23 Ekim 2025 Perşembe

günün sessiz melankolisi

 Güz mevsimi, doğanın kendi varlığını inkâr etmeksizin geri çekildiği bir dönemdir; bir tür metafizik suskunluk. Ağaçlar, yapraklarını dökerken yalnızca biyolojik bir döngüyü tamamlamazlar; aynı zamanda varoluşun geçiciliğine dair sessiz bir bildirge sunarlar. İnsan, bu döngüye tanıklık ederken, kendi içindeki eksilmeleri, yitirdiklerini ve zamanın acımasız ilerleyişini hatırlar. Güz, dışsal bir mevsim olmaktan çıkar; içsel bir iklimin, ruhsal bir mevsimin habercisi olur.

Hüzün, güzün en sadık yoldaşıdır; ama bu hüzün, basit bir melankoli değil, varoluşsal bir farkındalıktır. İnsan, yazın coşkusundan sıyrılıp güzün dinginliğine vardığında, neşenin yerini düşünce alır. Bu düşünce, çoğu kez geçmişin yankılarıyla örülüdür. Güz, hatırlatır: her şey geçer, her şey solar, her şey dönüşür. Ve bu dönüşüm, insanın kendi faniliğiyle yüzleşmesini kaçınılmaz kılar. Hüzün, bu yüzleşmenin en zarif biçimidir.

Güz mevsimi, zamanın ağırbaşlı bir öğretmeni gibidir. Renklerin solması, havanın serinlemesi, günlerin kısalması… bunların her biri, insanın iç dünyasında bir yankı bulur. Doğa, kendi ritüelini sürdürürken, insan da kendi içsel ritüelini başlatır: sorgulama, içe dönme, kabullenme. Bu mevsim, dışsal bir çöküş değil, içsel bir yükseliştir aslında. Çünkü hüzün, insanı derinleştirir; yüzeydeki neşeyi kazıyıp özdeki hakikati açığa çıkarır.

Ve belki de güz, insanın en dürüst mevsimidir. Ne baharın aldatıcı umudu, ne yazın taşkın sevinci, ne de kışın katı kapanışı… Güz, arada kalmışlığın, geçişin ve çözülmenin mevsimidir. Bu yüzden hüzün verir; çünkü insan, geçişlerde en çok kendini hisseder. Güz, bir sonun değil, bir içsel başlangıcın mevsimidir. Ve bu başlangıç, sessizdir, ağırdır, ama hakikate en yakın olanıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder