10 Mart 2015 Salı

Sema Aslan - Benim Kitaplarım – Otuz Beş İsim Otuz Beş Kütüphane



Kitabın Adı   : Benim Kitaplarım – Otuz Beş İsim Otuz Beş Kütüphane

Yazarı             : Sema Aslan

Yayınevi         : Doğan Egmont Yayıncılık

Sayfa Sayısı   : 298

Türü               : Söyleşi

Okuduğum Tarih:
                               
Kitabın Beğendiğim Bölümlerinden Alıntı:
Her şeyimi satmak zorunda kaldım.
Seninle evlendikten kısa bir süre sonra Heine’nin Münih’te aldığım baskısını bile elden çıkardım. Kitabı hatırlıyor musun? Hani kestane rengi bez cildin üstünde serpiştirilmiş altın sarısı çiçekler işliydi. Gecenin çoğunu birbirimize kitaptan şiirler okuyarak, kalanı da Ernest’in parka bakan dairesinin şöminesinde yanan ateşin yanı başında sevişerek geçirirdik. Walter Benjamin
Giriş
Kütüphanesindeki bir kitabı sevdiği kadına hediye eden, ama sonra onun yokluğunu sindiremeyip birkaç dakika içinde hediye ettiği kitabı üstüne para vererek geri alan Walter Benjamin’i anladım.
Bibliyofil, bir iz sürücüdür. Bazen bir dipnottan, bazen bir yazıdaki referanstan başlar izini sürmeye ve yıllarca hedefine, yani ‘kitap’ına doğru yol alır.
Sahaf terimleri sözlüğü
Cilt: Kitap formlarının dikilip kaplanmış biçimi, eski yazma ciltleri. Alt ve üst ‘kapak’lar, arka kalınlığı örten ‘sırt’, ön tarafı örten ‘miklâp-sertap’ olarak dört parçadır.
Cilt bezemesi: Cilt kapakları ile miklap üzerine ‘gömme’ ve ‘yazma’ yöntemleriyle işlenen yaldızlı ‘şemse’, ‘yıldız’, ‘köşe’ denen desenlerdir. Kaplara uygulanan şekil ve nakışlara, tür ve üsluplarına göre ‘ebru’, ‘zerduva’, ‘kumaş’, ‘lâk’ veya ‘deri’ denir.
Cönk: Çoğunca halk ozanlarından deyiş, koşma, ilahi, destan vb manzumelerin, kimi dua ve notların yazıldığı, ensiz ve uzunca kağıtların dikilmesiyle meydana getirilen, koyunda taşınan defter-kitap.
Dağarca: Ephemera sözcüğünün Türkçe karşılığı.
Deri: Kitap ciltlerinde kullanılan, özel olarak işlenip renklendirilmiş deriler ‘kafa’, ‘sırt’, ‘etek’ diye adlandırılır ki pek çok farklı türde deri mevcuttur: meşin, sahtiyan, keçi derisi ve rak.
Divan: Eski şairlerin münacat, nat, kaside, gazel, murabba, beyit tarz ve türlerinde şiirlerinin sırasıyla yazıldığı yazma veya basma kitap. Kafiye düzenine göre ve kapsamlı olanlarına ‘mürettep divan’, az sayıda şiir içerenlere ‘divançe’ denir.
Efemera/Ephemera: Koleksiyon değeri olan her türlü belge ve obje.
El yazması: Bir yazar veya şairin özgün yapıtının, hattan denen yazı ustası tarafından özel mürekkep, kamış kalem ve kağıt kullanılarak aynen yazılmış kopyası. Yazma kitap.
Ketebe: Hat sanatının nesih, sülüs gibi ‘kalem’ denen yazı tarzlarından biriyle yazılmış el yazması kitapların son sayfasındaki hattat künyesi.
Kitap kurdu: Sürekli kitap alan ve okuyan kimse.
Kümmi kitap: Eni dar, boyu uzun kitaplara verilen ad.
Küp kapağı: Oldukça kalın, içeriği önemsiz kitap.
Mecmua-i eş’ar: Divan şairlerinden seçilen gazel, kaside, kıta, beyit ve mısraların yazıldığı el yazması şiir antolojisi.
Mihrabiye: Yazma kitapların ilk sağ sayfasının yukarınsa yaldızla ve boyalarla yapılan üçgenimsi desen.
Miklâp: Kitap cildinin sol kapağı dış kenarına bağlı üçgen parçası, kitabın arasına girebilen yarım kapak.
Minyatür: El yazması kitaplarda kimi sayfalara, nakkaş denen ressamlar tarafından özel boyalarla yapılan perspektifsiz nakış-resim.
Mukavva: Kağıtların üst üste yapıştırılıp preslenmesiyle elde edilen sert ve sağlam cilt kapağı.
Mücellit: Yazma kitaplara, türüne ve niceliğine uygun üslupla cilt yapan sanatkar. Saray kitaplarını ciltleyen ustalara mücellitbaşı denirdi.
Okra: Ciltlerdeki kurt yenikleri.
Raf bekçisi: Kolay kolay satılmayan yayın.
Reddade: Yazma kitaplarda sayfa sıralaması. ‘Ayak’ da denir. Bu sıralama, her sağ sayfanın alt sol köşesine sol sayfanın ilk satırındaki ilk sözcük yazılarak yapılırdı.
Sefinetü’l-vüzera: Veziriazamların özgeçmişlerinin yazıldığı biyografya katalogu. Sözcük anlamı ‘vezirler gemisi’dir.
Serendipity: Bir güzeli ararken bir başkasına ulaşmak.
Şemse: Yazma kitap kapağının ortasındaki baskı yöntemiyle ve yaldızla yapılan oval, ışınlı desen.
Şiraze: Ciltleme dikişi sırasında kitap sırtının iki yan kenarında oluşturulan ibrişim bağlama örgüsü.
Tam takım: Sayıları ya da ciltleri eksiksiz dergi, gazete ya da kitap.
Tezkire: Ünlü kişilerin özgeçmişlerinin ve eserlerinden örneklerin yazıldığı el yazması antoloji.
Tuğla gibi: Çok kalın kitap.
Yorgun: Cildi dağılmak üzere olan veya fazla kullanılmış gibi duran kitap.
Zencerek: El yazması kitapların sayfa kenarlarına zincir halkaları şeklinde yapılan çerçeve, örgen. Kenar zencereği de denir.

ADALET AĞAOĞLU
Kütüphanesini anlatan anahtar kelime: özel! Çünkü yanından ayırmaya gönlünün el vermediği kitaplardan oluşuyor. Aralarında okuduğu ilk kitap da var Picasso tarafından imzalanmış olan da.
“Okuruz, okumayız ama kitap alırız”
Yaklaşık sekiz bin kitabını Boğaziçi Üniversitesi Vakfı’na bağışladığında yıl, 2000’di. Kitaplarının yanı sıra, Fransız şansonları ile klasik müzik arşivini ve antika yazı makinelerini de bağışladı.
Yirmi iki yıllık kütüphanesini eşi Halim Bey ile Ankara’dan İstanbul’a taşıdığında notlar tuttu. Bu göç notları daha sonra Göç Temizliği isimli bir anı-romana dönüştü.
ALİ POYRAZOĞLU
“Şu anda kütüphanemde bulunan ve peşlerinden epey koşturduğum tablolardan söz edebilirim. Raffi Portakal’ın son müzayedesinden satın aldım onları; Şevket Rado koleksiyonundaydı resimler –birkaç tane de Osmanlı tarihiyle ilgili kitap vardı o koleksiyonda- Sözünü ettiğim tablolar, Kantocu Şamran Hanım ve Kel Hasan Efendi’nin Şehzadebaşı tiyatrolarında gösteri yaparken Münif Fehim tarafından yapılmış tabloları ile, ünlü ressam Muazzez’in meşhur ortaoyun tablosu. Bu muhteşem eser, Kavuklu Hamdi’nin Gülhane Parkı’ndaki ortaoyunu ve ortaoyunu izleyen bütün halkın resmedildiği eşsiz bir eser. Tablolar, Şişli’deki yeni Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun fuayesini süsleyecek… Ayrıca Ege tiyatrolarının altında bulunmuş iki bin beş yüz yıl önceki ilk tiyatro gösterilerinin biletleri de koleksiyonumda. Onlar da fuayede sergilenecek.”
“İlk kütüphanem devlet demiryolu trenleriydi!”
Beş ayrı masada çalışıyor. Bu, beş ayrı ev, beş ayrı kütüphane demek! Kütüphanesi kitap, CD, ses bandı, oyun kasetleri, afiş ve arşiv belgelerinden oluşuyor. Maske, kukla ve tabloları da kütüphanesinin unsurları olarak kabul edip, bir “Gösteri Sanatları Kütüphanesi” tanımlıyor.
“Kitaplar benim ayrılmaz bir parçamdır. Okumadan uyuyamıyorum, okumadan uyanamıyorum!” diyor.
Hangi masada çalışacağına karar verirken, yaptığı işin kendisi kadar, ruh hali de belirleyici olabiliyor. “Canım ne tarafa bakmak istiyorsa” diyor.
Türk tiyatrosuyla ilgili yapılmış tüm tabloları topluyor. Bu tablolar, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’nun fuayesini süslesinler istiyor.
Arşiv değeri taşıyan kimi doküman ve materyali özellikle toplamasını şöyle açıklıyor: “Koleksiyoner değilim. Ama bunlara sahip çıkılmıyor, ben de kaybolup gitmesini istemediğim resimleri, fotoğrafları vs elime para geçtikçe alıyorum”. Elinde tabloların yanı sıra, yüz elliye yakın koleksiyon parçası kukla da var.
Biriktirdiklerinin tümünü sanatseverlerle paylaşmak niyetinde. “Güzellikleri başkalarıyla paylaşmak için biriktirir insan. Kelebek koleksiyoncusu değilim; alıp kapatıp üzerine titremenin bir anlamı yok. İnsan okuduklarını da sadece kendisine saklayamaz; zihnin prizmasından geçer ve başkalarıyla buluşur o bilgi” diyor.
“Kitabı süs eşyası gibi kullanmama; yazarım, çizerim. On beş yıl sonra o kitabı tekrar okuduğumda kendi notlarımla karşılaşmak hoşuma gider. Yazarın yaratıcı evresi, sizin yaratıcı evreninize dönüşmelidir nihayetinde” diyor.
Hiç vazgeçemeyeceği kitabı, Küçük Prens.
Neden Özellikle Banka Apartmanı? Gittiğim, çalıştığım her şehir benim kütüphanem haline gelir, çünkü hem oralardaki kütüphanelerden yararlanırım hem de sahaf dükkânlarında epey zaman geçiririm. Benimki biraz gezgin bir yaşam, ruhum da biraz Çingene… New York’ta, Paris’te, Berlin’de, Atina’da, Sivas’ta, Urfa’dayım… Belli olmuyor.
Tiyatro, sinema, edebiyat… Becerebildiğim kadarıyla bir Rönesans aydını gibi yaşamaya, farklı disiplinlerde okumaya, araştırmaya çalışıyorum.
İyi bir şey mi bilmiyorum ama yedi yaşımdayken evde Fransızca ders alıyordum, Alfred ve Musset okuyordum.
Okuma bağımlısıyım; “Nerelisin?” diye sorduklarında “Türkçeliyim” derim. Benim ana yurdum Türkçe. Türk dilinin içine doğdum.
Türkçe, İngilizce ve Fransızca okuyorum. Düşünsenize, kitap okumak ne eşsiz bir uğraş… Bütün yazarlar sizin arkadaşınız, onları tanısanız da tanımasanız da.
Kitaptan, bilgiden daha heyecan verici bir şey olmadığı için bunun peşine takıldım herhalde. Bilgiyi bir tür ‘beyin ateşinin’ üzerinde eritip onu yeni bir kalıba dökmek, yeni baştan bir şey yaratmak… Belki bir heykel… Kendi bedeninizle birlikte yeniden biçimlendirmek… Bilgi, nihayetinde vücut dilini de şekillendiriyor.
Yaşadığım hazzı bilemezsiniz! Ben aynı zamanda profesyonel bir okuyucuyum.
ALPAY KABACALI
Basın tarihiyle ilgili çalışmaları nedeniyle kütüphanesinde hatırı sayılır sayıda kitabı içeren ‘basın tarihi kitapları’ rafları var. Basınla ilgili anı kitaplarından tutun, Osmanlı’daki süreli yayınlar kataloguna, geniş bir yelpazede basınla ilgili ne ararsanız var raflarda.
Müthiş bir dergi koleksiyonu var: birinci sayı koleksiyonu. Yani bugüne kadar çıkmış pek çok derginin ilk sayılarından oluşan bir koleksiyon.
Öyle bir an geldi ki, kendimi tarttım ve “Kitap delisi olabilirim” dedim. Kitap meraklılarını böyle kategorilere ayırırlar. Kitap meraklısı, kitap tutkunu, mecanin-i kütüp, yani kitap delileri! Bir şeye çok fazla bağlanmak pek doğru değil diye düşündüm ve önlemimi aldım.
AYŞE KULİN
Kitapları, ezberli bir düzen içinde bir arada duruyor.
Tam anlamıyla bir kitap fetişisti!
Kütüphanesinde hemen her türden kitap görmek mümkün; edebiyattan resim kitaplarına, müzayede kataloglarından yemek kitaplarına, Osmanlı tarihinden şiire, feng shui ve astrolojiden Atatürk kitaplarına uzanan geniş bir ilgi alanı var.
Onlara “hayatımın kitapları” diyor ve sanki bizimle değil, onlarla sohbet ediyor. “Çok titizim bunlara karşı… Hayatımın kitapları bunlar… İçlerinde alındıkları tarihler ve ismim yazılı. Ben de eskiyim ya! Bakın burada İzlerimiz dergisinin eski sayıları var.
CELAL ŞENGÖR
8 mart 1974… İlk nadir kitabını aldığım gün…
Kütüphanesi yeterince ünlü!
Evin içinde gizli bir sığınak gibi Şengör’ün Kütüphanesi… Şengör tarafından bir ‘ev kütüphanesi’ olarak tanımlanan iki katlı mekân, profesyonelce tasarlanmış. Çift taraflı kullanılabilen kitaplıklardan oluşan koridorların arasında kaybolabilirsiniz!
Ünlü jeologların minyatür büstleriyle, biblolarıyla süslenen kütüphanede ayrıca özel olarak ışıklandırılmış dinozor yumurtalarıyla Jules Verne’in Arzın Merkezine Seyahat’in ilk basımına rastlıyoruz. Bir de aynı kitabın ilk resimli baskısına. “Bu ilk baskıyı Amerika’da buldum ve bedava bir fiyata aldım. 1866 tarihli ilk baskı! Satan belli ki farkında değildi kitabın değerinin.” Kitabın ilk baskısı ile ilk resimli baskısı arasında bir fark olduğunu söylüyor Şengör: “Jules Verne, resimli baskıya insanın kökeni hakkında iki yeni bölüm ilave etmiş! O sırada bir tartışma var; insan Dördüncü Zaman hayvanlarından sonra mı yaratılmıştır, yoksa daha eskiden evrimleşerek mi gelmiştir? Jules Verne, evrimcilerin yanında yer almıştır” diyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson da Goethe de Celal Şengör’ün ‘ünlü jeologlar’ sıralamasında yerlerini alıyor.
Kütüphanelerde olmadığı için Türkiye’deki mevcut tüm yerbilimi dergilerini toplayıp ciltlettiriyor.
Kütüphanesi kolay bulunmaz, ele geçmez kitaplardan oluşmakla kalmıyor. Çeşitli resim ve objelerle de desteklediği kütüphanesinde Eduard Suess ve Emile Argand için özel birer köşe var. Hatta Argand’ın tüm dünyada sekiz adet bulunan ölüm maskesinin bir kopyası da onda.
XIX. ve XX. Yüzyıl jeoloji ders kitaplarını toplamış!
Kütüphanenizi gezelim mi birlikte? Şurası bilim felsefesi bölümü. Şurada az bir miktar antik Yunan, Roma ve Ortaçağ bilimi var. Burası tamamen felsefe ama felsefenin epistemolojik kısmıyla ilgili. İslam bilimi şurada bitiyor. Burası Avrupa’daki genel bilim tarihi; yüzyıllara göre ayrılmış. Şu kısım tamamen münferit, jeolog olmayan bilim adamlarına ait. Burası karmakarışık bir şey; benim liseden ve üniversiteden kalmış ders kitaplarım… Şuradan itibaren jeolojinin tarihçesi; en altta jeolojinin felsefi temelleri; burada jeolojinin dalları; burası paleontoloji, jeomorfoloji, tektonik; şurası deniz jeolojisi; karşıda, ülkelerde jeolojinin tarihçesi; burada meşhur jeologların biyografileri; şu da dünyadaki tüm jeologların listesi!
Bu kitapları ne zamandır topluyorsunuz peki? 8 mart 1974’ten beri! Almanya’da öğrenciyken aldım ilk nadir kitabımı. Aldığım ilk ciddi kitap; Humboldt’un “Kosmos”u. Ama ondan önce de bana hediye gelen bir kitap var. Arkadaşım Cem Boyner’in büyük amcası merhum Fazıl Boyner’in kızı Leman, Viyana’da okuyordu… Ondan bir kitap istemiştim; Suess’ün “Das Antlitz der Erde” isimli kitabı. Aramış bulamamış. Fakat onun yerine Suess’ün başka bir kitabını almış. Daha da nadir bir kitap! “Die Entstehung der Alpen”. Aslında kütüphaneme giren ilk ciddi ve nadir kitap odur. Mesela siz hiç 1580’de yayımlanmış kitap gördünüz mü? Hem de okuyabileceğiniz dilde. Meşhur Bernard Palissy’nin “Discours Admirables”si… Orijinali bu!
Biblolar var raflarda… Mesela bir Uzakdoğu figürü… O, sıradan bir biblo değil; Li Bing’in biblosu. Li Bing, MÖ ikinci yüzyılda Minjiang Nehri üzerine bir baraj yapmış! Dujiangyan Barajı. O barajı yapabilmek için nehrin hidrolojik rejimini incelemiş! Her yağmurda taşan Minjiang Nehri, Li Bing’in barajıyla birlikte tüm Sichuan Ovası’nı sulayan, verimi artıran bir nehir haline gelmiş. İnsanlar Li Bing’i tanrılaştırmışlar. Ben de ziyaret ettim onun tapınağını. Hatta elimde mumlarla ona tapınırken çekilmiş fotoğrafım var, çünkü Li Bing, benim Tanrı olarak bildiğim tek meslektaşım!
İlk kütüphanenizi hatırlıyor musunuz? Hatırlamaz olur muyum? Hannoverli bir dadım vardı, Elizabeth. Beraberinde Grimm Kardeşler’in masal kitaplarını getirmişti. Bir seri de plak getirdi; bunların bir kısmı şarkı, bir kısmı masaldı. O zamanlar okuma yazma bilmiyordum; beş yaşındaydım. Bir de annem bir gün bana dinozorlarla ilgili bir kitap aldı. Fakat kitaplarım okula başladıktan sonra epey arttı. Kazım Taşkent, anneannemin kuzenidir, rahmetli, yılbaşlarında sandıkla kitap gönderirdi Doğan Kardeş Yayınları’ndan. Bir de dedemin evinde dayım Melih Sipahioğlu’nun Kütüphanesi vardı.
ÇETİN ALTAN
Ayrı evlere dağılmış yaklaşık on bin kitabı bulunuyor. Göztepe, Basınköy ve Cihangirde.
Kütüphanesinde tarih ve edebiyat kitapları ağırlıkta.
“Kitaplığımda çok özel bir koleksiyon var. Bir tarihte çok ucuza satın almıştım bir sahaftan: Sultan Abdülhamit’in kitaplığından çıkma, yirmi dört ciltlik bir koleksiyon. Çok az kişide vardır böyle kitapları olan. Bütün bir koleksiyonu çok ucuza veriverdi adam!
Üç türlü okuma vardır: birincisi zorunlu okuma; mektep kitapları. İkincisi öğrenmek için okuma. Üçüncü ise zamanı unutmak için, zevk için okuma.
DOĞAN HIZLAN
Evinde iki yatak var; biri yatak odasında, diğeri çalışma odasında. Bazı geceler çalışırken uyuyakalıyor, bazen de aklına gelen bir şeyi not etmek üzere uykudan uyanıyor.
Kütüphanesinde referans kitaplarıyla deneme, eleştiri ve şiir başta olmak üzere elbette roman ve öyküye de yer var.
Bir kırtasiye düşkünü! Dolmakalemler, kurşun kalemler, yazarların bulunduğu kupalar, ki içlerine kalemler konuluyor, silgiler, kağıtlar, mürekkepler ve mürekkep şişeleri özel ilgi alanına giriyor. Ama hemen sonra anlıyoruz ki, büyüteçler, ayraçlar, mektup açacakları ve kim bilir atladığımız daha neler neler onun koleksiyoncu ruhunun kıskacında! “Uğur bellemişim, gittiğim her yerde bir kırtasiyeye uğrayıp bunlardan alırım” diyor. Hatta bizi Schneider’ın, üzerinde “Bad Kids Choise” yazılı korsan kalemiyle korkutuyor!
Evinde kitaptan çok plak/CD koleksiyonu var, kapalı dolapların ardında da notaları. “Hâlâ nota okuyarak dinleyebilirim bir eseri” diyor, long play’den vazgeçmiyor. Arşivi Klasik Batı Müziği ile Klasik Türk Müziği ağırlıklı. Bulduğunda kaçırmıyor, mutlaka yeni bir plak alıyor.
Müzisyen bir ailede büyüyen Doğan Hızlan, hâlâ zaman zaman ut çalıyor.
ELİF ŞAFAK
Kelimenin tam anlamıyla ‘dağınık’ bir kütüphanesi var. Kendisi ‘göçebe’ diyor.
Yaşamını çok erken yaşlardan itibaren farklı ülkelerde, farklı şehirlerde geçirmeye alışık. Kütüphanesi de kendisine benziyor; yazarın dört ayrı şehirde dağınık olarak bulunan kitaplarının pek azı yazarıyla birlikte yolculuk yapıyor.
Kitaplarınızın hangisi nerede, hatırlıyor musunuz? Bende şöyle bir his hakim: ben, insanları kitapların sahipleri olarak görmüyorum. Kitabın sahibi olmaz bence. Öyle arkadaşlarım var ki, senelerce aynı evde yaşamışlar, çok titizler, kitaplarını asla kirletmezler, tozlarını alırlar vs. Onlar için kitap bir antikadır başlı başına. Ben hiçbir zaman öyle olmadım. Benim kitaplarım çizgilerle, kenarlarına düşülmüş notlarla doludur. Üzerinde yemek, kahve lekeleri vardı, çantamda ıslanmışlardır falan. Bu bana kötü gelmiyor. Ben kitapla yaşamayı seviyorum. Onun için de kitaplarını çok hırpalayan biriyim. Kitap da beni hırpalıyor!
Rafları düzenlerken nelere dikkat edersiniz? Arşivci gibi dizmedim kitaplarımı. Kendimce konularına göre ayırırım kitapları ama ben dağınıklıkta çok rahat nefes alan biriyim. Hep kaostan beslendim. Birçok yazar düzeni bozulursa tedirgin olur oysa. Aşırı bir düzen halinde panikliyorum ben.
Sürekli yanınızda taşıdığınız kitaplar hangileri? Ruh halime göre değişiyor. Ama İbn-i Arabi’yi yanımda çok sürüklemişimdir. Mesnevi’yi Walter Benjamin’in Pasajlar’ını çok taşımışımdır yanımda. Fakat dönem dönem değişiyor bu.
Çantanızda her zaman bir kitap taşır mısınız?
Taşırım. Hem kitap hem de defter taşırım. Şu sıra Tony Morrison’ın bir kitabını taşıyorum yanımda; daha önce de okumuştum. Bazen bazı kitapları tekrar okurum. Ve o zaman daha evvel aldığım notları okumak da hoşuma gider. Kitapla ilişkimin tarihi de takip edebiliyorum böylelikle.
ENİS BATUR
Dönüp dönüp okunan kitaplar deyince, şiir kitaplarını gösteriyor. Çalışma masasının arkası silme şiir kitabıyla dolu.
Enis Batur’unki ağırlıklı olarak bir edebiyat kütüphanesi… Ama ilgi alanı ne kadar genişse kütüphanesi de o kadar kapsamlı.
Kütüphanenizde kütüphane üzerine kitaplar da var… Evet, kütüphanelerle ilgilendi. Ortaçağ’da mürekkep yapımı, kitabın Arap dünyasındaki yeri, kitap meslekleri, gizli yazılar, kayıp diller, ciltçiler gibi başlıklar göze çarpıyor. Kütüphane tarihleri, son dönemlerde kütüphane kavramı etrafında yapılan kolokyumların toplandığı kitaplar, yanmış kütüphaneler üzerine kitaplar, İslam’da kütüphane, İskenderiye Kütüphanesi diğer başlıklar.
Kütüphane’yi kitap üzerine yazılan bir kitabı yazmak için yazdım!
Diyorsunuz ki kütüphane sahibi kişi bir okuma defteri tutmalıdır. Aldığı kitabı ne zaman aldığı, ne zaman okuduğu, okuduğundan ne anladığı ve daha birçok ayrıntıyı yazmalıdır.
ERDAL-SAMİYE ÖZ
Erdal Öz’ün kütüphanesinde baskın olan nedir? Edebiyat. Yerli ve yabancı edebiyat ağırlıklıdır Erdal Öz’ün kütüphanesi. Onun kadar yoğun olmasa da siyasi-teori kitaplar önemlidir. Bir de tabii şiir. Şiiri çok severdi; çok da güzel, yalın okurdu. Kendisini dışarıda tutar, tüm ağırlığı sözcüklere verirdi. Kütüphanesinde tüm Türk şairlerinin kitapları vardır.
EROL ÜYEPAZARCI
Polisiye roman okumayı çok seviyor, “Kitapları eziyet çekmek için değil, keyif almak için okuyorum” diyor. Ama arada sırada eziyetli kitaplar da okuması gerektiği için hiçbir zaman tek kitapla yetinmiyor, aynı anda birkaç kitap okuyor. “Böyle durumlarda araya mutlaka bir polisiye roman koyarım” diyor.
Çatı katı çalışma odasının tüm duvarları raflarla çevrili.
Kendisini “Bibliyofil ile bibliyoman arasındaki o ince çizgide duran adam” olarak tanımlıyor. “Bir insanın üç dört bin kitabı varsa bibliyofildir fakat onu geçtiyse, artık bibliyomandır. Çünkü bu, koleksiyonculuğa gerer ve koleksiyonculuğun bir mantığı yoktur” diyerek ekliyor: “Farklı türden bir manyaklıktır bu. Diğer manyaklıkları düşünecek olursanız, kitap toplama manyaklığı, keyifli bir manyaklıktır.”
Külliyatçı. Sevdiği yazarların tüm kitaplarını toplamaya özen gösteriyor. Buna ek olarak imzalı kitaplara ve ilk baskılara düşkün.
Ben bir kitap aldığımda onu atamam. Kitabı aldığımızda bakıyoruz, üzerine damgamızı vuruyoruz, ne zaman aldığımızı yazıyoruz.
GÖKHAN AKÇURA
Esas olarak kitaba değil, içerdiği bilgiye tutkun. Kendi araştırmasını tamamladığı andan itibaren, o araştırmaya kaynak ve malzeme olmuş tüm kitap ve dokümanı kitaplığından çıkarabilecek özgürlük duygusuna sahip.
GÜVEN TURAN
Her şeyin bir görünen, bir de görünmeyen yüzü varmış… Kütüphanelerin de öyle! Güven Turan’ın kütüphanesinin görünen yüzü sakin ve açık, görünmeyen yüzü sürprizli ve gizemli.
Kütüphanesinin ana eksenini sanat ve edebiyat oluşturuyor; felsefe ve psikoloji bu iki alanı beslemek üzere var.
Çok sayıda ve hemen hemen her konuda sözlüğü mevcut.
Mektuplarını ayakkabı kutularının içinde gizliyor. Yazar mektupları ve eski sevgililerin mektupları asla atılmaz!
On binin üzerinde kitabı var ama bunun akıl kârı olmadığını düşünüyor: “Bilge Karasu akıllı bir adamın binden fazla kitabı olmaz, olsa olsa beş yüz kadar kitabı olur dediydi” diyor.
“Hâlâ beklediğim, aradığım yabancı kitaplar var. Mesela Nabokov’un Poems and Problems kitabı. Hem kendi icat ettiği satranç problemleri hem de şiirlerini topladığı bir kitap bu. Ve otuz yıldır falan yok ortada! Bir de 1980’de Amerika’dayken aldığım bir kitabı bir dostuma ödünç verdim ve kitap geri gelmedi: Pessoa’nın bir Seçme Şiirler’i. Kendinize “kitap oburu” diyorsunuz. Ne demek “kitap oburu”? Kitap meraklıları arasında kullanılan “bibliyofil”, “bibliyoman” gibi terimler vardır. ‘Bibliyofil’, kitapsever; ‘bibliyoman’ kitap delisi.
Şiir, edebiyat, felsefe, sosyal bilimler, sanat tarihi hep önde gelen ilgi alanımı oluşturdu.
Benim bir aforizmalar kitabım var, Bakır Çalığı diye. Orada şöyle bir aforizmam var: “Aradığınız kitabı bulmada bir antika kitapçısıyla bir ikinci el kitapçısı arasında sadece toz farkı vardır”. Aslıhan Pasajı’nda on liraya bulacağınız kitabı müzayedelerde bin liraya alırsınız.
Kitaplarınızda exlibris var… Evet. Bütün kitaplarımın içinde benim dizaynım olan bir çıkartma var. “Güven Turan Kitaplığı”.
Belki Rönesans’ın büyük beyinlerinden Erasmus’u anmanın tam zamanı. Şöyle der: “Elime biraz para geçince kitap alırım, param artarsa günlük ihtiyacıma harcarım.”
Mutfakta da kitaplar var ama yemek kitapları. Yatak odam da gece uykum kaçarsa diye başucu kitaplarım vardır. Çizgi roman ve şiir okurum geceleri…
Epey doküman var kütüphanenizde. Atmaz mısınız hiçbir şeyi? Onları ‘hissetmeliyim’ her zaman. Bu duyguyu Alberto Manguel “The Library at Night”da öyle güzel anlatıyor ki, kıskandım… Hem anlatımını hem kütüphanesini!
HALİT REFİĞ
“Kitaplığın temel unsuru ansiklopedilerdir”
Kütüphanesindeki kitaplar, milimi milimine yan yana duruyor. Çok düzenli! Eşi Gülper Refiğ, Halit Bey’in kütüphanesindeki en ufak bir değişikliği hemen fark edebildiğini söylüyor.
Çalışma masası bile anılarından dolayı, yeni bir masa teklifine direnerek değiştirilmemiş.
Uzun bir zaman aralığında, teker teker, yavaş yavaş alınmış kitaplardan oluşan kütüphanesinde farklı disiplinlerden pek çok referans kitabı dikkat çekiyor.
Yanı sıra, genel konulardan sanat tarihine, Türk ve dünya edebiyatından ekolojiye, sinemadan tarihe zengin bir çeşitlilikle.
Kemal Tahir’den Oğuz Atay ve Selim İleri’ye, Türk edebiyatının önemli temsilcilerinden imzalı kitapları var.
Kütüphanesine başka ellerin değmesinden hoşlanmıyor, kitaplarına özel bir bakım yapmıyor, prensip olarak kitap ödünç almıyor ve vermiyor.
Halit Refiğ, kütüphanesindeki kitapların hemen hepsini okumuş; kendisi, sadece okumak istediği kitapları satın almayı tercih eden bir okur çünkü.
“1950’li yılların ortalarıydı. Kore’den yeni dönmüştüm. İstanbul’da bir kitapçıda The Uses of the Past (Geçmişten Yararlanmak) adlı bir kitap gözüme ilişti. Daha önce adını duymadığım bir yazar: Herbert J.Muller… Aaa! Kitabın önsözü 1952 yılında İstanbul’da yazılmış. İlk bölüm “Kutsal Bilgelik-Aya Sofya” başlığını taşıyor.
1970’li yıllarda tanıştığımız Prof.Kemal Karpat, Herbert J.Muller’i bilen ilk kişi.
1994 yılında Ankara’da ABD Büyükelçiliği’nde Kültür Ateşesi görevli dostum David Grimland onun 1958 yılında basılmış olan The Loom of History (Tarihin Mekiği) adlı kitabını sağlıyor.
Herbert J.Muller’e ilgim artarak sürüyor. İzini bulabildiğim son kitabı, 1970 yılında basılmış olan The Children of Frankesnstein (Frankenstein’ın Çocukları)… Bu yazıyı okuyanlar arasında Herbert J.Muller’i bilen çıkacak mı merak ediyorum. Ama şunu kesinlikle ifade edeyim ki, öne tesadüfen, sonra zorlukla elde edebildiğim kitapları benim kitaplığımın en değerlileri arasında.
Kütüphanenizden ayrıldığınızda üzülür müsünüz? Bir yere gideceğim zaman, o yere gedişimin belli bir maksadı var ise, o maksada uygun kitapları yanıma alırım. Veya okuma programımda olan kitapları yolda okumak üzere yanımda götürürüm.
HALUK ORAL
Haluk Oral’ın evi, kitaplarıyla ve tavlalarıyla dikkat çekiyor. On yedi yaşından beri tavla oynayan Oral’ın tavla turnuvularından kazandığı plaketler de kitaplar arasındaki yerlerini almış. “Hayat gibi bir şey tavla. Her şeyi doğru yapıyorsun ama yine de kaybedebiliyorsun. Sadece olasılık olarak kazanma şansını yükseltebiliyorsun. Her şeyi doğru dürüst yapsan da mutlu olamayabiliyorsun hayatta da!” diyor.
İmzalı kitap koleksiyonuyla tanınıyor. Kütüphanesinde on bin civarında imzalı kitap var. Tamamı Türk edebiyatı olan bu kitaplar arasında neredeyse yok yok.
Sadece kitap da değil, her türlü dokümanı topluyor Haluk Oral. Mesela Orhan Veli’nin fotoğrafları, orijinal mektupları, Sait Faik’inkendi eliyle yazdığı bir Orhan Veli şiiri, Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’in Sabahattin Ali’ye yazdığı mektup… Yüzlerce belge…
“Bu evin içinde yolculuk yapıyorum. Bir haftadan fazla tatile gitmem, hiçbir yere gitmem! Çünkü üç-dört günden sonra ev beni çeker” diyor.
Ben para koleksiyonu yaparak başladım bu işe. Henüz ilkokuldaydım. Osmanlı paraları biriktirmeye başladığımda da bu işi doğru dürüst yapabilmek için Osmanlıca öğrenmem gerektiğini fark ettim. Başka türlü bir anlamı olmayacaktı biriktirmenin! Neyse, Osmanlıca öğrenirken de eski Türkçe kitap toplamaya başladım ve o noktada da eski Türkçe imzalı kitaplar çıktı karşıma.
Eski Türkçe okumadan ne tarihle ilgili araştırma yapılabilir ne para biriktirilebilir ne de imzalı kitap. Osmanlıca alfabeyi okumak şart.
Sadece imzalı kitaplardan oluşmuyor kütüphanem. Fakat yine de onlar çoğunlukta. Bir de yazarların yazdığı mektuplar, imzalı fotoğraflar ve kartpostallar da var.
HIFZI TOPUZ
Dört kuşaktır Nişantaşılı. Dedesi Hasan Hilmi Paşa’nın konağında doğmuş.
Evi, bir sergi salonu gibi tasarlanmış. Kitap rafları, ünlü ressamlardan tablolar ve Afrika’dan gelen masklarla çepeçevre çevrelenmiş. Afrika masklarının sayısı, dört yüzü buluyor.
Elyazısıyla yazıyor, yazdıkları daha sonra bilgisayar ortamına aktarılıyor.
Gazeteci Hıfzı Topuz, ilk yurtdışı gezisini 1949 yılında yapılan hükümet darbesi nedeniyle Suriye’ye yapıyor. 1952’de Yunanistan’a giderek General Trikopis’le söyleşiyor. Uluslar arası gezilerinin ardı arkası kesilmiyor. UNESCO’da görev alan Hıfzı Topuz ‘boyuna’ geziyor: “Kırk defa Afrika’ya gittim, bunun yirmi beşi Kara Afrika ülkeleriydi. Latin Amerika, Uzak Doğu, Filipinler, Hindistan… Türkiye’ye dönüşümden sonraysa artık alışkanlık halini almış bu gezileri kendi hesabıma sürdürdüm.
Gittiği son yer Atlantik’te bir Portekiz adası: Madera.
Bütün bu gezilerin izlerine kitaplarında rastlamak mümkün.
Kitaplığındaysa gezilerin izleri yoğun değil. Hıfzı Topuz, haritalara bakmayı hem seviyor hem de araştırmalarında bolca kullanıyor, ancak eski atlaslar, gezi kitaplarıla pek ilgilenmiyor.
Fakat Afrika’ya düşkünlüğü çocukluğundan. “Evimizde Sudanlı haremağası bir lala vardı; Habeş dadım vardı… Ben bu dadılar ve lalalarla büyüdüm… Keşke onlarla daha çok konuşabilseydim…” diyor. Derken sararmış iki fotoğraf çıkarıyor çekmeceden: Lalasının kucağında bir Hıfzı var, ama bu Hıfzı Topuz değil, dayısı İbrahim Hıfzı…
“Ben maskelerle Paris’te tanıştım. 1952’de Paris’e gittim, orada Tristan Tzara’yı gördüm. Nazım’ı Fransızca ilk bastıran kişi. Kitabı Sabahattin Eyuboğlu çevirmişti. Nazım bu kitap çıktığı vakit Moskova’daydı ve kitabın telif hakkını alamamıştı. Vala Nurettin kitabın telifini benim almamı istedi. Telifi alıp karısı Münevver Hanım’a gönderecektim. Tristan Tzara’nın evine gittim. Baktım, ev maskelerle donanmış. İlk kez görüyorum böyle bir ev… ‘Yahu’ dedim, ‘Ben de böyle şeyler toplamak isterim.’ Tzara bu görüşmeden yıllar sonra ölünce, koleksiyonu haftalarca basına konu olmuştu!
Çalışma odanızdaki kitaplık, sanırım el altında tutmak istediğiniz kitapları içeriyor. Benim ilgi alanlarım bellidir: İletişim, Milli Mücadele, Atatürk ve Osmanlı dönemi. Bütün bu raflar bu konulara ayrılmıştır. Meyyale’yle, Osmanlı tarihine girmiş oldum. Kütüphanem anılar, ansiklopediler, Fransızca, Türkçe ve İngilizce iletişim kitapları ve Osmanlı tarihinden belgelerle doludur. Bunlar benim için çok değerli. 1959 yılında UNESCO’ya girdiğimde bu alanda dergi ve kitap toplamaya başladım. O zamandan beri de devam ediyorum.
Kütüphanemde tabii ki romanlar da var. Bir defa, sevdiğim ve arkadaşım olan yazarların kitapları var ki onlar özel raflarda durur. Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Bedri Rahmi, Melih Cevdet, Burhan Arpad, Serteller, Samim Kocagöz… Öncelik verdiğim isimlerden bazıları.
Beyoğlunda gittiğim iki kitapçı vardır: Simurg ve Balıkpazarı’nda Sıtkı.
Bizim ailede kadınlar daha aydındı çünkü. Meyyale romanımda anlatmıştım, Meyyale benim büyükannemin annesi. Meyyale sarayda büyümüş, müzik, bale öğrenmiş, yüzünü Batı’ya dönmüş. Onun kızı olan büyükannem Fransızca öğrenmiş, Fransızca romanlar okumuş. Halit Ziya’ya, Mehmet Rauf’a, Halide Edip’e meraklıydı… Annem, Tevfik Fikret hayranıydı. Odasında Tevfik Fikret’in kocaman bir resmi asılıydı. Tevfik Fikret demek, Batı demek değil mi? Ben daha okuma yazma öğrenmemişken bana Tevfik Fikret’in Şermin kitabından şiirler okurdu.
İLBER ORTAYLI
Bilgisi kültürü ummanlar kadar olan İlber Ortaylı’nın kütüphanesi ne kadardır? Aynı apartmanını iki ayrı dairesine, dairelerin bütün odalarına dağılmış genişlikte bir kütüphanedir! Her iki dairede de hemen hemen aynı noktaya konumlanmış iki ayrı çalışma masası bulunuyor. Üst kattaki daire, İlber Ortaylı’nın aynı zamanda ‘yaşam alanı’ olduğu için daha konforlu, daha mobilyalı. Alt kat, neredeyse tamamen kitaplara ayrılmış.
Özel yaşamından, bir anlamda ‘kütüphanesi’nden söz etmeyi pek sevmiyor!
Kütüphanesinin karakteristiğini –sürpriz değil elbette-, tarih ve filoloji kitapları oluşturuyor. Ancak sosyoloji ve hukuk kitaplarına da yer var.
Aynı anda birkaç kitap okumayı ‘pespayelik’ olarak nitelendiriyor; “Esas olan, tek kitaptır” diyor.
Hiç vazgeçemeyeceğiniz kitaplarınız yok mu? Aa, var tabii. Müracaat kitaplarımdan vazgeçmem. Zaten benim dairemde duran kitaplar, o kategoridedir. Burada mesela Fatih Sultan Mehmed’le ilgili kitaplar var; altta Osmanlı tarihi kitapları, Helenizm, Orta Çağ ve Haçlılar… İstanbul tarihi kitapları, Osmanlı İmparatorluğu’nda dinler, Topkapı Sarayı’yla ilgili kitaplar…
Okumalarınız için tuttuğunuz bir defteriniz var mı? Maalesef o yok bende. Fakat annemin varmış, memleketteyken polis gelip almış… Stalin rejimi öyleydi… Çok üzülürdü annem. Ben de üzülürüm öyle şeylere, çünkü ben de Girit’te kendi tuttuğum notları içeren bir seyahat defterini kaybettim; para kaybetmekten daha fecidir!
İPEK ÇALIŞLAR
Araştırmacı, yazar ama her şeyden önce gazeteci bir çiftin evi, kütüphanesi… Özel olarak alınan kitaplardan beslendiği kadar, yayınevleri ve yazarlar tarafından gönderilen çok sayıdaki kitapla da beslenmiş…
Güncel kitaplar, aynı nedenle her zaman yeterince yer tutuyor bu kütüphanede.
İpek Çalışlar “Pek bir şey bulmam mümkün değil” diyor kütüphanesi için ama o kadar çok badire atlatmış bir kütüphane ki söz konusu olan, içinde bir şey bulup bulamamaktan çok, onun kendisini bulabilmek bile mucize!
“Araştırma yaparken bulunması çok zor kitaplarla yüz yüze geldim. Hepsini büyük bir iştahla aradım. Beni en çok uğraştıran 1937 baskılı bir anı kitabı oldu.
Latife Hanım çalışmam sırasında ailesi Latife’nin çok mükemmel piyano çaldığını, hocasının yazıdğı anı kitabında bu konuda ayrıntılı bilgi olduğunu söyledi. Kitabın yazarı Rilke’nin yeğeni Anna Grosser Rilke’ydi. Bu kadın Latife’ye piyano dersleri vermişti. Aile kendilerindeki kopyayı bulamadı. Kitabın adı da belli değildi. Önce kitabın adını arayıp bulmam gerekti Nie Vervehte Klaenge (Hiç Unutulmayan Melodiler) birkaç ay zihnimi meşgul etti. İstanbul’daki Alman kütüphanesinde ne yazık ki yoktu. İnternetten ulaştığım bir Alman sahafta kitabın bulunduğunu gördüm ve Almanya’daki bir arkadaşıma ısmarladım, bir yakınım da alıp getirdi. İki üç aylık merak ve kitaba ulaşma serüveni beni epey uğraştırdı. Anna Grosser Rilke gerçekten de kitabında Latife’ye bir bölüm ayırmıştı. 1937 baskılı kitap gotik harflerle basılmıştı. Okuyup anlamak hiç kolay olmadı. Anna Grosser Rilke’nin 1910’lu yılların İstanbulu’nu anlattığı kitap Latife Hanım sayesinde, yıllar sonra Türkiye’de kitapçı raflarına çıkacak. Latife’nin yaşamını aydınlatmada bana yardımcı olan bu kitap, İş Bankası Yayınları tarafından Türkçe’ye çevriliyor.”
Kütüphaneniz tematik bir düzenlilikte… Hemen hemen. Mesela Orhan Pamuklar şurada; burası Halide Edipler; bunlar Nazımlar… Sol literatür yukarıdaki raflarda. Gazetecilik rafı… Azınlıkların araştırmaları… Irkçılık…İstanbul kitapları… Kataloglar… Cinsellik tarihi… Biyografiler… Biyografilerin özel bir yeri var benim için. Onları yerlerinden oynatmamaya özen gösteriyorum, çünkü onlardan akıl da alıyorum. Ve bir de üvey evlat rafı haline gelen bir bölüm: romanlar.
Herhangi bir kitabım kaybolursa, bir tek altı çizili olduğu için üzülürüm. Artık her kitabı bulmak mümkün çünkü…
İSMET KÜR
İsmet Kür, 1916 doğumlu. Okuma yazma öğrendiğinden bu yana, okuyor ve yazıyor.
Kızları Pınar ve Işılar Kür ile aynı apartmanda yaşıyor, ama evinde kendine ait bir düzeni var ve bu düzen, belli kurallara tabi.
Gündüzler, yoğunluğu değişse de ‘gelen giden’e ayrılıyor. Söyleşiler, ziyaretler vs. Gecelerse okumak ve yazmak için.
Çoğu çok özel ilk basımlardan ve imzalı kitaplardan oluşan kütüphanesi zaman içinde dağılmış. Kimi, uzun süreli seyahatleri nedeniyle, kimi de ‘Artık daha fazla yaşamam’ düşüncesiyle elden çıkarılmış.
Oysa ben, benim çocukluğumun İstanbul’unu hatırlayan ve aktarabilecek olan çok az insandan biriyim; o dönemlerin İstanbulu’nu bilenlerin çoğu hayatta değil artık. İstanbul’a benim borcum var.
KOMET
Yılın bir yarısını İstanbul’da, diğer yarısını Paris’te geçiren Komet’in evi, evden çok bir atölye görünümünde. Mekanın muhtelif yerlerine dağılmış resimler, resim malzemeleri ile kitaplıklar, evin tek malzemesi gibi.
Paris’teki evlerinde altı bin; İstanbul’daki evlerinde ise üç-dört bin kitap bulunuyor.
Küçük bir dürbünü var, kitaplarını oturduğu yerden bu dürbün yardımıyla buluyor!
İlgi alanları çok çeşitli… Kütüphanesi de bunun bir göstergesi.
Hiçbir kitabını atamıyor. Artık ilgisini çekmeyen ya da kötü olduğuna kanat getirdiği kitaplarını sandıklara kaldıranlardan.
MEHMET GÜRELİ
Sadece kitaplar mı, defterlere de dikkat! Mehmet Güreli, kitabı defterleştiren, kitabın yanı sıra, defterler de tutan okur-yazarlardan.
Kendisini ‘külliyatçı’ olarak tanımlıyor. Bir yazarı sevdi mi, onun tüm kitaplarını okumak istiyor. En sevdikleri Henry Miller, Kafka, Dostoyevski ve Stefan Zweig.
Kendi kendime sinema defterleri tutmaya başladım mesela. Hâlâ da tutarım o defterleri. On yaşında tutmaya başladığım bir defterim var; bir tür ‘akıl defteri’. Gördüğüm filmleri, künyeleriyle birlikte not ettiğim ve kendimce yıldızlar verdiğim bir defter.
Bu defterle hangi yönetmenin filmlerini henüz görmediğimi anlayabilirim. Kitap işi de böyledir; sevdiğiniz bir yazarın okumadığınız kitaplarının çevrilmesini beklersiniz mesela.
Ben zaten biraz da defter hastasıyım! Birçok defterim var.
Öğrendiğim, tam olarak buydu. Bir ev kitaplarla doludur, o kitaplara müthiş bir saygı duyulur. Boş kağıtlar vardır ki onlar doldurulur; daktilonun tık tık sesleri de aslında hayatın müziğine işaret eder. Öğrendiğim buydu benim.
MUSTAFA DUMAN
Kütüphanesinde yaklaşık on bin kitap var; özel ilgi alanını halk kültürü ve Nasreddin Hoca kitaplarıyla, Trabzon ve İstanbul üzerine yazılmış kitaplar oluşturuluyor. Ama kütüphanesinde ayrıca klasikler ve çeşitli referans kitaplarıyla bazı koleksiyonlar da yer alıyor. Örneğin, 1928-1929 yıllarında yayımlanan, Arap harfli alfabeden Latin harfli alfabeye geçiş döneminin ve sonrasının alfabe ve kıraat kitapları bir koleksiyon oluşturuyor.
Halk hikayelerini topluyorum; eski yeni yazı ve hurufat-taşbaskı. Hemen hemen tümünü. Folklor ve halk edebiyatına odaklanınca nerede ne bulduysam aldım. Sahaflar, kitabevleri, müzayedeler… Böylece bu ihtisas kütüphanesi oluştu ve bu kütüphane ‘tam’a yakındır. Çünkü yayımlanmış bibliyografyalardan dolayı, alanın kitaplarını bilmek mümkün; buna göre benim kütüphanemde ancak tek tük eksikler söz konusu.
Evet, epece taşbaskısı kitabım var. Aşağı yukarı 19.yüzyıl ile 20.yüzyıl başına ait kitaplardan oluşuyor koleksiyonum. Yani yüz-yüz elli yaşında olan kitaplar bunlar. Tamamı halk hikayesi. Çoğu resimli… Bu koleksiyonumda yüzün üzerinde kitap var.
NAİM DİLMENER
Türkiye’nin en iddialı popüler müzik koleksiyonu onda… Ses kayıtları, kitaplar, dergiler, fotoğraflar ve afişler var bu müzik kütüphanesinde.
Kütüphanesi pop ve rock ağırlıklı. Caz derlemelerini almayı seviyor, klasik müziğe tadımlık yer ayırıyor.
Bir de imzalı CD tutkusu var!
Çalışırken mutlaka müzik dinliyor.
NECDET SAKAOĞLU
Kokusu, kurdu, tozu… Zahmetlidir kütüphane
Çok kitabım olsun diye bir arzuya hiç kapılmadım. Tam tersi, tasfiye ederim. Kütüphanemde her an elimi atıp yararlanacağım, okuyacağım türde kitaplar vardır bu nedenle. Örneğin Osmanlı tarihleri… Bunlar Şehname türü ilk dönem tarihleri, vekainame veyahut vakanüvis tarihi dediğimiz kitaplardır genellikle diyor.
1890’larda yayımlanan Servet-i Fünun, aynı tarihlerde yayımlanan Maarif mecmuaları, daha yakın zamanların Yeni Mecmua, Resimli Kitap, Yedigün, Karikatür gibi birçok dergi, albüm edinmiş. “Bunları sabırla toplamaktan başka çareniz yoktur” diyor.
NEDRET İŞLİ
Kitap metresi gibidir kitap tutkununun!
Pek çok bibliyofilin dostu olarak tanınıyor. Hem sahaf hem bibliyofil!
Kitaplığında özel olarak İstanbul kitapları dikkat çekiyor. İddialı. “İstanbul’la ilgili ne ararsanız var” diyor.
Kitapların yanı sıra, kartpostallar da topluyor. Yaklaşık beş bin adet kartpostaldan oluşan bir koleksiyonu var. O da İstanbul ağırlıklı bir koleksiyon.
Kaç tür kitap toplayıcısı vardır? Üç tür. Akademik kitap toplayıcıları, koleksiyonerler ve güncel yayınları takip edenler.
NURİ ÇOLAKOĞLU
Kütüphanesi evinde genişçe bir yer kaplıyor mu demeli, yoksa “Nuri Çolakoğlu aslında kütüphaneden ‘bozma’ bir evde yaşıyor” mu demeli?
İbrahim Müteferrika’nın bastığı ilk kitap, Vankulu Lugatı, Nuri Çolakoğlu’nun raflarında duruyor. Yani Türkiye’de basılan ilk kitap! “Madem kütüphaneden söz ediyoruz, o halde başlangıç noktası bu kitap olmalı. Sağ olsun, Murat Bardakçı sayesinde bir açık artırmadan almıştım” diyor Çolakoğlu.
Seyahat etmeyi seviyor. Seyahatlerinden önce gideceği yerle ilgili rehber kitapları okumayı daha da çok seviyor.
Empire dergisinin tam koleksiyonuna sahip.
En severek ve eğlenerek okuduğum, fakat sonsuz ev taşımalarımın birinde kaybettiğim kitabım Server İskit’in Resimli Tarih Mecmuası oldu. Bir arkadaşım yedi ciltlik tam takımı sahaflardan bulup bana hediye etti sonradan.
Bazı yeni parçalar eklendiyse de ana çizgisi hep edebiyat, tarih özellikle de Türkiye tarihi ağırlıklı olarak kaldı.
ORHAN PAMUK
Evine gelen misafirleri ikiye ayırıyor: Manzaraya bakanlar, kütüphaneye bakanlar! Kütüphanesinin bir bölümü Nişantaşı’ndaki evinde, bir bölümüyse Cihangir’Deki ofisinde. Karl Marx’ın “Ben kitaplarımın kölesi değilim, kitaplar benim kölemdir!” sözü, yazarın kütüphanesiyle ilişkisinin mottosu.
Kütüphaneniz hakkında çok rahat konuşamayacağınızı hissettim.
Kitaplarımla ilişkim aşırı sevgi, güven ve mahremiyet duygularıyla iç içe… Bu duygularımın yanlış anlaşılmasını istemem. Bazı erkekler ne kadar aşık olduklarını, sevgililerinin ve aşklarının ne kadar harika olduğunu anlatmaya başlarlar… Bir noktada aslında bu gösterişli adamların kendilerinden başka hiç kimseyi sevemeyeceklerini, çok yüzeysel aşıklar olduklarını hissedersiniz ya… İşte kütüphanemden söz ederken de, pek çok yazarda gördüğüm gibi, çok okumuş, çok seçkin olduğunu kanıtlamak isteyen biri gibi görünmek istemem.
Hep sorulur; sormak zorundayım; bu kitapların hepsini okudunuz mu? Kütüphanem bana okumuş olduğum değil, okumamış olduğum kitapları hatırlatır. Okunmamış her iyi kitabın yaşanmamış bir hayat, kaçırılmamış bir fırsat gibi insana pişmanlık ve suçluluk veren bir yanı vardır… Yaş ilerledikçe bu pişmanlıklar artar ve kütüphane, yaşamadığınız, yaşayamadığınız hayatlara işaret eden bir simgeye dönüşür. Gençliğinizde ise, bu kitapları ileride yaşayacağınız hayat parçacıkları gibi almışsınızdır. Ama bu soruya kızdığım için çoğu kez “Çok azını okudum” diye cevap veririm. Bir hesap yaparsanız on beş bin kitabı okumaya bir hayat yetmez! Flaubert’in şu lafını severim: “İnsan on kitabı dikkatle okursa büyük bir alim olur”. Aşağı yukarı aynı bağlamda kütüphanesinden bahsederken Borges de şöyle der: “Çok fazla yeni kitap okumuyorum, eski kitapları yeniden okuyorum.”
Kütüphanenizde etrafında en çok gezindiğiniz raflar hangi yazarlara ait? Borges, Dostoyevski, Thomas Mann, Proust, Garcia Marquez, Jean Paul Sartre, Tolstoy, Foulkner.
Kütüphaneniz dostlarınızın incelemesine açık mıdır? Bir başkasının evine gidince, manzaraya bakış attıktan sonra ben de o insanı tanımanın en iyi yolunun onun kitaplarına bakmak olduğunu hissetmişimdir. Bir eve gidince bakarım, kütüphanesini nasıl dizmiş diye. Bu eve gelen bütün misafirlerim için çok gizli bir kıstasım vardır: ben içeride çay yaparken manzaraya bakanlar ve kütüphaneye bakanlar diye ikiye ayrılırlar!
PERİHAN MAĞDEN
Duvarlarla aynı renkteki kütüphane, evin katları arasında dağılmış durumda. Üst katta, bir tanesi tırabzanda olmak üzere, üç ayrı kütüphane var. Alt kattaki, Mağden’in annesinden kendisine kalan Varlık Yayınları’nda çıkmış şiir kitapları ile kızı Melek’in kitaplarından oluşuyor.
Başak burcu Perihan Mağden’in kitapları alfabetik bir düzende ve neredeyse boy sırasıyla duruyor raflarda.
Kitaplığında özellikle edebiyat, şiir ve “true crime”/hakiki suç kitapları yer alıyor.
Zaman zaman sahaflardan da alışveriş ediyor.
Resim ve sanat kitaplarının çok büyük ve ağır olmasından hoşlanmıyor ama Marilyn Monreo’nun fotoğraflarına bakmayı seviyor.
Sizin elli kitaplık listenizde neler var? Bir numaralı kitabım Jane Bowles’un Ağırbaşlı İki Hanımefendi’si. Onun üstüne kitap tanımıyorum. Carson Mccullers’ın Küskün Kahvenin Türküsü ve Yalnız Bir Avcıdır Yürek adlı kitapları; Dostoyevski’den Karamazov Kardeşler ve Ecinniler, Truman Capote’nin Soğukkanlılıkla’sı ve Virginia Woolf’un Mrs.Dalloway’i ilk aklıma gelenler.
Benim kütüphane anlayışım böyle: mümkün olduğu kadar minimuma indirilmiş ve evin muhtelif yerlerine saklanmış bir kütüphane.
SELÇUK ALTUN
Kütüphanesinde sayı bakımından roman ve şiir türü ön planda, ancak aforizma, aykırı kişilerin yaşamöyküleri ve vurucu gezi kitapları da ilgi alanında. Romanlardaki anlatıcıların tamamı bibliyofil. “Yazarlık nasıl Allah vergisiyse, bibliyofillik de öyle” diyor.
Kitaplarıma klasik müzik ve caz dinletirim.
Kendisini ‘kitapçoksever’ olarak tanımlıyor.
İstanbul’un Avrupa yakasındaki ofisinde ve Anadolu yakasındaki evinde, toplam dokuz bin kitabı bulunuyor. Bu kitapların yüzde doksanını okuduğunu söylüyor.
Yaklaşık on sekiz yıl süren yönetim kurulu başkan vekili ve başkanı olarak hizmet verdiği Yapı Kredi Yayınları’nın kütüphanesine de katkısı olmuş. İlk aklına gelen katkısı küresel koleksiyonerimiz Şefik Atabey’in bir Sotheby’s Müzayedesi’nde değerlendirilen koleksiyonundan bazı nadir kitapların kütüphaneye kazandırılması.
“Mükerrer dul bir Amerikalı kadınla evlenebilmek için İngiltere Krallığı’ndan feragat eden VII.Edward’ın (1894-1972) yaşamı ilgimi çekmiştir. Onun anı kitabına (A King’s Story) sonunda Paris’teki ünlü Angloamerikan sahafı Shakespeare and Co.’da ulaşmıştım. 1980’lerin sonuydu ve galiba Enis Batur’la birlikteydik. Kitabı kucaklayıp heyecanla kasaya koşturdum. Orada, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri mekanın sahibi olan nobran George Whitman konuşlanmıştı (O doksan iki yaşında ve hâlâ işinin başındadır). “Bu kitabı satmıyorum, yerine yenisini koyamam” deyince tüylerim diken diken oldu. Birden Paris’ten soğuduğumu duyumsamıştım. İnternet olanağıyla kitabı senelerce sonra ulaştım. Onu buruk bir iştahla okudum. Bazı kaynaklar Büyük Britanya İmparatoru VIII. Edward’ın, görüşebilmek için Atatürk’ün ayağına dek geldiğini vurgularlar. Anılan kitapta o, “Ege’de yatımla geziyordum, Dışişleri buraya dek gelmişken İstanbul’a uğramamız menfaatimiz icabıdır deyince kıramadım” der”.
Başucu kitaplarınız hangileri? Oktay Rifat’ın Toplu Şiirler’i, Louise Glück ‘ün Toplu Şiirler’i, Thomas Bernhard’ın tüm romanları, Elias Canetti’nin özyaşamöyküsel ve aforizma kitapları…
Küresel sahaflıkta ‘Serendipity’ diye bir kavram var. Farsça kökenli bu sözcük, bir güzeli ararken diğerine ulaşmak demek. Böylesi sürprizlerle bibliyofiller bayılırlar. Sorunuzu serendipity-ötesi bir anekdotla yanıtlayayım: önemli Oryantalist ressam ve heykeltıraş Jean-Leon Gerome’un yapıtlarıyla ilgili nitelikli bir monografı dünyanın en önemli sanat kitabevlerinde bile bulamamıştım. Beklediğimden daha alası İstanbul’da Sahaf Turkuaz’da karşıma çıktı. 1889 ürünü, deri ciltli dev “Life and Works of Jean- Gerome’la hasretle kucuklaştığımızda 2000 yılını idrak ediyorduk. Önemli bir Osmanlı paşasının konağında bakımsızlığa terk edilmişti. Rehabilitasyonu günlerimi aldı.
Okuma tutkusu açısından ‘kare asımı’ söyledim. Tarihsel değer açısından, Osmanlı’ya matbaayı getiren İbrahim Müteferrika’nın 1729’da bastığı siftah kitabı Van Kulu Lügatı’dır. Parasal değer açısından Graham Greene’in ilk metresi Dorothy Glover’a imzaladığı “A Gun For Sale”dir. En alımlılarıysa Ahmet Ertuğ külliyatıdır.
SELİM İLERİ
Evin hemen her yeri kitap dolu; çalışma masasının üstü ve ‘içi’, salondaki koltuğun içi, dolapların içi…
Çalışma masası pencereye karşı konumlanmış, üzerinde kitaplardan başka daktilo ve küllükler…
ŞAKİR ECZACIBAŞI
Şakir Eczacıbaşı’nın farklı alanlardaki faaliyetlerini ve her bir uğraşısının nasıl da uzun soluklu bir disipline dönüştüğünün izlerini kütüphanesinde bulmak mümkün. Oldukça düzenli, sistemli ve hatta neredeyse ‘profesyonel’ bir kütüphaneyle karşı karşıyayız.
Kütüphanenin ağırlığını sanat kitapları oluşturuyor, her anlamda!
Eczacıbaşı kütüphanesi sadece bilgi edinmenin bir yolu olarak değil, yaşadı mekana sıcaklık ve samimiyet katan bir ‘süs’ olarak da tanımlanıyor. Özel ışıklandırmanın bulunduğu kütüphane, beyaz mobilyadan oluşuyor.
Salonda, yatak odasında ve arşiv olarak düzenlenmiş odada gördüğümüz kitaplar, sandıklara, kolilere konulup bir depoya kaldırılanlardan geriye kalanlar.
Fotoğraflar, belgeler, kupürler ve çeşitli mektuplardan mürekkep arşivde, her doküman dosyalanmış ve etiketlenmiş.
Eczacıbaşı’nın hakkında kitap yazdığı Oscar Wilde Tutkular, Acılar, Gülümseyen Deyişler ve Bernard Shaw: Gülen Düşünceler kitapları birkaç rafı birden kaplıyor.
İKSV’nin düzenlediği festivallerin katalogları da kütüphanede bir hayli yer kaplıyor.
Şakir Eczacıbaşı kütüphanesinin kimliğini, fotoğraf, plastik sanatlar ve edebiyat kitapları oluşturuyor diyebiliriz.
Kütüphanede çift sıra raf neredeyse yok.
Kitapların pek azı cam bölmelerin gerisinde.
Bilinçli olarak bir kütüphane oluşturmaya başlaması 1950’lerde Vatan’ın Sanat Yaprağı’nı çıkarmaya başlamasına rastlıyor ama Eczacıbaşı bir şeyin altını çiziyor: “Hiçbir zaman bir kütüphane oluşturmak amacıyla kitap almadım, sevdiğim kitapları alıyordum; bir kütüphanem oldu.”
Sayısını tam olarak bilmiyorum ama sanıyorum ki üç bini aşkın sayıda kitabım var. Koleksiyon meraklısı değilim. Hiçbir şeyi koleksiyon yapmak için almam. Bu, fotoğrafta ve resimde de böyledir. Okumak, en azından bakmak istediğim kitapları alırım. Fotoğrafçı olduğum için çok sayıda fotoğraf kitabım; sinemaya meraklı olduğum için çok sayıda sinema kitabım var. Ama katiyen “Bu da bulunsun” diyerek kitap almam.
Felsefe, toplumbilim, siyaset, edebiyat, biyografi ve otobiyografiler de ilgi alanlarım içinde.
Benim fotoğraf arşivim de çok düzenlidir. Pek çok fotoğrafçı düzenli bir arşiv oluşturmayı zor bulur ama düzen sayesinde aradığım her fotoğrafı kolaylıkla bulabiliyoyurm. Bir de ben beğenmediğim hiçbir fotoğrafı tutmam.
Arşivinizde neler var? Dosyaların bir kısmında önemli mektuplar var. Bazılarında, dergisini saklamak istemeyip de önemli bulduğum denemeler var. Fotoğraflarım da baskılar ve dialar halinde bu arşivde. Kendi yazdığım kitaplar ve başlamasına öncülük ettiğim Milliyet Sanat dergisinin ciltleri de bu odada.
Kitabı okumuş olmam, onunla ilişkimin bittiği anlamına gelmez. Tam tersine, okumuş ve ilgilenmiş olmam aslında ilgimin devam etmesine neden olur.
Başucunuzda şu sıralarda neler var? Freud ve Marksizm, Melih Cevdet Anday’ın Akan Zaman Duran Zaman ve Zeynep Oral’ın hediye ettiği Karanlıktaki Işık kitabı.
Sinema, fotoğraf ve edebiyat kitapları ağırlıklı bu odada. Bir de Freudizme ve psikanalitiğe meraklı olduğum için psikoloji, psikiyatri kitaplarım var.
TURGUT KUT
Eşi, Eski Türk Edebiyatı Profesörü Günay Kut ile ortak olarak kullandıkları kütüphaneleri iki eve dağılmış durumda. Bir ev İstanbul’da, diğeri Sapanca’da.
“Bizim herhangi bir kütüphaneye gidip kitap bakmamıza gerek yoktur. Kütüphanemiz, bir tarih, hatta Türkoloji bölümüne yetecek kadar zengin bir materyale sahip” diyor.
Kendisi, KOÇ grubunun inşa ettirip, İstanbul Belediye’sine devrettiği Atatürk Kütüphanesi’nin ilk müdür (1981).
Kitapların yanı sıra, İstanbul ile ilgili haritalar da topluyor.
Ayrıca saray mönülerini de biriktiriyor. Fen Fakültesi kökenli Turgut Kut, yemek kültürü tarihi alanında çalışan sayılı araştırmacılarımızdan.
Evin duvarları, ailesine verilmiş nişanların beratlarıyla süslü… Çalışma masasının üstü, kitaplığın rafları ciltleriyle dikkat çeken kitaplarla dolu… Bir ara, “Siz hiç ipek harita gördünüz mü?” diye sorarak çekmeceleri karıştırmaya başlıyor. Her yerden bir koleksiyon parçası çıkıyor adeta… Bir zarfın içinde katlı duran ipek haritayı açıyor sonra. “Annuaier Orientale”, yani ticari yıllıkların bazılarının içinden böyle haritalar, paftalar çıkabiliyor. Bu da pek nadir bir haritadır diyor.
Çocukluğum, öğrencilik yıllarım Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde geçti benim. Ben Tanzimat kalıntısı büyüklerimin yanında yetiştiğim için eski harfleri küçük yaşta öğrendim. Büyükbabam, yani beybabam, Hasan Tahsin Kut, Matbaa-i Amire’nin başveznedarıydı. Evimizde ondan kalan bazı kitaplar da var. Hepsi yazarları tarafından beybabama imzalı.
Merak olarak Müteferrika’dan Tanzimat’a kadar olan döneme ait ne bulduysam topladım. Bu koleksiyonu bugün herhangi bir kütüphanemizde toplu olarak kullanma imkanı yoktur.
Mesela Karagöz gazetesinin tam koleksiyonunu kolay kolay bir kütüphanede bulamazsınız; bende mevcut. Ancak Zafer Toprak’ta daha önemli olan Takvim-i Vekayi’nin tamamı vardır. Zaten Zafer Toprak ile Celal Şengör dostlarımın kitaplıklarıyla baş etmek kolay değildir.
Mahmut Raif Efendi’nin Hasköy Mühendishane Matbaası’nda basılmış Nizamıcedit’e dair yazılmış bir kitabını göstereyim size, “Tableau des Nouveaux Reglemens de L’Empire Otoman”. A Constantinople, 1798 Sultan III.Selim döneminde Nizamıcedit’le iligili. Askerlik dahil, tüm kurumlarad yapılan değişiklikleri içeren orijinal ciltli bir kitap. Benim nüshamın gravürleri eksiksizdir. O zaman İstanbul’da böyle bir cilt yaptırabilmenin imkânı var; oysa şimdi böyle bir cilt yapacak insan kaldığını zannetmiyorum. Bu da meşhur Luigi Ferdinando Marsili’nin (Stato militare dell’imperio ottomanno, Amsterdam, 1732) Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri teşkilatıyla ilgili 1732’de basılmış çok temiz, gravürleri çok güzel bir kitap.
Tarihteki ilk yemek kitabımız Melceü’t-Tabbahin yani “Aşçıların Sığınağı” 1844’te basılmıştır. Kitabı yeni harflere aktararak 1997’de yayınladık. Sayıca eski harfli pek fazla basılı yemek kitabı yok elimizde. Bu ilk kitaptan sonra Ermeni harfli Türkçe yemek kitapları çıkmaya başlıyor. 1876’da Miftahü’t Tabbahin yani “Aşçıların Anahtarı” adıyla yayımlanmış. Bir de bende mönüler var. Sultan Reşad’a ait mönüleri yayımladım. Eski harfli olmak şartıyla bazı mönüleri toplamaya çalışıyorum.
1880’li yıllara ait çok güzel tiyatro ilanları vardı. El ilanları, duvar ilanları… Korkunç bir anahtar koleksiyonum vardır. Bu işe ilkokuldayken pul koleksiyonuyla başlamıştım.
VEDAT TÜRKALİ
Ben okurum, yazarım ya da ölürüm. Benim yaşam biçimim bu. Başka bir şey yok. Eskiden çok sayıda gazete alırdım, sabah başlardım okumaya, akşama kadar bitiremezdim. Her ay bir veya iki kitabı okurum diyor.
Vedat Türkali’nin kütüphanesinde, onun kitaplarına özel raflar yok; eserleri, diğer kitapların arasında dağınık olarak duruyor. Fakat bir de dolaplar var… İçlerinde Vedat Türkali’nin kitaplarının bulunduğu dolaplar… Mavi Karanlık dolabı, Güven dolabı, Komünist dolabı… bu dolapları ‘şöyle bir’ görebildik; Vedat Türkali kütüphanesinin mahzeni o dolaplar.
Türkali’nin kütüphanesi dünya klasikleri, Türk edebiyatı, siyasi kitaplar, sinema yayınları, sözlükler ağırlıklı.
Evin çeşitli yerlerinde kitaplar, raflar var. Ancak asıl kütüphanenin iki ayrı odada toplandığını söylemek gerekli. Türkali’nin çalışma odasında, eşi Merih Pirhasan’ın babasından kalma bir dolapta yer alan kitaplar, sayıca daha az ve şiir ağırlıklı. Üç duvarı raflarla dolu olan odada ise hemen her türden kitabı bulmak mümkün.
ZAFER TOPRAK
Yüz yirmi bin civarında kitabıyla belki de Türkiye’nin en geniş özel kütüphanesi. Kendisi Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nün müdürü. Yurt dışından gelen konukları, kütüphanesini müdürü olduğu Atatürk Enstitüsü sanıyor.
Kitaplarının her biri değişik incelikte naylonla kaplı ve kayıtlı! Naylon, kitapları tozdan koruyor.
Kamusal kütüphanelerin yetersizliğine borçlu olduğu kütüphanesiyle arasında her şeye rağmen duygusal bir ilişki var: “Kabul etmek gerekir ki, kişi ile kitap arasında zamanla bir tür tutku oluşuyor. Kitaplık kurmak apayrı bir uğraş. Bu daireyi aldığımda ilk yaptığım şey kütüphanenin raflarını dizayn edip bir marangoz bulmak oldu. Sonra bir çalışma masası alındı. Ardında da diğer eşyalar. Yani bu daire kitaba göre kurgulandı, döşendi. Üç yüz altmış beş metrekarelik bir referans kütüphanesi burası.
Kütüphanesi üç dört ana eksende gelişmiş. İngilizce, Fransızca başta olmak üzere, yabancı dil kitapları otuz bin dolayında. Eski Türkçeler yirmi bin, Latin alfabeli Türkçe kitaplar elli bin, dergi ve broşürler yirmi bin dolayında.
Kütüphanesinde medikal tarihten spor kültürüne; teknoloji tarihinden şehir çalışmalarına; toplumsal cinsiyetten moderniteye; demiryolu ulaşımından iktisadi düşünceye; Atatürk kitaplarından dedektif romanlaır üzerine yapılmış incelemeler; ‘60’lardaki gençlik hareketinden sosyal teoriye ve milliyetçilikten Avrupa Birliği ve reel politika kitaplarına yayılan geniş bir yelpazede kitaba, konuya rastlamak mümkün.
Ciddi bir gazete-dergi arşivi var. ‘60’lı, 70’li yıllarda siyasi partilerin genel merkezlerine gidip yayınlarını elden toplardım. Bunların birçokları derleme kopyası olarak gerekli mercilere gönderilmemiş kitaplar. Ufak risale ya da kitapçık diyebileceğimiz türden. Bunlar belki de kitaplığımın en değerli parçaları. Çünkü kamu kütüphanelerinde yok’ diyor.
Kitaplarınız toplamda üç ayrı mekanda oturuyor. Oldukça şanslı kitaplar! Kitaplığım akademik uğraşımla yakından ilgili sayılır. Geniş anlamda sosyal ve beşeri bilimleri kapsar. Ankara Mülkiye’de diploması okudum ama daha sonra İngiltere’ye gittim ve iktisat tarihi ağırlıklı çalışmalar yaptım. Ve en sonunda da tarihçilikte karar kıldım!
1977’den beri Boğaziçi Üniversitesi’nde hocayım. Farklı disiplinlerle uğraşmam nedeniyle kitap tutkum da geniş bir alana yayıldı. Yaklaşık yüz yirmi bin kitap ve dergim var.
Kitap tutkunları ‘iz sürer’ler. Bu, kitaplıklarındaki eksiklikleri gidermeye yönelik bir çabadır. Ve ben her hafta bir-iki saatimi sahaf dolaşmakla geçiririm hâlâ.
Hepsi bilgisayara kayıtlı mı? Bu işle siz ilgilenmediniz herhalde? Evet, yüz yirmi bini de kayıtlı. Kitabı aldığım vakit hemen kaydederim! Hatta kaydetmekle de kalmam, o kitabın çok küçük bir sinopsisini de çıkarırım. Bu, dergiler için de geçerli. Sürekli dergileri tarar ve içlerinde bulanan, ilgilendiğim makaleleri bilgisayara geçerim. Türkiye’de araştırma yapmak demin de belirttiğim gibi, her şeyden önce bu bir zanaattır!
Kitaplarınızı nasıl kullanırsınız? Kurşunkalemle not alırım yanına. Hatta bir kitabı okuduğumda 5 kitabın başına hangi tarihte okuduysam yazarım. Ayrıca kitapta beni ileride ilgilendirecek sayfalar varsa onu da ön sayfada belirtirim.
ZEYNEP SAYIN
Evindeki tek eşyası, neredeyse kitap!
Kütüphanesi, çok az rastlanabilcek bir şekilde düzenlenmiş; sadece kitaplarına bakarak Zeynep Sayın’ın düşünsel/entelektüel yolculuğunun haritasını çıkarabilirsiniz.
Şiir ve kuram okumayı seviyor; düzyazı ve edebiyattan sıkılıyor.
Kitaplarına elbiselerine davrandığı gibi davranıyor. Onlardan zevk alıyor!
Buna rağmen “Eskiden günce tutardım, fotoğraflarımı kutularda biriktirirdim, ilgilendiğim kupürleri dosyalardım. Kutaplardan da kurtulurum diyorum ama onlardan kurtulmuyorum da” diyor.
Annesi Prof. Şara Sayın’ın kitaplığını, başvuru kitaplığı olarak değerlendiriyor. Alman klasiklerine ve ansiklopedilere ihtiyaç duyduğunda annesine gidiyor.
Kütüphanenizde hemen, ilk bakışta dikkat çeken bir şey var: neredeyse bütün kitaplarınızın arkasında post-it’ler; tamamı elden geçirilmiş, okunmuş… Belli ki ders çalışır gibi kitap okuyorsunuz… Kalemsiz kitap okuyamam! Bir de farklı renklerde post-it’ler kullanırım. Her bir renk, başka bir şeye işaret eder. Kitaplarda ilgilendiğim kavramları/sorunsalları ve onların geçtiği sayfa numaralarını not ederim; onlara göre de farklı renklerdeki post-it’leri yapıştırırım. Öyle kitap okurum. Eskiden daha da özenliydim bu konuda. Hangi kitapta, sayfa kaçta hangi konu var, bilirdim. Artık önemsememeye başladım bunları.
Tematik bir kütüphaneniz var… Şöyle başlıyor: dinler tarihi, Yunanistan, tragedya, tragedya teorisi, Sokrates öncesi felsefeciler, vd… Yani tematik bir düzeni var, evet… Ama aralarda o düzeni altüst edecek bir kitaba rastlanabiliyor yine de. Felsefe, siyaset bilimi, İslami ilimler, Asya bilgeliği ve bilimleri, şiir ve sanat kitapları ile kültür tarihi.
Hayatla birebir karşılaşmama engel bir arşiv, bir bellek, bir depo oluşturuyor kitaplar. Ve dolayısıyla o belleğin ezberiyle hareket ediyorsunuz; düşünce de ezber. Bütün şu kitaplardan öğrenmiş olduğunuz bilginin ve düşünme yönteminin perspektifinden görmeye ve yorumlamaya başlıyorsunuz. Hayattaki tecrübeden ayrı bir tecrübe olarak algılamamayı tercih ediyorum artık kitapları.
Kitapların bıçak sırtı bir dengede durdukları bir yer de var bence. Kitaplar hayatı, düşünmeyi, tecrübe edinmeyi öğrettikleri gibi bakışı körelten, daraltan, eksilten, yeniliği engelleyen bir sonuca da neden olabiliyorlar. İlişkiler de öyle değil mi aslında? O nedenle ilişkilerden bile özgürleşmek gerektiğini söyledim. Bağımlılık kötü bir şey tabii.
Son senelerde bakışımın değişmesinde bu mevzulara gelmiş olmamın da etkisi vardır diye düşünüyorum. Bırakabilme. Yapışmama. Kendi tutkunla, tutkunluğunla bir şeye bağlanmak yerine feragat edebilme. Kemalaat seviyesi gibi bir şey bunu başarabilmek. O zaman da okuduğum kitapların niteliği değişti. Eskiden sadece Batı felsefesi, mevcudiyet metafiziği üzerine okurken, şimdi mesela bakmaktan daha çok keyif almaya başladım; Orta Doğu, Asya… Ve ayırım diye bir şey varsa yalan ile hakikat arasında değil, zarafet ile kabalık arasında bir ayırım hissetmeye başladım. O incelik nosyonu şiirde de buluyorum tabii. Hâlâ Ezra Pound okuduğumda inanılmaz bir incelmişlik boyutu görüyorum. Ya da görsel bir şeye baktığımda, müzik dinlediğimde de hissediyorum bunu. Kitapların bir “hakikat tutuculuğu, sabitliği” var çünkü. Ben bunu ifade ediyorum, ben buyum ve bunu tutarım! Benim hayatım da öyle. En çok gördüğünüz nesne, kitaplar. Dolayısıyla kişisel bir serüven olarak o hakikat tutuculuğundan daha başka bir yere kaymaya başladım.




Arka Kapak:
Benim Kitaplarım, her biri kendi alanında nitelikli işlere imza atmış otuz beş kitapseverin kütüphaneleri arasında geziniyor. Elinizde, bu kitap bahanesiyle bir araya gelen şahsi kütüphanelerden kurulu devasa bir koleksiyon var.
Kimi, nadir kitap ve dokümanlardan oluşan, kimi bir araştırmacının düşünsel serüveninin yol haritasını yansıtan, kimi görsel ve işitsel materyali bütünleyen ama hepsi özgün ve işleyen kütüphaneler…
Belki de yıllardır peşinde olduğunuz o kitap, bu kitabın sayfaları arasında gizlidir…


İnceleme Notu:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder