Parfüm
seçiminde önemli olanı herkes biliyor artık: Tenle uyum sağlayıp sağlayamadığı
ve kişinin imajına uygun olup olmadığı. Soğuk kış günlerinin kışkırtıcı ve
erotik kokuları, yazın yerini hafif, meyveli ve çiçekli kokulara bırakıyor...
Ve parfümler asla yanıltmıyor; davranış biçimimizi, yaşam tarzımızı ve en gizli
fantezilerimizi yansıtıyor. Tarihte ilk olarak din adamları tarafından
kullanılmış parfüm. Kokulu bitkilerden ağaçlardan, çiçeklerden elde ettikleri
tütsülerin dumanıyla, duaları tanrılara ulaştırdıklarına inanırmış din
adamları. Parfüm kelimesi, Latince’de “duman yoluyla” anlamına gelen “Per
fumun”dan geliyor. 1892’de kozmetik sanayisinin ürünü olarak kabul edilebilecek
ilk parfüm olan Jicky’yi (Guerlain) kadınlar epeyce yadırgamışlar. Hatta, kendileri
içini yaratılmış olan bu parfümü kullanmayı “hafifmeşreplik” saymışlar.
70’lerde kadının özgürlüğü, modada pantolonla somutlaşırken, bu alanda da daha
spor parfümlerle göstermiş kendini. 90’lı yıllara gelindiğinde kadınlara
önerilenl parfümler, kadınsı yumuşaklık ve kadınların özgürlüğü temalarını
bilinçle birleştiriyor. 90’ların son dönemlerine ise yumuşak, düşsel, duyarlı
kadın imajı ön plana çıkmaya başlıyor. Cacharel parfümleriyle ilgili
çalışmalara başladığında Arnette Louit taze çiçeklerden oluşmuş, saf, iddiasız
ama seksi bir koku arayışındayken birileri ona beyaz zambak koklatmış. İşte o
an, zihninde Anais’in ilk notaları oluşmuş. Gerisi kendiliğinden gelmiş.
Thierry Mugler, Vera Strubi’den çocukluğunu anımsatan bir beste istemiş. Bunun
üzerine Strubi, çikolata ve pralinli notaları araştırmaya başlamış. Issey
Miyake, Chantal Roos’a sudan ve saflıktan söz etmiş. Bu kelimelerden etkilenen
Chantal Roos iyot kokusunu andıran parfümünü yaratmış. Féminité du Bois’nın
yaratıcısı Serge Lutens, Doğu ile Batı’nın sentezini yaparak, Japonya’yı
Batının gözüyle sergiliyor parfümünde: “Japonya, ağaçlar ülkesi olarak tanınır.
Tapınaklardan evlere, birçok mekânda ağaçlar kullanılarak gizemli bir hava
yaratılmış. Poeme’in yaratıcısı Jacque Cavallier ise şöyle diyor: Mozart Ben
birbirini seven notalar arıyorum derdi. Ben de birbirini seven ve yankı
yapan çiçekler aradım. Lancome Poeme ile, günlük yaşamın geriliminde ve
tekdüzeliğinde saklı olan mükemmelliği ortaya çıkarmayı hedefliyor. İki güneşin
toplamı olan bir güneş parfümü yaratıyor böylece. Himalayalar’ın Mavi Gelinciği
ve Tatula Çiçeği ile karların ve çöllerin çiçeklerini birleştiriyor. Kenzo,
aşkı anlatmak için Hint kültürlerinden yararlanıyor. Şiir sözcüğünü çağrıştıran
Kashâya bir yandan aşk ateşini anlatırken, diğer yandan Doğu’ya sürüklüyor
zihinleri. Tocade, klasik Rochas’lardan etkilenmiş bile olsa, gerek
biçimi gerekse içeriği bakımından çok farklı bir yaratım. Yaşam karşısında
duyulan açlığın kokusu. Aynı zamanda kadın bedenine göz kırpan, neşeli bir
parfüm. Eternity, bir aşk hikâyesinden doğuyor. Hem de 1900’lü yıllara
damgasını vuran bir aşk hikâyesinden. Her şey, Büyük Britanya Prensi Edwards’ın
Amerikalı Wallis Simpson’a âşık olmasıyla başlıyor. Simspon’ın kökeni ve
maceralı geçmişi yüzünden kraliyet ailesi, Prens Edward’dan taht ve aşk
arasında bir seçim yapmaya zorluyor. Fakat aşk tüm engelleri aşıyor ve
Prens Edward 1936 yılında Wallis ile evlenebilmek için İngiliz tahtındaki
tüm haklarından vazgeçiyor. Eşine duyduğu aşkın sonsuz bir simgesi olarak
pırlantalarla süslü bir yüzük alıp içine “Eternity” sözcüğünü yazdırıyor. Bu
yüzük, yıllar sonra bir antikacı dükkânında ortaya çıkıyor. Evlenmek istediği
Kelly için sonsuz aşkını ifade edebileceği bir hediye arayan Calvin Klein,
görür görmez yüzüğü satın alıyor. Müstakbel eşi için bestelediği koku böylece
adını buluyor. Parfümü ve yüzüğü beyaz bir çiçek buketi eşliğinde eşine armağan
ediyor. Champs-Elyées ise, adını Paris’in ünlü caddesinden alıyor. Guerlain’in
yaratıcısı Champs-Elysée’de bulunan butikten çıkar çıkmaz, yalnızca parfümün
değil, defilelerin, gösterilerin, zafer yürüyüşlerinin yapıldığı; heyecanların,
aşk serüvenlerinin yaşandığı bu bulvardan esinlenmesi gerektiğini anlıyor.
Champs-Elysées, gülün taç yaprağı saydamlığı ile mimoza yapraklarının yumuşak
kokusundan doğuyor. Les Mille et Une Nuits, Romeo Gigli’nin, Alaaddin’in
Lambası’ndan esinlenerek yarattığı bir parfüm. Dilekleri çağrıştıran, okşadıkça
o dileklerin yerine gelebileceğini hatırlatan bir şişesi var. Modanın şairi sayılan
Gigli, Binbir Gece Masalları’nın Şehrazatı’nı düşlerimize taşıyor. Karl
Lagerfeld, oldukça büyük olan bahçesinde dolaştıktan sonra, onun ne kadara
güzel olduğunu düşünüyor. Bir ağacın gölgesinde bulunan gül, onu çok etkiliyor;
annesinin parfümü geliyor aklına. Ona karşı içinde büyük bir özlem duyuyor.
Ertesi gün harekete geçiyor; dünyayı, güneşi, ayı ve evrendeki bütün
yıldızları, tek bir yerde bir araya getirmeye karar veriyor. Çalışmasının
üçüncü günü, tan vakti Sun Moon Stars’ı yaratıyor: Yepyeni bir parfüm yaratmak
istiyordum. Ancak, modayla hiçbir ilişkisi olmasın, modanın gelgitlerine
kapılmasın ve belli bir zaman dilimine ait olmasın istiyordum. Tek istediğim,
klasik bir gelecek yaratmaktı. Bence parfüm, düşlerin ve tasavvurun
sonsuzluğunu, gökyüzünde olan düşler ülkesini anlatır. Robert Ricci’nin
damadı Gilles Fuchhs, yaratıcısı olduğu ve bir romansı çağrıştıran koku
Deci-Dela’yı şöyle anlatıyor: “Tıpkı günümüz kadınları gibi; konformist
olmayan, şeytanca, cüretkar ve romantik bir parfüm yaratmak istiyordum.
Deci-Dela tat, renk ve sevinç dünyasını keşfetmeye itiyor insanı”
Allure’nin “gözü” Jacques Helleu, “burnu” ise Jacques Polge. İlk kez, 1986
yılında Jacques Polge, bir gece, rüyasında çok güzel bir kadın görmüş. Bu
kadını şöyle tarif etmiş Helleu’ye: Bütün kadınsı özellikleri taşıyordu;
kalplerin daha hızlı çarpmasına neden oluyordu. Asla akıldan çıkmayacak bir
kadındı o. Bu rüya uzun yıllar sonra, hem giyinikliği hem çıplaklığı yansıtan
Alluree’ü yaratıyor. Metallerin efendisi olan Paco Rabanne, çeliği kumaşa,
güneşi parfüme dönüştürüyor. Ey, kadınlar, karanlıkları terk edin ve ışığın
kollarına bırakın kendinizi. Parıltılar içinde yaşayın ve ışığa dokunma
cesaretini gösterin diyor. Parfümlerini yaratırken kristal bir küreden, tarot
ve cincilik hakkında sahip olduğu bilgiden ilham alıp tanrısal esin kaynağına
ulaşmaya çalışıyor. XS pour Elle böyle yaratılıyor. Ralph Lauren ise, spor
yapan kadını öne çıkararak klişeleri alt üst ediyor. Yarattığı Polo Sport ile
kadının gerçek gücünü, özünü ve yaşama tarzını vurguluyor. Parfümü, duyulara ve
heyecanlara göre şekillendiriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder