9 Ekim 2025 Perşembe

yarım bıraktığın şeyleri hatırlamak....

 Zamanın kıyısında unutulmuş bir cümle gibi, yarım kalan şeyler de belleğin en kuytu köşelerinde sessizce bekler. Ne tamamlanmış olmanın huzurunu taşırlar ne de unutulmuşluğun rahatlığını. Onlar, varoluşun çatlaklarında yankılanan eksik seslerdir; bir mektubun son satırı yazılmadan yırtılması, bir vedanın dudakta donması gibi. İnsan, kendi içindeki boşlukları bu yarımların yankısıyla doldurur; çünkü eksik olan, tamamlanmış olandan daha çok yer kaplar ruhun haritasında.

Hatırlamak, yalnızca geçmişi yeniden çağırmak değil, aynı zamanda onunla yüzleşmektir. Yarım bırakılan bir kitap, bir dostluk, bir hayal… Hepsi, zihnin arka sokaklarında birer hayalet gibi dolaşır. Ve her hatırlayış, bir hesaplaşmadır kendinle; çünkü yarım bırakmak, çoğu zaman kaçmakla eşdeğerdir. İnsan, tamamlamaya cesaret edemediği şeyleri hatırladıkça, kendi eksikliğini de yeniden tanır. Bu tanıma, bir tür içsel mahkemedir; tanık da sensin, sanık da.

Yarım kalanlar, zamanla birer metafora dönüşür. Onlar artık sadece bir eylemin eksikliği değil, bir varoluş biçiminin simgesidir. Her eksik cümle, her yarım kalmış adım, insanın kendiyle kurduğu diyalogda bir duraksamadır. Ve bu duraksamalar, yaşamın ritmini bozar; çünkü hayat, tamamlanmamışlıkla değil, tamamlamaya duyulan özlemle ilerler. Bu özlem, insanı hem diri tutar hem de içten içe tüketir. Zira hiçbir şey, tamamlanmamış bir düşüncenin ağırlığı kadar yormaz zihni.

Sonunda, insan şunu fark eder: Yarım bıraktığı şeyleri hatırlamak, onları tamamlamaktan daha zor bir eylemdir. Çünkü hatırlamak, geçmişin eksik parçalarını bugünün bilinciyle yeniden tartmaktır. Ve bu tartımda, zamanın terazisi her zaman adil değildir. Belki de en büyük yük, tamamlanmamış olanın değil, hatırlanan eksikliğin ta kendisidir. İnsan, kendi yarımlarını taşıyarak değil, onları unutamadan yaşar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder