11 Mart 2015 Çarşamba

parfüm



Parfüm seçiminde önemli olanı herkes biliyor artık: Tenle uyum sağlayıp sağlayamadığı ve kişinin imajına uygun olup olmadığı. Soğuk kış günlerinin kışkırtıcı ve erotik kokuları, yazın yerini hafif, meyveli ve çiçekli kokulara bırakıyor... Ve parfümler asla yanıltmıyor; davranış biçimimizi, yaşam tarzımızı ve en gizli fantezilerimizi yansıtıyor. Tarihte ilk olarak  din adamları tarafından kullanılmış parfüm. Kokulu bitkilerden ağaçlardan, çiçeklerden elde ettikleri tütsülerin dumanıyla, duaları tanrılara ulaştırdıklarına inanırmış din adamları. Parfüm kelimesi, Latince’de “duman yoluyla” anlamına gelen “Per fumun”dan geliyor. 1892’de kozmetik sanayisinin ürünü olarak kabul edilebilecek ilk parfüm olan Jicky’yi (Guerlain) kadınlar epeyce yadırgamışlar. Hatta, kendileri içini yaratılmış olan bu parfümü kullanmayı “hafifmeşreplik” saymışlar. 70’lerde kadının özgürlüğü, modada pantolonla somutlaşırken, bu alanda da daha spor parfümlerle göstermiş kendini. 90’lı yıllara gelindiğinde kadınlara önerilenl parfümler, kadınsı yumuşaklık ve kadınların özgürlüğü temalarını bilinçle birleştiriyor. 90’ların son dönemlerine ise yumuşak, düşsel, duyarlı kadın imajı ön plana çıkmaya başlıyor. Cacharel parfümleriyle ilgili çalışmalara başladığında Arnette Louit taze çiçeklerden oluşmuş, saf, iddiasız ama seksi bir koku arayışındayken birileri ona beyaz zambak koklatmış. İşte o an, zihninde Anais’in ilk notaları oluşmuş. Gerisi kendiliğinden gelmiş. Thierry Mugler, Vera Strubi’den çocukluğunu anımsatan bir beste istemiş. Bunun üzerine Strubi, çikolata ve pralinli notaları araştırmaya başlamış. Issey Miyake, Chantal Roos’a sudan ve saflıktan söz etmiş. Bu kelimelerden etkilenen Chantal Roos iyot kokusunu andıran parfümünü yaratmış. Féminité du Bois’nın yaratıcısı Serge Lutens, Doğu ile Batı’nın sentezini yaparak, Japonya’yı Batının gözüyle sergiliyor parfümünde: “Japonya, ağaçlar ülkesi olarak tanınır. Tapınaklardan evlere, birçok mekânda ağaçlar kullanılarak gizemli bir hava yaratılmış. Poeme’in yaratıcısı Jacque Cavallier ise şöyle diyor: Mozart Ben birbirini seven notalar arıyorum derdi. Ben de birbirini seven ve yankı  yapan çiçekler aradım. Lancome Poeme ile, günlük yaşamın geriliminde ve tekdüzeliğinde saklı olan mükemmelliği ortaya çıkarmayı hedefliyor. İki güneşin toplamı olan bir güneş parfümü yaratıyor böylece. Himalayalar’ın Mavi Gelinciği ve Tatula Çiçeği ile karların ve çöllerin çiçeklerini birleştiriyor. Kenzo, aşkı anlatmak için Hint kültürlerinden yararlanıyor. Şiir sözcüğünü çağrıştıran Kashâya bir yandan aşk ateşini anlatırken, diğer yandan Doğu’ya sürüklüyor zihinleri.  Tocade, klasik Rochas’lardan etkilenmiş bile olsa, gerek biçimi gerekse içeriği bakımından çok farklı bir yaratım. Yaşam karşısında duyulan açlığın kokusu. Aynı zamanda kadın bedenine göz kırpan, neşeli bir parfüm. Eternity, bir aşk hikâyesinden doğuyor. Hem de 1900’lü yıllara damgasını vuran bir aşk hikâyesinden. Her şey, Büyük Britanya Prensi Edwards’ın Amerikalı Wallis Simpson’a âşık olmasıyla başlıyor. Simspon’ın kökeni ve maceralı geçmişi yüzünden kraliyet ailesi, Prens Edward’dan taht ve aşk arasında bir seçim yapmaya zorluyor. Fakat aşk tüm engelleri aşıyor ve Prens  Edward 1936 yılında Wallis ile evlenebilmek için İngiliz tahtındaki tüm haklarından vazgeçiyor. Eşine duyduğu aşkın sonsuz bir simgesi olarak pırlantalarla süslü bir yüzük alıp içine “Eternity” sözcüğünü yazdırıyor. Bu yüzük, yıllar sonra bir antikacı dükkânında ortaya çıkıyor. Evlenmek istediği Kelly için sonsuz aşkını ifade edebileceği bir hediye arayan Calvin Klein, görür görmez yüzüğü satın alıyor. Müstakbel eşi için bestelediği koku böylece adını buluyor. Parfümü ve yüzüğü beyaz bir çiçek buketi eşliğinde eşine armağan ediyor. Champs-Elyées ise, adını Paris’in ünlü caddesinden alıyor. Guerlain’in yaratıcısı Champs-Elysée’de bulunan butikten çıkar çıkmaz, yalnızca parfümün değil, defilelerin, gösterilerin, zafer yürüyüşlerinin yapıldığı; heyecanların, aşk serüvenlerinin yaşandığı bu bulvardan esinlenmesi gerektiğini anlıyor. Champs-Elysées, gülün taç yaprağı saydamlığı ile mimoza yapraklarının yumuşak kokusundan doğuyor. Les  Mille et Une Nuits, Romeo Gigli’nin, Alaaddin’in Lambası’ndan esinlenerek yarattığı bir parfüm. Dilekleri çağrıştıran, okşadıkça o dileklerin yerine gelebileceğini hatırlatan bir şişesi var. Modanın şairi sayılan Gigli, Binbir Gece Masalları’nın Şehrazatı’nı düşlerimize taşıyor. Karl Lagerfeld, oldukça büyük olan bahçesinde dolaştıktan sonra, onun ne kadara güzel olduğunu düşünüyor. Bir ağacın gölgesinde bulunan gül, onu çok etkiliyor; annesinin parfümü geliyor aklına. Ona karşı içinde büyük bir özlem duyuyor. Ertesi gün harekete geçiyor; dünyayı, güneşi, ayı ve evrendeki bütün yıldızları, tek bir yerde bir araya getirmeye karar veriyor. Çalışmasının üçüncü günü, tan vakti Sun Moon Stars’ı yaratıyor: Yepyeni bir parfüm yaratmak istiyordum. Ancak, modayla hiçbir ilişkisi olmasın, modanın gelgitlerine kapılmasın ve belli bir zaman dilimine ait olmasın istiyordum. Tek istediğim, klasik bir gelecek yaratmaktı. Bence parfüm, düşlerin ve tasavvurun sonsuzluğunu, gökyüzünde olan düşler  ülkesini anlatır. Robert Ricci’nin damadı Gilles Fuchhs, yaratıcısı  olduğu ve bir romansı çağrıştıran koku Deci-Dela’yı şöyle anlatıyor: “Tıpkı günümüz kadınları gibi; konformist olmayan, şeytanca, cüretkar ve romantik bir parfüm yaratmak istiyordum. Deci-Dela tat,  renk ve sevinç dünyasını keşfetmeye itiyor insanı” Allure’nin “gözü” Jacques Helleu, “burnu” ise Jacques Polge. İlk kez, 1986 yılında Jacques Polge, bir gece, rüyasında çok güzel bir kadın görmüş. Bu  kadını şöyle tarif etmiş  Helleu’ye: Bütün kadınsı özellikleri taşıyordu; kalplerin daha hızlı çarpmasına neden oluyordu. Asla akıldan çıkmayacak bir kadındı o. Bu rüya uzun yıllar sonra, hem giyinikliği hem çıplaklığı yansıtan Alluree’ü yaratıyor. Metallerin efendisi olan Paco Rabanne, çeliği kumaşa, güneşi parfüme dönüştürüyor. Ey, kadınlar, karanlıkları terk edin ve ışığın kollarına bırakın kendinizi. Parıltılar içinde yaşayın ve ışığa dokunma cesaretini gösterin diyor. Parfümlerini yaratırken kristal bir küreden, tarot ve cincilik hakkında sahip olduğu bilgiden ilham alıp tanrısal esin kaynağına ulaşmaya çalışıyor. XS pour Elle böyle yaratılıyor. Ralph Lauren ise, spor yapan kadını öne çıkararak klişeleri alt üst ediyor. Yarattığı Polo Sport ile kadının gerçek gücünü, özünü ve yaşama tarzını vurguluyor. Parfümü, duyulara ve heyecanlara göre şekillendiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder