14 Aralık 2013 Cumartesi

içimizdeki küçük prens



Küçük Prens'te "hepimizi etkileyen şey"i biraz açar mısınız?
Hepimizi etkileyen nokta belki o saf, duru, katışıksız duygunun ortada duruşu. Büyüdükçe yitirdiğimiz, zorla yitirilen bir şey oluşu. Her insan yalnız başına çığlıklarla gelir dünyaya. İnsan çığlıklarla dünyaya gelir ve bir çift kanadı vardır. Ama büyüdükçe kanatlarını yitirir ya da salar onları. Kaybolur o kanatlar, görünmez olur... Ne zaman ki, insan bu dünyada yalnız ve tek başına olduğunu öğrenir, kanatları yeniden çıkar. Yalnızlık, Küçük Prens'in içinde çok yoğun bir duygu. O yalnızlık bugüne kadar ortalıkta pelesenk edilmiş, tüketilmiş halinden, sözlük anlamından farklı bir duygu. İnsanın kendi içindeki yalnızlık, saf ve duru bir yalnızlık. İnsanı yok etmeye yönelik değil tam tersine insanı var eden bir yalnızlık. Bunu yitiririz biz, ya da yalnız kalmaktan korkar hale geliriz. Birilerine ihtiyaç duyarız. Birilerine ihtiyaç duymaya başladığımızda da biz olmaktan çıkmaya başlarız. Sevgi dediğimiz kavram da o. İnsana gerçekte hep kendini sever, sevdiği kişide bile aslında kendisini arar. Küçük Prens'in bana öğrettiği şeylerden bir tanesi de budur. Kimse kimsenin istediği gibi konuşmak ve düşünmek zorunda değildir. Yapamadığımız şeyleri değil, yaptığımız şeyi değerlendirmek lazım. İleride "Bizim paramız olsaydı, şunu da yapacaktık," gibi bir savunmamız da olmayacak. Bu kaçış olur. Gerçeğin mayası gözle görülmez diyor Exupery: Ancak insan yüreğiyle baktığı zaman onu görebilir. Yani dünyada bunca kırılan gerçeğin hangisinden söz edeceksiniz? Ama insanın kendisiyle yüzleşmesi, saflığın, katışıksızlığın yok edilmesi, körleşme, yalnızlık, kendi dünyasına hapsolmuşluk, seyircinin kendiyle yüzleşmesi, hatta oyuncunun oyun alanıyla yüzleşmesi, daha ileri gidelim; oyuncunun kendi sınırlarını belirlemesi.
 
 
İçimizdeki Küçük Prens, varlığımızın en derin kıvrımlarında saklı kalan, zamanla unuttuğumuz ama asla silinmeyen bir özdür. O, çocukluğun masumiyetinden değil; insanın hakikate duyduğu özlemden doğar. Modernitenin gürültüsünde boğulan birey, Küçük Prens’in sessiz sorularında kendi yankısını bulur: “Kendini tanımak ne demektir?” ya da “Güzellik görünmeyen midir?” Bu sorular, yalnızca edebi bir karakterin değil, insanın içsel filozofunun sesidir. Küçük Prens, içimizdeki metafizik çocuğun adıdır; dünyayı anlamak için değil, sevmek için bakan gözlerin temsilidir.

Küçük Prens’in içimizdeki varlığı, bir nostalji değil; bir direniştir. Hesaplanmış ilişkiler, faydacı yaklaşımlar ve tüketimle tanımlanmış değerler arasında, onun gülüyle kurduğu bağ, anlamın yeniden inşasıdır. O gül, yalnızca bir çiçek değil; sevginin, sorumluluğun ve sadakatin simgesidir. İçimizdeki Küçük Prens, bu bağı hatırlatan bir içsel öğretmendir. Onun varlığı, insanın kendine yabancılaşmasına karşı bir uyarıdır; çünkü o bilir ki, “insan ancak kalbiyle doğru görebilir.” Bu cümle, yalnızca bir aforizma değil; varoluşun etik temelidir.

Bu içsel figür, zamanla silikleşse de, yok olmaz. Sessiz anlarda, bir yıldızın parıltısında, bir çocuğun sorusunda ya da bir dostun suskunluğunda yeniden belirir. İçimizdeki Küçük Prens, yaş aldıkça değil, anlamdan uzaklaştıkça kaybolur. Onu yeniden bulmak, bir çocukluk hatırasına dönmek değil; hakikatin peşinden gitmektir. Çünkü Küçük Prens, bir çağın değil, bir tavrın temsilcisidir: naiflik değil, derinliktir; saflık değil, bilgeliktir. Onun soruları, insanın kendiyle yüzleşmesinin en yalın ama en çarpıcı biçimidir.

Son kertede, içimizdeki Küçük Prens, bir edebi karakterden öte, bir varoluş biçimidir. Onunla temas kurmak, yaşamı yeniden anlamlandırmak demektir. Bu temas, yalnızca bireysel değil; kolektif bir uyanıştır. Çünkü Küçük Prens, insanlığın ortak vicdanıdır—görünmeyeni gören, duyulmayanı duyan, unutulanı hatırlatan. Onu içimizde yaşatmak, dünyaya yeniden bakmak değil; dünyayı yeniden sevmektir. Ve belki de en çok buna ihtiyacımız vardır: sevmeye, anlamaya ve içimizdeki Küçük Prens’i susturmamaya.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder