Banyo yaptıktan sonra sobanın yanına gidip, ıslak saçından düşen su damlalarının, sobanın üstünde çıkardığı sesi dinleyen nesildik.
Odanın loşluğunda, banyo sonrası tenimizde kalan buharın hâlâ titreştiği anlarda, sobanın yanına usulca sokulurduk. Islak saçlarımızdan düşen her damla, demirin kızgın yüzeyinde bir anlık varoluşla tıslardı; sanki zamanın kendisi, o sesle bir an durur, geçmişin yankılarına kulak verirdi. Bu ses, yalnızca suyun buharlaşması değildi; çocukluğun, yoksulluğun, sabrın ve sessizce büyüyen bir iç dünyanın yankısıydı. Her damla, bir hatıranın izini taşırdı; soba başında kuruyan saçlarımızla birlikte, biz de hayata karşı biraz daha pişer, biraz daha olgunlaşırdık.
Modernitenin hoyrat telaşı henüz kapımızı çalmamışken, yaşamın ritmi sobanın çıtırtısıyla uyum içindeydi. O ses, bir metronom gibi ruhumuzu terbiye eder, içsel dinginliğimizi beslerdi. Teknolojinin gürültüsüyle henüz kirlenmemişti kulaklarımız; duyduğumuz her şey, doğanın ve insanın saf bir ortaklığıydı. Sobanın üstünde buharlaşan su damlası, varoluşun en yalın metaforuydu: gelip geçici, ama iz bırakıcı. Biz o nesildik; varlığını gösterme çabası gütmeyen, ama derinliklerinde bir evren taşıyan.
O anların edebi kıymeti, yalnızca nostaljiyle değil, aynı zamanda bir kültürel hafızanın taşıyıcılığıyla anlam kazanır. Sobanın başında geçirilen o sade zamanlar, bugünün karmaşasında kaybolmuş bir içsel disiplinin, bir tür manevi arınmanın simgesiydi. Her damla, bir iç muhasebenin başlangıcıydı; sessizce dinlenen o ses, insanın kendiyle yüzleştiği bir ritüele dönüşürdü. Bu ritüel, ne gösterişliydi ne de gürültülü; ama ruhun derinliklerine işleyen bir sadelikle, bizi biz yapan değerleri örerdi.
Şimdi, dijital çağın parıltılı yüzeyinde kayarken, o sesin yankısı hâlâ içimizde bir yerlerde çınlıyor. Belki artık soba yok, belki saçlarımız kururken sessizlik bile kalmadı; ama o anların anlamı, zamanın ötesinde bir yerde, hâlâ bizimle. Çünkü biz, su damlasının sobada çıkardığı sesi dinleyen nesildik; varoluşun en sade anlarında bile derinlik arayan, sessizliği bir öğretmen gibi dinleyen, ve hayatı küçük ritüellerle anlamlandıran bir kuşağın çocuklarıydık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder