20 Ekim 2025 Pazartesi

karanlıkta parlayan benlikler

Karanlığın içinde birbirine çarparak ışıldayan misketler, varoluşun en yalın metaforlarından biridir. Her biri kendi içsel potansiyelini taşır; fakat bu potansiyel, yalnızca temasla, çarpışmayla, ötekinin varlığıyla açığa çıkar. Misketlerin ışıldaması, bireyin yalnızlıktan sıyrılıp ötekine dokunduğu anda yaşadığı içsel aydınlanmanın simgesidir. Bu çarpışma, bir yıkım değil; bilakis, bir doğumdur—kendilik bilincinin ötekilikle sınandığı ve yeniden kurulduğu bir doğum.

Her misket, kendi yörüngesinde dönerken, evrenin sessiz yasalarına itaat eder. Ancak bu itaat, edilgen bir teslimiyet değil, varoluşun ritmine katılma arzusudur. Işıldama, yalnızca fiziksel bir yansıma değil, metafizik bir açılımdır: varlık, kendi sınırlarını aşarak başka bir varlıkla temas ettiğinde, ışık doğar. Bu ışık, ne gözle görülür ne elle tutulur; o, anlamın kendisidir. Ve anlam, yalnızca ilişkide doğar—tekil varlıkların çoklukla kurduğu diyalogda.

Misketlerin çarpışması, insanın ötekine yönelme cesaretini simgeler. Bu yönelim, Heidegger’in “ötekilik” kavramıyla örtüşür; çünkü insan, kendi varlığını ancak ötekinin aynasında görebilir. Işıldama, bu aynada beliren hakikatin parıltısıdır. Her temas, bir sınavdır; çünkü her çarpışma, benliğin sınırlarını zorlar. Ve bu zorlanma, özgürlüğün başlangıcıdır—çünkü özgürlük, yalnızca kendini tanımakla değil, ötekini tanımakla mümkündür.

Sonunda, misketler birbirine çarptıkça ışıldar; çünkü temas, varlığın en derin itkisini açığa çıkarır. Bu ışık, ne yalnızca fiziksel bir enerji ne de estetik bir güzelliktir. O, varoluşun şiiridir. Her çarpışma, bir dize; her ışıldama, bir anlam. Ve bu anlam, insanın evrenle kurduğu en kadim bağdır. Misketler, çarpıştıkça konuşur; ve biz, o sessiz diyaloğun yankısında kendimizi buluruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder