24 Ekim 2025 Cuma

hep ışıltılı ve cıvıltılı

Işıltı ve cıvıltı, gündelik dilde hafiflik ve neşeyle özdeşleştirilse de, bu iki kavramın ardında derin bir varoluşsal çağrı gizlidir. Parlayan her şey, geçiciliğin bir yankısıdır; çünkü ışık, karanlığın sınırında doğar ve ancak gölgeyle anlam kazanır. Cıvıltı ise, sesin zamana karşı direnişidir; bir kuşun sabahın erken saatlerinde öttüğü an, evrenin sessizliğine karşı bir başkaldırıdır. Bu bağlamda, ışıltı ve cıvıltı, varlığın en saf ve en kırılgan tezahürleridir; hem görünür hem de geçici, hem neşeli hem de trajik.

Her ışıltı, bir içsel yanmanın dışa vurumudur. Parlayan bir yüz, gülümseyen bir göz, aslında ruhun derinliklerinde yankılanan bir anlam arayışının izlerini taşır. Cıvıltı, yalnızca ses değil; bir varlığın kendini duyurma çabasıdır. Heidegger’in “dasein” kavramıyla düşünürsek, bu neşeli dışavurumlar, varlığın kendini dünyada konumlandırma biçimidir. Işıltı, varoluşun estetik boyutudur; cıvıltı ise onun ritmik soluğudur. Her ikisi de, insanın evrenle kurduğu şiirsel ilişkinin metaforlarıdır.

Ancak bu metaforlar, yalnızca güzelliğe değil, aynı zamanda kırılganlığa da işaret eder. Işıltı, bir anlık parıltıyla göz kamaştırır ama ardından sönmeye mahkûmdur. Cıvıltı, yankılandığı anda canlıdır; sustuğunda ise yalnızlıkla eşleşir. Bu yönüyle, ışıltı ve cıvıltı, zamanın akışına karşı duran ama onunla daima uzlaşmak zorunda kalan varlık kipleridir. Onları anlamak, yalnızca estetik bir algı değil; aynı zamanda ontolojik bir farkındalık gerektirir.

Sonuçta, ışıltı ve cıvıltı, yaşamın yüzeyindeki hafif dalgalanmalar gibi görünse de, derinlerde yankılanan bir varoluş şiiridir. Onları duyumsamak, insanın kendi içindeki ışığı ve sesi keşfetmesidir. Belki de en hakiki felsefe, bir kuşun sabah cıvıltısında ya da bir çocuğun gözlerindeki ışıltıda gizlidir. Çünkü hakikat, bazen en ağır kavramların değil, en hafif anların içinde saklanır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder