Zaman, insanın en sadık yoldaşı ve en acımasız hâkimi olarak, varoluşun nabzını tutar. Dün, bir hatıranın gölgesinde soluk alır; geçmişin izleriyle örülmüş bir dokudur o. Her kelime, her suskunluk, her bakış dünün bir parçasıdır ve insan, bu parçaları bir araya getirerek kendine bir kimlik biçer. Dün, sadece yaşanmış olan değil, aynı zamanda yaşanamamış olanın da adıdır. Kaçırılan fırsatlar, söylenmeyen sözler, tutulmayan eller... Hepsi dünün sessiz çığlığıdır.
Bugün, zamanın en çıplak hâlidir; ne geçmişin ağırlığı ne geleceğin belirsizliğiyle örtülüdür. İnsan, bugünde var olur, bugünde karar verir, bugünde yanılır. Bugün, bir anın içinde sonsuzluğu arayanların sahnesidir. Her nefes, her düşünce, her eylem bugünün tanığıdır. Fakat bugünün en büyük trajedisi, onun sürekli geçmişe dönüşmesi ve geleceğe evrilmesidir. İnsan, bugünü yaşarken aslında dünün yankısını duyar ve yarının hayalini kurar.
Yarın, umutla zehirlenmiş bir vaattir. Henüz yaşanmamış olanın cazibesiyle insanı kendine çeker. Yarın, planların, hayallerin ve korkuların mekânıdır. O, ne kadar uzaksa o kadar büyülüdür; ne kadar yakınsa o kadar ürkütücüdür. İnsan, yarına dair kurduğu her cümlede aslında kendi kırılganlığını ifşa eder. Çünkü yarın, kontrol edilemeyen tek zamandır; ne tutulabilir ne durdurulabilir. O, sadece beklenir.
Ve insan, bu üç zamanın arasında salınan bir sarkacın ucunda yaşar. Dünle hesaplaşır, bugünde var olmaya çalışır, yarına dair düşler kurar. Zaman, onu hem şekillendirir hem de sınar. Her an, bir seçimdir; her seçim, bir izdir; her iz, bir hikâyedir. Ve bu hikâye, ne tamamen geçmişte kalır ne tamamen geleceğe aittir. O, bugünde yazılır.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
12 Ekim 2025 Pazar
dün, bugün, yarın...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder