1 Ocak 2019 Salı

Yaşayarak yazmak

Seyahate çıkmadan önce, evde bavulumu hazırlarken ilk işim, bavuluma fotoğraf makinemle, bir defter koymak olur. Çünkü günü gününe gördüklerimi yazıya geçirme sabırsızlığına yakalanacağımı daha evden çıkmadan bilirim. Çıkacağım o yolculuğa sıkı sıkıya bağlanmak adına, yaşamdan kopmamak adına yazarım. Eğer bir sabah kalksam ve bütün yazdıklarım kaybolmuş olsa üzülürüm elbette. Günlük tutmak bence bu. En eğlenceli yazı şeklidir de. Başkalarının günlüklerini okuyunca bu fikrim daha da sabitleşiyor. Yazılan her şey ilk günkü tazeliğiyle saklanıyor günlüklerde. Okur ile yazan kişi arasındaki o samimi havayı daha kolay kurmaları gibi günce yazınının tartışılmaz üstünlüğünü kim yadsıyabilir! O an önümde boş duran sayfalara neler yazacağımı, şüphesiz bilemem ama o satırların yazılacağı andaki ruh durumum yazıyı belirleyecektir, onu bilirim. Kısaca 'o an'ı boş sayfalara hapsedeceğimi bilirim. Evet, yalnızca içinde bulunacağım 'an'ı yazacağımı bilirim. O 'an'ı yakalamak ve tüm zamana yaymak isteğidir bizleri günce tutmaya iten. 'An'ı ortaya koymak ve o 'an'ları sonsuzluğa taşıma isteğimiz. Üstelik kendi yaşamımızdan bir kesit!

Edebiyat ve sanat dünyasından tanınmış kişilerin kaleminden yazılan günlükler, tüm gerçekliğiyle yaşamı yansıtan birer ayna olarak karşımıza çıkarlar. Günlükler, yazarlarının iç dünyasını kurgusuz bir biçimde sergileyerek günlüğün sahibine ilişkin ayrıntılı bilgilere birinci elden ulaşmamızı sağladıkları gibi, yazıldıkları dönemin önemli olaylarına ilişkin tarihsel belgeler olarak da önem kazanırlar. Öyle bir çağda yaşıyoruz ki "değişim" ivedi. Dünü, bugünü bilmezsek yarını nasıl anlayabiliriz? Günlükler düzenli olarak tutulmuş, tarih atılmış notlardan mı ibarettir yoksa bundan fazlasını mı içerir?

Bu konuda en genelleyici tanımı usta günlükçü, romancı André Gide yapmış: "Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır."
Edebiyatın ana damarlarından biri olarak her günlük, bir portre, bir öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır. Öğretmeye bağlı, gerçekçi anlatım türlerinden biri olan günlükler, bir kişinin önemli ve kayda değer bulduğu olayları, gözlem, izlenim, duygu, düşünce ve hayallerini günü gününe tarih belirterek anlattığı yazı türüdür. Latincedeki "dies" (gün)den türetilmiş "diarium" (günlük) sözcüğünden gelir. Örneğin 1409 - 1431 yılları arasında Fransız bir papanın tutuğu "Parisli Bir Burjuvanın Günlüğü" o dönemi araştıran tarihçiler için önemli bir kaynaktır. İngiliz günlük yazarı John Evelyn'in "Diary" (Günlük) adlı günlüğü, 17. Yüzyıl İngiltere'sinin toplumsal ve kültürel yapısına ışık tutar.

Tarihte ilk defa Romalılar günlük kullanmış. Edebi içerikten yoksun, birtakım kamu kuruluşlarında yapılan işlemlerin unutulmaması amacıyla tutulan ve "commentarii" adıyla anılan bu ilk günlükler, duygusallıktan uzak notların kabaca birleşiminden oluşmuş. Tarihte, bu çeşit günlüklerin, savaşlar ve askerî hareketleri not etmek amacıyla kullanıldığı da görülmüş. Edebiyat değeri taşımayan bu günlükler şüphesiz tarihçiler için önemli belgeler.

Bir edebiyat günlüğü, yalnızca bir edebiyatçının elinden çıkmış günlük değil, edebiyat olaylarına, kişilerine ve sorunlarına yönelmiş günlüktür. Özellikle Batı'da, 20. Yüzyıl'da yaygınlaşan bu tür günlükler, "özel günlük" olma niteliğini de taşır. André Gide, Julien Green, Max Frisch, Stefan Zweig gibi yazarlar edebiyat günlüklerinin seçkin örneklerini bıraktılar.

Zaman içinde edebiyat günlüklerinin de alt kolları oluşur. Eleştiri günlükleri, okuma günlükleri yazılmaya başlanır. Bunun Türkçe'de yayımlanan son örneği, Alberto Manguel'in "Okuma Günlüğü" adlı yapıtıdır. Öte yandan, günlük, modern romanda da bir imkân olarak belirir, bir anlatım tekniğine dönüşür. Örneğin çağdaş edebiyatın büyük yapıtları Sartre'ın "Bulantı"sı, Rilke'nin "Malte Laudris Brigge'nin Notları" ya da Martin Walser'in "Jocob Von Gunten"ı, günlük biçimiyle yazılır.

Yalnızca edebiyat alanında değil, öteki sanat dallarında da tutulmuş olan günlükler, hatırı sayılır metinler kazandırmışlardır dünya kültür mirasına. Örneğin Kierkegaard'ın günlüğü, felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak önümüzde duruyor. Marcel Proust'un günlüğü, Camus'nun "Defterler"i de hem günlük edebiyatı hem de felsefe tarihi için önemli metinler. Rousseau'nun "İtiraflar"ı da günlük türüyle akraba sayılabilir.

Ressamlar bu konuda felsefecilerden daha üretken: Dali'nin, Delacroix'nın, Klee'nin günlükleri iyi birer sanatçı günlüğü olduğu kadar resim sanatı üzerine ilginç düşüncelerin gelişmesinde etken olmuşlardır. Sinemacılardan Cocteau'nun, Zavattini'nin, Tarkovski'nin günlükleri unutulmamalı. Özellikle, Türkçe'ye "Zaman Zaman İçinde" adıyla çevrilen Andrei Tarkovski'nin günlüğü, sadece sinema tarihi için değil, edebiyat tarihi için de eşsiz bir eser olarak nitelendirilmeyi hak ediyor.

Türk edebiyatındaki günlükler, "Evliya Çelebi Seyahatnamesi", "Yirmi sekiz Çelebi Mehmet Sefaretnamesi" ya da "Silahdar Tarihi" gibi kimi eserlerde bazı olayların günlük biçiminde anlatılmasını saymazsak, edebiyatımıza Batı'daki anlamıyla günlük Tanzimat'tan sonra girer. Ali Bey'in "Seyahat Jurnali"nden sonra, Batılı anlamıyla ilk edebiyat günlüğü, Şair Nigar Hanım'ın günlüğü sayılabilir. Bu eserin bir kısmı, şairin ölümünden kırk yıl sonra "Hayatımın Hikâyesi" adıyla yayımlanmıştı.

Ahmet Refik'in "Kafkas Yollarında" adlı seyahat günlüğünden başka, Sultan Reşad ve Vahdettin dönemlerinde sarayda başmabeyincilik yapan Lütfi Simavi'nin notları da günlük olarak nitelenebilir. Yine günlük sayabileceğimiz İbnülemin Mahmut Kemal İnal'ın defterleri ise yayımlanmadı. Atatürk'ün Anafartalar Savaşı sırasında tuttuğu günlükler, ölümünden sekiz yıl sonra Türk Tarih Kurumu'nca basıldı. Cumhuriyet öncesinin önemli yazarlarından Ömer Seyfettin'in "Ruznameler"i de kitap olarak yayımlanmamış günlükler arasında yer alıyor.

Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı gibi Cumhuriyet dönemi yazarlarının günlüklerinden bazı parçalar kimi kitaplarında yer alsa da edebiyatımızda hâlâ dolaşımda olan günlükler denince iki isim öne çıkıyor: Nurullah Ataç ve Salâh Birsel. Ataç, "Günce"siyle hem bir edebiyat günlüğü ortaya koymuş hem de devrinin edebî eğilimlerine yön vermişti. Salâh Birsel ise "Kuşları Örtünmek", "Nezleli Karga", "Bay Sessizlik", "Aynalar Günlüğü", "Yaşlılık Günlüğü" gibi kitaplarıyla çağdaş edebiyatımızın öncü günlükçüsü oldu.

Günce malzemesini günlük yaşamdan alır. Bu yüzden günce tutmak, yaşamla iç içe olmak demektir. Feridun Andaç'a göre yaşayarak yazmak, yazma tutkunu bir kişi için yaşam biçimlerinin en verimlisidir. Çünkü yazar o sayfalarda günü yakalayacaktır. Günü yaşayacak, tanıklıklarından elbette söz edecektir. Bunun yanı sıra asıl yararlanacağı alan, edebiyatın bütünü, yani edebiyatın evreni olur. Çünkü bir yazar için edebiyat kadar eşsiz, edebiyat kadar zengin, edebiyat kadar doğurgan, edebiyat kadar coşkulu, deli, çılgın bir zemin yoktur. Bu zemin üzerinde anlamlar, güzellikler taşıyarak yazmak hayatı yaşamak, ondan tat almaktır.

Yazma edimi ile yaşamın ayrıntılarını bütünleştirmek ne de keyifli bir uğraştır! Güncesi yaşamının bir uzantısı olacak, sanatla, edebiyatla yoğrulan yaşamından söz edecektir. Bunlara yaşamın kaosu andıran yapısını, karmaşıklığını, çok sesliliğini de birleştirecektir. Edebiyatın sayısız katmanlarında bulunan maden damarlarını bıkmadan, usanmadan ortaya çıkarma isteğiyle yazacaktır. Yazdıklarında yeteneğini, zekâsını, dünyayı algılayışını, edebiyattan, insandan, toplumdan ne anladığını ortaya koyacak; bu yazdıklarını kendine özgü tavrı içinde söze dökecektir.

Pek az romanı ya da öyküyü ikinci kez okuma isteği duymuşsunuzdur. Bazı günlükleri tekrar okuyuşunuz olmuştur. Bunları sık sık karıştırmamızın bir nedeni de bir başından, bir sonundan, ortasından, orasından burasından okumaya elverişli olmalarındandır. Günlük yazmaya gelince:

"İyiyim. Bugün hava iyi. Pazar olduğundan, çocuklarla beraber, günü yazlık evimizde geçirmeyi planladık ve yola çıktık. Eve vardığımızda bir sürpriz bizi bekliyordu. Bahçıvan bahçeyi düzeltmişti."

Buradaki anlatım çevreyi, olanları olduğu gibi anlatıyor. Yazar kişi, ne kendisiyle ne çevreyle bir hesaplaşmaya girmeden, olayları ardı ardına sıralıyor. Oysa günlük yazısı olsa şöyle olurdu:

"İşte güzel bir ilkbahar sabahı. Göklere ağan, ılık bir nisanın ortasında, güzel mi güzel bir gün. İnsan böyle günlerde kendini yaşama daha yakın duyumsuyor, ruhunuzun derinliğinde yaşamın bize verilmiş bir armağan olduğunu hissediyorsunuz. Günü çocuklarla beraber sayfiye evimizde geçirmeye karar verdik. Bahçeden girdiğimizde bir sürprizle karşılaşacağımızı nasıl bilebilirdik? Bahçıvan bahçeyi düzeltmişti. Güller budanmış, askıya alınmış, sarmaşıklar düzene sokulmuş, tarhlar belirlenmiş, otlar yolunmuş, çimenler biçilmişti. Ev başka bir görünüm kazanmıştı. Düzgünlüğüne söyleyecek bir sözüm yoktu, doğrusu. Ama eski haliyle daha bir gizemliydi. O özgürce birbirinin içine girmiş dallarıyla, yaprağıyla, çiçeğiyle, tüm doğallığı ile adeta yaşamın içine fışkırıyordu."

Günce yazma, insanın kendi olma deneyimini kazandığı ve kendini başkalarından farklı olduğunu gösterdiği bir eylemdir. İnsanın biricikliğine işaret eder. İnsanın anlam arayışının, bireye ulaşma çabasının en somut örneğidir. Bireyleşme çabalarıdır da diyebiliriz. Veya zamanla yapılan bir yolculuk da diyebiliriz. Veya zamanda yolculuğa çıkmak da diyebiliriz. Zaman biz değil miyiz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder