2 Ekim 2025 Perşembe

bir yudum caz, bir yudum kahve

Bir yudum caz, bir yudum kahve… İkisi de zamanın kıyısında duran ritüellerdir; biri sesin, diğeri kokunun hafızaya kazınmış izdüşümüdür. Caz, notaların arasına sıkışmış bir başkaldırıdır; kahve ise düşüncenin telvesinde demlenen bir sabır. Bu iki kadim dost, insanın içsel kıvrımlarında yankılanan bir sohbetin sessiz tanıklarıdır. Bir Miles Davis solosu gibi, kahvenin ilk yudumu da beklenmedik bir dönüşle başlar—dilin ucunda acı, boğazda sıcaklık, zihinde uyanış.

Kahveyle cazın ortaklığı, rastlantıların ötesinde bir estetik tercihtir. Her ikisi de doğrudan değil, dolaylı anlatır kendini. Caz, armonik sapmalarla duygunun en kırılgan halini sunarken; kahve, telvesinde sakladığı geçmişin izlerini bugüne taşır. Bir caz parçası gibi, kahve de sabit bir formdan kaçınır—her demleme bir yorumdur, her yudum bir pasaj. Bu yüzden caz dinleyen bir insanın kahve içmesi, yalnızca bir alışkanlık değil, bir düşünme biçimidir: ritmik, katmanlı, sezgisel.

Bir yudum cazda, trompetin iç çekişiyle insanın iç sesi buluşur; bir yudum kahvede, kavrulmuş çekirdeğin öyküsü damakta yankılanır. İkisi de yalnızlığa eşlik ederken, kalabalığın gürültüsünü dışarıda bırakır. Cazın doğaçlamasıyla kahvenin demleme süreci arasında bir tür felsefi akrabalık vardır: ikisi de sabır ister, dikkat ister, ama en çok da içsel bir boşlukta yankılanacak anlamı arar. Bu arayış, insanın kendine dönme çabasında birer araçtır; ne kahve sadece içilir, ne caz yalnızca dinlenir—ikisi de yaşanır.

Ve nihayet, bir yudum cazla bir yudum kahve arasında kurulan bu sessiz diyalog, zamanın akışına karşı bir dirençtir. Modern dünyanın hızına inat, cazın yavaşlığı ve kahvenin dinginliğiyle bir an durulur insan. O duruşta, belki bir kitap açılır, belki bir cümle yazılır, belki de sadece susulur. Çünkü bazen en derin düşünceler, bir trompetin titreşiminde ve bir fincanın kenarında başlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder