Çocukluk, zamanın en sessiz ve en gürültülü mevsimidir; insanın kendine dair ilk tanıklığı, varoluşun en ham hâli. Keşke anlatabilsem sana, o ilk düşüşü toprağa, ilk bakışı göğe, ilk korkuyu karanlığa. Ama çocukluk anlatılmaz, yalnızca hatırlanır; ve hatırlamak, çoğu zaman bir tür ihanettir gerçeğe. Çünkü hafıza, duygularla yoğrulmuş bir yalandır; ne eksiksizdir ne de tarafsız. Yine de deneyeceğim: bir avlunun taşlarına sinmiş ayak izlerimden, bir pencerenin demirine takılmış gözlerimden başlayarak.
O yıllar, zamanın ağır aktığı, kelimelerin suskun kaldığı bir çağdı. Sabahları, duvarlara vuran ışığın açısını izleyerek uyanırdım; her gün biraz daha değişen o açı, bana zamanın geçiciliğini öğretirdi. Evin içinde değil, daha çok evin dışında yaşardım kendimi: duvar diplerinde biriken yosunları gözlerdim, rüzgârın hangi aralıktan daha çok uğuldadığını bilirdim. İnsan sesinden çok doğanın sesine aşinaydım; bir serçenin telaşlı ötüşü, bir kedinin sessiz geçişi, bir yağmur damlasının teneke çatıda çıkardığı yankı… Bunlar, bana ait olanın dışındaki dünyayı anlamamı sağladı. Çocukluk, bazen insanın değil, mekânın kucağında büyür.
Sokağın ucunda bir incir ağacı vardı; meyvesi az, gölgesi bol. Orada öğrendim zamanın nasıl geçtiğini: gölgenin yer değiştirmesiyle, rüzgârın yön değiştirmesiyle. O ağacın altında ilk defa bir kitabın sayfalarını çevirdim; harfler, önce şekil sonra anlam oldular. Her cümle, içimde bir boşluğu doldurdu; ama ne gariptir ki, ne kadar çok okursam o kadar eksik hissettim kendimi. Çünkü çocukluk, eksiklikle tanımlanır: eksik bilgi, eksik sevgi, eksik cesaret. Ve bu eksiklik, insanın karakterini değil, kaderini belirler.
Şimdi dönüp baktığımda, çocukluğum bir sessizlikler bütünü gibi geliyor bana. Konuşulmamış duygular, sorulmamış sorular, yaşanmamış ihtimaller… Keşke anlatabilsem sana tüm ayrıntısıyla; ama her ayrıntı, bir başka ayrıntıyı unutturur. Belki de çocukluk, anlatılmak için değil, anlaşılmak için vardır. Ve anlaşılmak, bazen bir kelimeyle değil, bir bakışla olur. İşte o yüzden, sana çocukluğumu değil, çocukluğumun bakışını bırakıyorum: zamanın içinden süzülen, anlamın kıyısında duran, sessiz ama derin bir bakış.
Günlüğünüz karşısında ruhen çırılçıplak kalmayı göze alabileceğiniz belki de tek dostunuz.
6 Ekim 2025 Pazartesi
keşke bana tüm ayrıntısıyla çocukluğunuzu anlatsanız
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder