28 Aralık 2013 Cumartesi

2014 davet menüsü


Antre: Havyarlı sufle, Tavuk ciğer mousse, Izgara mantar.
Ana Yemek: Portakallı hindi, yanında kestane püresi, brüksel lahana, kırmızı meyve, jöleli armut.
Salata: Rokfor, avokado, cevizli hindiba salata, vinegret sos ile.
Ekmekler: Zeytinli ve cevizli ekmekler, Foccaccio.
Tatlı: Feuillantine Aux Fruits Rouge (Kırmızı meyveli, çikolatalı pasta) Kahve ile Truffle.
Şarap:
Aperatif: Gavi di Gavi veya Chablis.
Ana Yemek ile: Chateau Neuf Du Pape veya Barolo Classico.
Dijestif: Şampanya,  Riesling – Traditional veya Brut Premier Vintage.
Gece Yarısından Sonra: Fransız soğan çorbası.
 
 
Bu davet menüsü, yalnızca bir gastronomik dizilim değil; duyuların, belleğin ve kültürel mirasın iç içe geçtiği bir edebi kompozisyondur. Antrelerin zarif dokunuşları, sofranın giriş cümleleri gibidir: havyarlı sufle, aristokrat bir melankoliyi taşırken; tavuk ciğer mousse, burjuva mutfağının gölgede kalmış inceliklerini hatırlatır. Izgara mantar ise, toprağın mütevazı bilgeliğini sunar; her biri, sofraya oturanların ruh hâlini yumuşatan birer önsöz niteliğindedir. Bu başlangıçlar, yalnızca damakta değil, zihinde de yankı bulur; çünkü burada yemek, bir ritüel değil, bir anlatıdır.

Ana yemek, bu anlatının doruk noktasıdır: portakallı hindi, tatlı ile ekşinin, geçmiş ile geleceğin, Doğu ile Batı’nın bir araya geldiği bir sentezdir. Yanındaki kestane püresi, pastoral bir kış akşamının sıcaklığını taşırken; brüksel lahanası, Avrupa’nın soğuk zarafetini temsil eder. Kırmızı meyveler ve jöleli armut, bu tablonun barok detaylarıdır; her biri, bir ressamın fırça darbesi gibi, tabağa anlam katar. Bu tabak, yalnızca bir yemek değil, bir zamanın ve mekânın yeniden inşasıdır; sofrada oturanlar, bu tadın içinde bir hikâyeye dahil olurlar.

Salata, bu hikâyenin ara cümlesidir: rokforun keskinliği, avokadonun yumuşaklığı ve hindibanın acılığı, insan ruhunun çelişkilerini yansıtır. Vinegret sos, bu çelişkileri bir araya getiren bir bağlaç gibidir; tatlar arasında bir diyalog kurar. Ekmekler ise, bu diyalogun alt metnidir: zeytinli ve cevizli ekmekler, Akdeniz’in kadim bilgeliğini taşırken; foccaccio, İtalyan taşra mutfağının şiirsel sadeliğini sunar. Bu bölüm, sofranın felsefi derinliğini oluşturur; çünkü burada beslenmek, yalnızca fiziksel değil, düşünsel bir eylemdir.

Tatlı ve şarap eşleşmeleri, bu anlatının epilogudur. Feuillantine Aux Fruits Rouge, kırmızı meyvelerin tutkusunu ve çikolatanın karanlık cazibesini bir araya getirerek, arzunun ve hatıranın birleşimini sunar. Kahve ile truffle, bu arzunun ardından gelen dinginliği temsil eder. Şaraplar ise, bu anlatının sesidir: Gavi di Gavi’nin narinliği, Chablis’nin mineral dokusu, Barolo’nun derinliği ve Chateau Neuf Du Pape’ın ihtişamı, her bir yudumda bir karakter sunar. Gece yarısından sonra gelen Fransız soğan çorbası ise, bu edebi ziyafetin son cümlesidir: sade, sıcak ve anlamlı. Çünkü her anlatı, sonunda bir sessizlikle tamamlanır; ve bu çorba, o sessizliğin en zarif hâlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder