaplıyor.
Şakir Eczacıbaşı kütüphanesinin
kimliğini, fotoğraf, plastik sanatlar ve edebiyat kitapları oluşturuyor
diyebiliriz.
Kütüphanede çift sıra raf neredeyse yok.
Kitapların pek azı cam bölmelerin
gerisinde.
Bilinçli olarak bir kütüphane
oluşturmaya başlaması 1950’lerde Vatan’ın Sanat Yaprağı’nı çıkarmaya
başlamasına rastlıyor ama Eczacıbaşı bir şeyin altını çiziyor: “Hiçbir zaman
bir kütüphane oluşturmak amacıyla kitap almadım, sevdiğim kitapları alıyordum;
bir kütüphanem oldu.”
Sayısını tam olarak bilmiyorum ama
sanıyorum ki üç bini aşkın sayıda kitabım var. Koleksiyon meraklısı değilim.
Hiçbir şeyi koleksiyon yapmak için almam. Bu, fotoğrafta ve resimde de
böyledir. Okumak, en azından bakmak istediğim kitapları alırım. Fotoğrafçı
olduğum için çok sayıda fotoğraf kitabım; sinemaya meraklı olduğum için çok
sayıda sinema kitabım var. Ama katiyen “Bu da bulunsun” diyerek kitap almam.
Felsefe, toplumbilim, siyaset, edebiyat,
biyografi ve otobiyografiler de ilgi alanlarım içinde.
Benim fotoğraf arşivim de çok
düzenlidir. Pek çok fotoğrafçı düzenli bir arşiv oluşturmayı zor bulur ama
düzen sayesinde aradığım her fotoğrafı kolaylıkla bulabiliyoyurm. Bir de ben
beğenmediğim hiçbir fotoğrafı tutmam.
Arşivinizde neler var? Dosyaların bir
kısmında önemli mektuplar var. Bazılarında, dergisini saklamak istemeyip de
önemli bulduğum denemeler var. Fotoğraflarım da baskılar ve dialar halinde bu
arşivde. Kendi yazdığım kitaplar ve başlamasına öncülük ettiğim Milliyet Sanat
dergisinin ciltleri de bu odada.
Kitabı okumuş olmam, onunla ilişkimin
bittiği anlamına gelmez. Tam tersine, okumuş ve ilgilenmiş olmam aslında
ilgimin devam etmesine neden olur.
Başucunuzda şu sıralarda neler var?
Freud ve Marksizm, Melih Cevdet Anday’ın Akan Zaman Duran Zaman ve Zeynep
Oral’ın hediye ettiği Karanlıktaki Işık kitabı.
Sinema, fotoğraf ve edebiyat kitapları
ağırlıklı bu odada. Bir de Freudizme ve psikanalitiğe meraklı olduğum için
psikoloji, psikiyatri kitaplarım var.
TURGUT KUT
Eşi, Eski Türk Edebiyatı Profesörü Günay
Kut ile ortak olarak kullandıkları kütüphaneleri iki eve dağılmış durumda. Bir
ev İstanbul’da, diğeri Sapanca’da.
“Bizim herhangi bir kütüphaneye gidip
kitap bakmamıza gerek yoktur. Kütüphanemiz, bir tarih, hatta Türkoloji bölümüne
yetecek kadar zengin bir materyale sahip” diyor.
Kendisi, KOÇ grubunun inşa ettirip,
İstanbul Belediye’sine devrettiği Atatürk Kütüphanesi’nin ilk müdür (1981).
Kitapların yanı sıra, İstanbul ile ilgili
haritalar da topluyor.
Ayrıca saray mönülerini de biriktiriyor.
Fen Fakültesi kökenli Turgut Kut, yemek kültürü tarihi alanında çalışan sayılı
araştırmacılarımızdan.
Evin duvarları, ailesine verilmiş
nişanların beratlarıyla süslü… Çalışma masasının üstü, kitaplığın rafları
ciltleriyle dikkat çeken kitaplarla dolu… Bir ara, “Siz hiç ipek harita
gördünüz mü?” diye sorarak çekmeceleri karıştırmaya başlıyor. Her yerden bir
koleksiyon parçası çıkıyor adeta… Bir zarfın içinde katlı duran ipek haritayı
açıyor sonra. “Annuaier Orientale”, yani ticari yıllıkların bazılarının içinden
böyle haritalar, paftalar çıkabiliyor. Bu da pek nadir bir haritadır diyor.
Çocukluğum, öğrencilik yıllarım
Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde geçti benim. Ben Tanzimat kalıntısı büyüklerimin
yanında yetiştiğim için eski harfleri küçük yaşta öğrendim. Büyükbabam, yani
beybabam, Hasan Tahsin Kut, Matbaa-i Amire’nin başveznedarıydı. Evimizde ondan
kalan bazı kitaplar da var. Hepsi yazarları tarafından beybabama imzalı.
Merak olarak Müteferrika’dan Tanzimat’a
kadar olan döneme ait ne bulduysam topladım. Bu koleksiyonu bugün herhangi bir
kütüphanemizde toplu olarak kullanma imkanı yoktur.
Mesela Karagöz gazetesinin tam
koleksiyonunu kolay kolay bir kütüphanede bulamazsınız; bende mevcut. Ancak
Zafer Toprak’ta daha önemli olan Takvim-i Vekayi’nin tamamı vardır. Zaten Zafer
Toprak ile Celal Şengör dostlarımın kitaplıklarıyla baş etmek kolay değildir.
Mahmut Raif Efendi’nin Hasköy
Mühendishane Matbaası’nda basılmış Nizamıcedit’e dair yazılmış bir kitabını
göstereyim size, “Tableau des Nouveaux Reglemens de L’Empire Otoman”. A
Constantinople, 1798 Sultan III.Selim döneminde Nizamıcedit’le iligili.
Askerlik dahil, tüm kurumlarad yapılan değişiklikleri içeren orijinal ciltli
bir kitap. Benim nüshamın gravürleri eksiksizdir. O zaman İstanbul’da böyle bir
cilt yaptırabilmenin imkânı var; oysa şimdi böyle bir cilt yapacak insan
kaldığını zannetmiyorum. Bu da meşhur Luigi Ferdinando Marsili’nin (Stato
militare dell’imperio ottomanno, Amsterdam, 1732) Osmanlı İmparatorluğu’nun
askeri teşkilatıyla ilgili 1732’de basılmış çok temiz, gravürleri çok güzel bir
kitap.
Tarihteki ilk yemek kitabımız
Melceü’t-Tabbahin yani “Aşçıların Sığınağı” 1844’te basılmıştır. Kitabı yeni
harflere aktararak 1997’de yayınladık. Sayıca eski harfli pek fazla basılı
yemek kitabı yok elimizde. Bu ilk kitaptan sonra Ermeni harfli Türkçe yemek
kitapları çıkmaya başlıyor. 1876’da Miftahü’t Tabbahin yani “Aşçıların
Anahtarı” adıyla yayımlanmış. Bir de bende mönüler var. Sultan Reşad’a ait
mönüleri yayımladım. Eski harfli olmak şartıyla bazı mönüleri toplamaya
çalışıyorum.
1880’li yıllara ait çok güzel tiyatro
ilanları vardı. El ilanları, duvar ilanları… Korkunç bir anahtar koleksiyonum
vardır. Bu işe ilkokuldayken pul koleksiyonuyla başlamıştım.
VEDAT TÜRKALİ
Ben okurum, yazarım ya da ölürüm. Benim
yaşam biçimim bu. Başka bir şey yok. Eskiden çok sayıda gazete alırdım, sabah
başlardım okumaya, akşama kadar bitiremezdim. Her ay bir veya iki kitabı okurum
diyor.
Vedat Türkali’nin kütüphanesinde, onun
kitaplarına özel raflar yok; eserleri, diğer kitapların arasında dağınık olarak
duruyor. Fakat bir de dolaplar var… İçlerinde Vedat Türkali’nin kitaplarının
bulunduğu dolaplar… Mavi Karanlık dolabı, Güven dolabı, Komünist dolabı… bu
dolapları ‘şöyle bir’ görebildik; Vedat Türkali kütüphanesinin mahzeni o
dolaplar.
Türkali’nin kütüphanesi dünya
klasikleri, Türk edebiyatı, siyasi kitaplar, sinema yayınları, sözlükler
ağırlıklı.
Evin çeşitli yerlerinde kitaplar, raflar
var. Ancak asıl kütüphanenin iki ayrı odada toplandığını söylemek gerekli.
Türkali’nin çalışma odasında, eşi Merih Pirhasan’ın babasından kalma bir
dolapta yer alan kitaplar, sayıca daha az ve şiir ağırlıklı. Üç duvarı raflarla
dolu olan odada ise hemen her türden kitabı bulmak mümkün.
ZAFER TOPRAK
Yüz yirmi bin civarında kitabıyla belki
de Türkiye’nin en geniş özel kütüphanesi. Kendisi Boğaziçi Üniversitesi Atatürk
Enstitüsü’nün müdürü. Yurt dışından gelen konukları, kütüphanesini müdürü
olduğu Atatürk Enstitüsü sanıyor.
Kitaplarının her biri değişik incelikte
naylonla kaplı ve kayıtlı! Naylon, kitapları tozdan koruyor.
Kamusal kütüphanelerin yetersizliğine
borçlu olduğu kütüphanesiyle arasında her şeye rağmen duygusal bir ilişki var:
“Kabul etmek gerekir ki, kişi ile kitap arasında zamanla bir tür tutku
oluşuyor. Kitaplık kurmak apayrı bir uğraş. Bu daireyi aldığımda ilk yaptığım
şey kütüphanenin raflarını dizayn edip bir marangoz bulmak oldu. Sonra bir
çalışma masası alındı. Ardında da diğer eşyalar. Yani bu daire kitaba göre
kurgulandı, döşendi. Üç yüz altmış beş metrekarelik bir referans kütüphanesi
burası.
Kütüphanesi üç dört ana eksende
gelişmiş. İngilizce, Fransızca başta olmak üzere, yabancı dil kitapları otuz
bin dolayında. Eski Türkçeler yirmi bin, Latin alfabeli Türkçe kitaplar elli
bin, dergi ve broşürler yirmi bin dolayında.
Kütüphanesinde medikal tarihten spor
kültürüne; teknoloji tarihinden şehir çalışmalarına; toplumsal cinsiyetten
moderniteye; demiryolu ulaşımından iktisadi düşünceye; Atatürk kitaplarından
dedektif romanlaır üzerine yapılmış incelemeler; ‘60’lardaki gençlik
hareketinden sosyal teoriye ve milliyetçilikten Avrupa Birliği ve reel politika
kitaplarına yayılan geniş bir yelpazede kitaba, konuya rastlamak mümkün.
Ciddi bir gazete-dergi arşivi var.
‘60’lı, 70’li yıllarda siyasi partilerin genel merkezlerine gidip yayınlarını
elden toplardım. Bunların birçokları derleme kopyası olarak gerekli mercilere
gönderilmemiş kitaplar. Ufak risale ya da kitapçık diyebileceğimiz türden.
Bunlar belki de kitaplığımın en değerli parçaları. Çünkü kamu kütüphanelerinde
yok’ diyor.
Kitaplarınız toplamda üç ayrı mekanda
oturuyor. Oldukça şanslı kitaplar! Kitaplığım akademik uğraşımla yakından
ilgili sayılır. Geniş anlamda sosyal ve beşeri bilimleri kapsar. Ankara
Mülkiye’de diploması okudum ama daha sonra İngiltere’ye gittim ve iktisat
tarihi ağırlıklı çalışmalar yaptım. Ve en sonunda da tarihçilikte karar kıldım!
1977’den beri Boğaziçi Üniversitesi’nde
hocayım. Farklı disiplinlerle uğraşmam nedeniyle kitap tutkum da geniş bir
alana yayıldı. Yaklaşık yüz yirmi bin kitap ve dergim var.
Kitap tutkunları ‘iz sürer’ler. Bu,
kitaplıklarındaki eksiklikleri gidermeye yönelik bir çabadır. Ve ben her hafta
bir-iki saatimi sahaf dolaşmakla geçiririm hâlâ.
Hepsi bilgisayara kayıtlı mı? Bu işle
siz ilgilenmediniz herhalde? Evet, yüz yirmi bini de kayıtlı. Kitabı aldığım
vakit hemen kaydederim! Hatta kaydetmekle de kalmam, o kitabın çok küçük bir
sinopsisini de çıkarırım. Bu, dergiler için de geçerli. Sürekli dergileri tarar
ve içlerinde bulanan, ilgilendiğim makaleleri bilgisayara geçerim. Türkiye’de
araştırma yapmak demin de belirttiğim gibi, her şeyden önce bu bir zanaattır!
Kitaplarınızı nasıl kullanırsınız?
Kurşunkalemle not alırım yanına. Hatta bir kitabı okuduğumda 5 kitabın başına
hangi tarihte okuduysam yazarım. Ayrıca kitapta beni ileride ilgilendirecek
sayfalar varsa onu da ön sayfada belirtirim.
ZEYNEP SAYIN
Evindeki tek eşyası, neredeyse kitap!
Kütüphanesi, çok az rastlanabilcek bir
şekilde düzenlenmiş; sadece kitaplarına bakarak Zeynep Sayın’ın
düşünsel/entelektüel yolculuğunun haritasını çıkarabilirsiniz.
Şiir ve kuram okumayı seviyor; düzyazı
ve edebiyattan sıkılıyor.
Kitaplarına elbiselerine davrandığı gibi
davranıyor. Onlardan zevk alıyor!
Buna rağmen “Eskiden günce tutardım,
fotoğraflarımı kutularda biriktirirdim, ilgilendiğim kupürleri dosyalardım.
Kutaplardan da kurtulurum diyorum ama onlardan kurtulmuyorum da” diyor.
Annesi Prof. Şara Sayın’ın kitaplığını,
başvuru kitaplığı olarak değerlendiriyor. Alman klasiklerine ve ansiklopedilere
ihtiyaç duyduğunda annesine gidiyor.
Kütüphanenizde hemen, ilk bakışta dikkat
çeken bir şey var: neredeyse bütün kitaplarınızın arkasında post-it’ler; tamamı
elden geçirilmiş, okunmuş… Belli ki ders çalışır gibi kitap okuyorsunuz…
Kalemsiz kitap okuyamam! Bir de farklı renklerde post-it’ler kullanırım. Her
bir renk, başka bir şeye işaret eder. Kitaplarda ilgilendiğim
kavramları/sorunsalları ve onların geçtiği sayfa numaralarını not ederim;
onlara göre de farklı renklerdeki post-it’leri yapıştırırım. Öyle kitap okurum.
Eskiden daha da özenliydim bu konuda. Hangi kitapta, sayfa kaçta hangi konu
var, bilirdim. Artık önemsememeye başladım bunları.
Tematik bir kütüphaneniz var… Şöyle
başlıyor: dinler tarihi, Yunanistan, tragedya, tragedya teorisi, Sokrates
öncesi felsefeciler, vd… Yani tematik bir düzeni var, evet… Ama aralarda o
düzeni altüst edecek bir kitaba rastlanabiliyor yine de. Felsefe, siyaset
bilimi, İslami ilimler, Asya bilgeliği ve bilimleri, şiir ve sanat kitapları
ile kültür tarihi.
Hayatla birebir karşılaşmama engel bir
arşiv, bir bellek, bir depo oluşturuyor kitaplar. Ve dolayısıyla o belleğin
ezberiyle hareket ediyorsunuz; düşünce de ezber. Bütün şu kitaplardan öğrenmiş
olduğunuz bilginin ve düşünme yönteminin perspektifinden görmeye ve yorumlamaya
başlıyorsunuz. Hayattaki tecrübeden ayrı bir tecrübe olarak algılamamayı tercih
ediyorum artık kitapları.
Kitapların bıçak sırtı bir dengede
durdukları bir yer de var bence. Kitaplar hayatı, düşünmeyi, tecrübe edinmeyi
öğrettikleri gibi bakışı körelten, daraltan, eksilten, yeniliği engelleyen bir
sonuca da neden olabiliyorlar. İlişkiler de öyle değil mi aslında? O nedenle
ilişkilerden bile özgürleşmek gerektiğini söyledim. Bağımlılık kötü bir şey
tabii.
Son senelerde bakışımın değişmesinde bu
mevzulara gelmiş olmamın da etkisi vardır diye düşünüyorum. Bırakabilme. Yapışmama.
Kendi tutkunla, tutkunluğunla bir şeye bağlanmak yerine feragat edebilme.
Kemalaat seviyesi gibi bir şey bunu başarabilmek. O zaman da okuduğum
kitapların niteliği değişti. Eskiden sadece Batı felsefesi, mevcudiyet
metafiziği üzerine okurken, şimdi mesela bakmaktan daha çok keyif almaya
başladım; Orta Doğu, Asya… Ve ayırım diye bir şey varsa yalan ile hakikat
arasında değil, zarafet ile kabalık arasında bir ayırım hissetmeye başladım. O
incelik nosyonu şiirde de buluyorum tabii. Hâlâ Ezra Pound okuduğumda inanılmaz
bir incelmişlik boyutu görüyorum. Ya da görsel bir şeye baktığımda, müzik
dinlediğimde de hissediyorum bunu. Kitapların bir “hakikat tutuculuğu,
sabitliği” var çünkü. Ben bunu ifade ediyorum, ben buyum ve bunu tutarım! Benim
hayatım da öyle. En çok gördüğünüz nesne, kitaplar. Dolayısıyla kişisel bir
serüven olarak o hakikat tutuculuğundan daha başka bir yere kaymaya başladım.
Arka Kapak:
Benim Kitaplarım, her biri kendi
alanında nitelikli işlere imza atmış otuz beş kitapseverin kütüphaneleri
arasında geziniyor. Elinizde, bu kitap bahanesiyle bir araya gelen şahsi
kütüphanelerden kurulu devasa bir koleksiyon var.
Kimi, nadir kitap ve dokümanlardan
oluşan, kimi bir araştırmacının düşünsel serüveninin yol haritasını yansıtan,
kimi görsel ve işitsel materyali bütünleyen ama hepsi özgün ve işleyen
kütüphaneler…
Belki de yıllardır peşinde olduğunuz o
kitap, bu kitabın sayfaları arasında gizlidir…
İnceleme Notu:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder